21/01/2011 | Yazar: C B

Sosyolog Canan Bozkurt, Süleyman Demirel Üniversitesi-Psikoloji bölüm başkanı Yrd.Doç.Dr.

Sosyolog Canan Bozkurt, Süleyman Demirel Üniversitesi-Psikoloji bölüm başkanı Yrd.Doç.Dr. Ebru Taysi ile eşcinselliği tecrit etmeye çalışan zihniyetin nedenleri üzerine konuştu.
 
“Eşcinsellik hastalıktır” yargısına getirilen ilk açıklama eşcinselliğin doğallığa, doğaya karşı olduğu yönünden geliyor. Peki, o zaman “doğa” dediğimiz şey nedir? Bizim sınırlandırdığımız yapıntı dünya mıdır yoksa doğa? 
Bu konuda artık eski yaklaşımlar terk edilmeye başlandı. Çünkü doğa derken biyolojiye indirgeyerek açıklıyoruz. Eşcinselliği sadece biyolojik temellerle açıklamamız mümkün değil. Tek bir şeye indirgemek en başta psikolojik kuramlara da ihanet sayılır. Bu kişiyi sadece biyolojik bir varlıktan ibaret saymaktır. Doğayı verili bir şey olarak kabul edip, doğa bizi böyle kıldı demek aynı zamanda kişiyi de sınırlandırıyor demektir. 
 
Cinsel içgüdü kuramına göre cinselliği salt biyolojiye indirgeyerek açıklamak içinde bulunduğumuz homofobi gerçeğini açıklamada ne kadar yeterli olabiliyor? 
Nasıl anneliği bir içgüdü olarak artık göremiyorsak cinselliği de göremeyiz. Cinselliği başlatan her ne kadar hormonlar olsa da hormonların da aktivite olması  gerekir ve bunun içinde etkileyen çok farklı süreçler vardır. Hangi tür cinsel eylem olursa olsun bunun sadece biyolojik indirgemeyle açıklamak insanlığı da evrim basamaklarının en altına itmek demektir.
 
Homofobi daha çok “korku” “nefret” “tiksinti” gibi duygularla açıklanıyor. Bunun nedenleri ne olabilir? 
Tiksinti, korku, nefret… Bu duygulardan tiksinti örneğin; Acaba tiksinti duyduğumuz şey kendi içimizde duyduklarımız mı yoksa içimizdekileri dışarıya yansıtmak mı? Homofobik duruma baktığımızda psikolojide savunma mekanizması olarak yansıtma dediğimizde  şunu görürüz: ben kendimde sevmediğim şeyle uğraşmam. Bu bana enerji kaybettirir ve beni yorar fakat başka insanlarda bunu görüp yansıtmak daha kolaydır. ”Kendinden nefret etmenin duygusal maliyeti çok daha yüksektir ve bu yüzden kendime kızmak yerine başkasına kızıyorum. Ayrıca empati kuramamakta homofobinin çok önemli bir nedenidir. Bir şeyden çok yoğun korkuyorsanız eğer sizin de ona kapılıp gitme korkunuz olabilir. İçten içe o kadar çok istiyorum ki ama toplumsal baskılar o kadar yoğun ki böyle bir şeyi istemem bile anksiyete yani kaygı durumu yaratır. O halde ne yapıyorum: egomun zincirlerinden kurtulup, korku ve tiksintiyi araç olarak kullanarak hedefi uzaklaştırıyorum. 
 
Homofobi bir davranış mı yoksa bir tutum mu? 
Tutumları açıklamaktan başlarsak daha iyi olacaktır. Tutumun üç tane öğesi vardır: duygu, düşünce ve davranış. Sizin herhangi bir nesneye karşı eyleminizde bu üç öğe varsa bir tutumunuz da var demektir. Sigara bu konuda çok verilen örneklerden birisidir. “Sigarayı seviyorum”-duygu boyutunu, “sigaranın sağlığa olumsuz etkisi olduğunu biliyorum”-düşünce boyutu, “ sigarayı içme eylemini gerçekleştiriyorum.”-davranış boyutunu oluşturur. Çünkü  hiçbir duygu yok ki düşünceye dayanmasın. Homofobiyi de “tiksinti” duygusuyla açıklayıp nasıl tutuma dönüştüğüne bakacak olursak eğer tiksinti duymaya başladıktan itibaren bunun hastalık olduğunu düşünüyorum ve bunu davranışa da döktüğümde mesela televizyonda gördüğümde küfür ediyorum ve böylece tutumumu oluşturuyorum. Neticede bundan dolayı homofobiye davranış demek doğru olmaz. 
 
Homofobinin karşında daha çok ataerkil muhafazakârlığı görebilir miyiz? 
Kesinlikle. Her şeyin altında ataerkil muhafazakar zihniyet var. Biz çok muhafazakar toplumuz ama ahlaklı bir toplum değiliz. Çok muhafazakarız ama bir yandan da internetteki pedofili sayfalarına en çok tıklayan ülkelerden biriyiz. Muhafazakarlık; ahlaktan ziyade baskıyı getiriyor.
                                                      
Judith Butler, homoseksüelliğin mücadelesinde “meşru olmak için normalleşmemiz gerekmez” görüşünü savunuyor. O halde meşruluğun temelini toplumda körü körüne aramak bireysel farklılıkları bir kenara mı bırakıyor? Yoksa toplumsal ittifakı belirleyen ortak paydanın ne olduğunu bulmak için tekrar düşünmemiz  mi gerekiyor?  
Bu durum ülkemizde mümkün değil. Çünkü bizim ülkemiz hem ataerkil hem de toplulukçu bir kültürü sahip. Bizde eğer heteroseksüel bir grup varsa kimsenin homoseksüel olmaması gerekir. Çünkü bu durum toplulukçu kültürünün değerlerine aykırıdır. Bu nedenle de meşru olmak için herkes gibi olmak zorundayız. Sizin,  hatta bireysel farklılıklarınızın böyle bir kültürde söylenmesi “ ayıp” sayılır. Avrupa toplumların pek çoğunda ise bireysel farklılıklar avantaj sağlayan durum olarak görülür.
 
Eşcinselliğe yönelik haberlerin medyanın birçok organında yer alması, toplumsal şokun atlatıldığını gösteriyor mu? Yoksa eşcinselliğin verdiği mücadeleyi popülist alanda daha farklı yönlere mi götürüyor? 
Medyada daha çok eşcinselliğin komedi türünde, bir “rol” olarak kullanıldığını düşünüyorum. Komedi içeriğinde de aşırı derecede abartı söz  konusu. Eşcinselliği konuşuyor olmamız, evet, bir adım sayılabilir ve eşcinsellikle ilgili artık insanların kafasında bir şema var. Fakat bunun içinin çok nitelikli doldurulduğunu söyleyemeyiz. Daha çok olumsuz terimlerle dolduruluyor. Acaba biz heteroseksüelliği ne kadar “erdemli” ya da “ normal” yaşıyoruz ki  eşcinselliğin patolojik olduğunu söyleyebiliyoruz. Bir de bu açıdan bakmak gerek.
 
Genel olarak eşcinselliği, özelde ise lezbiyenliği düşünürsek eğer bunun heteroseksist  alanda erkekler tarafından kadının cinsel bir obje olarak görülmesi, fantezi yaşam alanına dahil edilmesi eşcinselliğin mücadelesinde feminizme daha çok yaklaşılmasını mı gerektiriyor? 
Evet. Çünkü çok net olarak toplumsal cinsiyetçi kalıp yargılar var. Bu cinsiyetçi roller de erkeği merkeze alarak tanımlanıyor. Kadın nitelik olarak görülmediği için kadının lezbiyen olması da görülmüyor ya da cinsel objenin içinde görülüyor. Kendi ayakları üzerinde duran kadın bile “ erkek gibi kadın” olarak görülüyor… Erkek “ağlamaz”, “ koruyucudur”, “çözümleyicidir” “küfreder” “güçlüdür” ve “ erkek her zaman erkeksi kalmalıdır.” En ufak erkeklik çizgisinden kayarsanız geri dönmeniz imkânsızdır. Bu yüzden  gey olmak çok daha sansasyonel ve affedilemez hale geliyor. Kadın daha çok toplumda cinsel kimliği olarak öne çıkıyor ve  edilgen  bir varlık olarak görülüyor.
 
Özellikle 1980 sonrası artan küreselleşme karşıtı hareketlerin içerisinde Eşcinsel hareket içinde yer alan çok farklı kesimden insanların bir arada olması diğer hareketlere göre daha evrensel olduğunu düşündürebiliyor. O halde insanlar ideolojik kaygılarını bir kenara bırakıp ortak paydada buluşabiliyorlarsa bu durum nasıl yorumlanabilir? 
Heteroseksüel birlikteliklere göre eşcinsel birliktelikler daha evrensel değerlere sahip. Çünkü heteroseksüellerde statü ve rol benzerliği çok daha önemli yer tutuyor. Fakat homoseksüel ilişkilerde duygusal, cinsel anlamda haz alma daha çok ortak paydayı oluşturabiliyor. Eşcinseller, heteroseksüellere göre evrensel değerleri daha iyi taşıyabiliyorlar. Çünkü özgürlük mücadelesinde bunun önemli olduğunun farkındalar.
  
Son olarak bu söyleşinin Kaos Gl’de yayınlanacak olması sizin kurumsal kimliğinizi rahatsız eder mi? 
Hayır. Çünkü hem bilimsel tarzda konuştuk hem de olması gerekeni tartıştık. Herkes için yaşanabilir bir dünyayı istiyoruz. En başta ve kişisel görüşlerim olsa dahi bu konuşmadan rahatsız olanları önemsemem.
 

Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam