04/02/2011 | Yazar: Rahmi Öğdül

Modern toplumu diğer toplumlardan ayıran, en göze çarpan özellik devasa çöp yığınları olsa gerek. Durmadan atık üretiyoruz.

Modern toplumu diğer toplumlardan ayıran, en göze çarpan özellik devasa çöp yığınları olsa gerek. Durmadan atık üretiyoruz. Üretilen her şey, üretildiği andan itibaren bir atık olma potansiyeli taşıyor bünyesinde. Her şey anında çöpleşiyor. Dolayısıyla nesnelere estetik değerler yükleyen bir toplumda hayatların da potansiyel çöplüklere dönüştüğünü görüyoruz.
Ömürleri kısa olan estetik nesnelerde teselli arıyor, kısa sürede atığa dönüşecek estetize edilmiş gündelik nesnelere yatırıyoruz tüm arzularımızı, isteklerimizi. Bauman’ın belirttiği gibi artık üretim toplumunda değil, tüketim toplumunda yaşıyoruz. Üretim değil, tüketim belirliyor kim olduğumuzu. Bir zamanlar çalışma etiğiyle biçimlenen hayatları artık tüketim estetiği şekillendiriyor.

TÜKETTİĞİMİZ ŞEYLER SINIFIMIZI BELİRLİYOR
Aşırı tüketim toplumunda toplumsal kimliklerimizi, hangi toplumsal sınıfa ait olduğumuzu tükettiğimiz şeylerle saptamak mümkün; başka bir deyişle, çöp kutuları ele verebiliyor bizi. Çöp kutularımızda biriken, tortulaşan atıklar sınıfsal kökenlerimizi ifşa etmeye yetiyor.  1960 tarihli Yeni Gerçekçilik manifestosuna imza atmış sanatçılardan Arman’ın atıklarla gerçekleştirdiği ‘Küçük Burjuva Çöp Kutusu’, ‘Büyük Burjuva Çöp Kutusu’ gibi işlerinde tam da buna tanıklık ediyoruz.

Yeni Gerçekçilik, Pop Sanat ve kavramsal sanatın kimi özelliklerini içeren, genellikle atık ve buluntu nesnelerle iş gören bir akımdı. Çıkış noktalarını Dadacılığa dayandırsalar da Yeni Gerçekçilik’in manifestosunu kaleme alan sanat eleştirmeni ve felsefeci Pierre Restany, “gerçeğin kavramsal ya da düşünsel bir prizmadan geçirilmiş bir yansımasını değil, ta kendisinin algılanmasının o tutku dolu macerasını” öneriyordu.  Dadacıların aksine, tüketim toplumunu onaylayan bir tavırları vardı Yeni Gerçekçilerin. Bir dadacı olan Marcel Duchamp gündelik nesneleri estetize eden bu tavrı bir mektubunda kıyasıya eleştirmişti: “Bugün Yeni Gerçekçilik, Pop Sanat, Asemblaj gibi terimlerle anılan Yeni-Dada’nın kökeni Dada’dır şüphesiz; ben hazır-nesneyi keşfettiğimde estetik duygusunu yerle bir etmeyi amaçlamıştım. Yeni-Dadacılar ise benim hazır nesnelerimde estetik güzellik buluyorlar! Şişeliği ve pisuarı meydan okumak için suratlarına fırlatmıştım, velâkin onlar bunları estetik açıdan övüyorlar.” Dadacılar hazır-nesnelerle burjuva estetiğini yıkmaya çalışırken, ortaya çıkan Yeni-Dadacılarsa tüketim nesnelerini estetize etmekle kalmıyor, birer sanat nesnesine dönüştürdükleri çöplere bile estetik değerler yüklüyorlardı.

SERGİLENEN ÇÖPLER
Yeni Gerçekçi manifestoya imza atanlar arasında Yves Klein da vardı. Klein 1958 yılında Paris’teki Iris Clert galerisini duvarlarını beyaza boyamış ve galeriyi her türlü nesneden arındırarak beyaz bir küpe dönüştürmüştü; sergisinin adı Boşluktu. İki yıl sonra sanatçı Arman, Klein’in ‘Boşluk’ sergisine nazire olsun diye bu kez aynı mekânı sokaklardan topladığı atık malzemelerle, çöplerle ağzına kadar, tıka basa doldurmuş, galeriyi üç boyutlu bir kolaja dönüştürmüştü; ‘Tıka Basa Dolu’ adını taşıyan bu sergiyi izlemeye gelenler galeriye girememiş, sergilenen çöpleri galerinin vitrin camından izlemek zorunda kalmışlardı.
Eski bir Fluxus sanatçısı olan, daha sonra Yeni Gerçekçiler arasında yer alan Daniel Spoerri yiyecek-içecek malzemeleriyle, atıklarıyla sanat üreten sanatçılardandı.  Spoerri’nin “Daley’de Akşam Yemeği” adlı performansını filme çeken Andy Warhol’un kamerası zaman zaman elindeki gazeteyi okuyan ve diliyle dudaklarını yalayan Arman’ı da gösterir. Yeni Gerçekçiler ile Pop Sanatçıların yolları, estetize hayatların estetize çöplüklerinde kesişiyor. Andy Warhol da 1975 tarihli “Andy Warhol’un Felsefesi” adlı kitabında atıklara övgüler düzüyordu: “Her zaman artıklar üzerinde çalışmaktan, artık maddeleri yeniden işlemekten büyük zevk aldım. Atılmış, herkesin işe yaramaz diye düşündüğü şeylerin hepsinin eğlenceli olma potansiyeli taşıdığına inandım. Yaptığım bunları tekrardan kullanılır hale getirmekti. Her zaman artıkların içinde mizah öğeleri olduğunu düşünmüşümdür.”

İşçi sınıfı aktivisti Kernaghan ise çöplüklerde mizah öğesi değil, tam aksine acı bir gerçeği, kendi deyişiyle sömürü bilimini keşfetmişti. Kernaghan, yeni küresel ekonominin yarattığı fabrikaların, merdiven altı imalathanelerin (sweatshop) yerlerini tespit etmek ve bu imalathanelerin içinde nelerin döndüğünü öğrenmek için sık sık çöplükleri ziyaret ediyordu. Dominik Cumhuriyeti’ndeki bir çöplüğü karıştırırken, spor giysisi üreten çok meşhur bir markanın fiyatlandırma belgelerinin kopyalarını buldu. Bir gömleğin üretim akışı tam yirmi iki işleme ayrılmıştı bu belgelerde. Kızlı, erkekli çocuk işçilerin çalıştırıldığı imalathanelerde emeğin ve hayatın sömürüsünü, tükenişini gizlemek için maliyet-fayda analizlerinin soğuk diline başvuruluyor; saniyenin on binde birinden oluşan zaman birimleri kullanılıyordu. Sekiz sente üretilen bir gömlek şirketin mağazalarında yirmi üç dolara satılıyordu.

Hızla tüketilen estetize nesnelerden oluşan bir tüketim toplumunda insan hayatı da hızla tüketilen bir nesneye dönüşüyor. Nesneleri yücelten, tüm arzularını estetize edilmiş nesnelerle harcayan bir toplum farkına varmadan tüm yaşamını estetize edilmiş bir çöplüğe dönüştürebiliyor. Sadece nesneleri değil, hayatlarımızı da hızla tüketiyor, yeryüzünü devasa bir çöp eve çeviriyoruz.


Etiketler: kültür sanat
nefret