06/03/2015 | Yazar: Arturo Bandino

‘Nêrmo.’ Kürtçe’de ‘yumuşak’ anlamına gelir.

Adı konmuştu ahali tarafından. Önceden, büyümeden. Merak ediyorsunuz tabii şimdi adını. “Nêrmo.” Kürtçe’de “yumuşak” anlamına gelir.
 
Ben küçükken, yani aşağı yukarı bi on yıl öncesinden bahsediyorum, bir olay yaşandı bulunduğum köyde, bir ailenin çocuğu ne kız ne erkekti. Öyle diyorlardı. Tuhaf ki ne tuhaf... Düşünsenize böyle bir şeyin başınıza geldiğini, hem de kırsalda. Tam facia! Kara kara bulutlar evlerinin üstünde hizalanmıştı ailenin.
 
İnsanlar, canhıraş tartışıyordu. Nasıl olur bu diye, nasıl. Baba ne yüzle çıkacaktı eşref-i mâhlukatların karşısına. Müphem, her şey müphem. Ee, bilinmez mi sandın ey okur, fısıltılar etrafa yayılır hemen. Kötü kötü olaylar, duvarlarda asılı olan çerçevelere sıkıştırılmış ölümlerin kuşattığı köy evlerinde ise daha kolay yayılır, sızar her kötü haber, tıp tıp tıp, su sesi devamlı artarak ve birikerek bir candan akan kanmışcasına yükselir yavaş yavaş orada. Kirli, acı bir suydu içtikleri hep ama sorsan; paktır, Fırat’ın suyudur içtiğimiz, derler.
 
Wey mala minê**
 
Çocuk, ah çocuk. Bir melek olsaydın da düşmeseydin oraya bu hâlde. Gerçi nereye düşsen aynıydı o zamanlar. Allahım, neden? Üzüldüm. Çok. Büyüdüğümde çok daha üzüldüm ona. Susmayı tercih etti çocuk. Keşke konuşabilseydim onunla. Sanırım şunu söylerdi: ’’Bir gün anlarsın beni neden suskunum/Dünya içimde konuşurken böyle.’’***
 
Adı konmuştu ahali tarafından. Önceden, büyümeden. Merak ediyorsunuz tabii şimdi adını. “Nêrmo.” Kürtçe’de “yumuşak” anlamına gelir. Kadınmışcasına dillendirildi hareketleri. Korku saldı her tarafı. Ya bize de olsa, sessiz şükür duaları gecenin karanlığında gökyüzünde sallandı, uçuştu rüzgârda. Benzer bir durum daha vardı, sonu aynı olmasa da: Hani biz Mahsun’un binbir gece masallarının neredeyse tümünü sıkıştırdığı filmlerinden birinde izlemiştik, neydi adı, dur, şey, evet hatırladım. ’’Güneşi Gördüm’’ adlı filminde; ailede bir küçük kardeş vardı, bilirsiniz, televizyon izler, kadın gibi davranırdı. Ne kadar utanç verici davranışlardı ama! Kado’ydu adı. Kado’nun cesaretinin tükenmeye başladığı anlarda,  bir şiir dizesi aklıma düşmüştü : “Ölümü özledim anne, yaşamak isterken delice.”**** Zaten Mahsun kaçırır mıydı bu fırsatı. Salya sümük seyircisine bir darbe de buradan vurdu, üzüldü kardeşler sonradan, yaptıklarından ötürü, ağladılar da; ama neye yarar. Bitmiş, tükenmişti umut.
 
Ve evet, çocuk büyüdü, sonra düşünüldü, taşınıldı, karar verildi. Yaşı tutuyordu artık. Çok şükür ki olmayacak şey değildi. Allah cömertti. Dert veren Allah dermanı da verirmiş diyerekten, “Nêrmo”nun kara alınyazısı değiştirilmeliydi! Ameliyat edilecekti. Kurtaracaktı doktorlar onu ve ailesini. Aslında sadece ailesini demeliyim...  Her ne şekilde olursa olsundu, erkek olacak dediler. Erkek. Ona, küçükken çükünü sallamasını babası söyleyememişti. Yine de zararın neresinden dönersen...
 
Hasbelkader en son geçen yıl görmüştüm onu. Öyle sessiz, öyle kırılgan, öyle kabullenmişti ki durumunu hayaletti aramızda dolaşan. Gölgesi peşinden geliyordu kara gölgesi. Oyun oynadığını hiç görmedim. Lâl olmuştu sanki. İşte tüm bunlardan sonradır ki, şunu diyebildim kendi kendime, yaşıyordu en azından, yaşıyordu. Dayanmıştı. Hem tarlada da çalışıyordu...
 
*Bu Nasıl Bir Dünya/Dönem
**Oy Havar Benim Evim
***Ahmet Erhan, Gülşiir, Burada Gömülüdür Cilt:1, sayfa:226, Kırmızı Kedi
****Nevzat Çelik, Şafak Türküsü 

Etiketler:
İstihdam