03/11/2011 | Yazar: Erdal Partog

Komünizmin çöktüğüne dair hikâyeler birçok kesim tarafından dillendirilir. Liberaller komünizmin öldüğünü söylerken bazı sosyalistler ve komünistler; komünizmin hiç yaşanmadığını ama ileride yaşanacağını söylerler.

Komünizmin çöktüğüne dair hikâyeler birçok kesim tarafından dillendirilir. Liberaller komünizmin öldüğünü söylerken bazı sosyalistler ve komünistler; komünizmin hiç yaşanmadığını ama ileride yaşanacağını söylerler. Her iki anlatı da olmayan bir ideali anlatıyor olmasın! Öyleyse o idealin arkasındaki dert nedir?
 
Komünizmin derdi insanların daha mutlu ve özgür yaşaması, kimsenin kimseyi sömürmemesidir. Yani komünizm eşitlikten ve özgürlükten çıkan bir kavramdır. Özgürlük ve eşitlik; insanlığın her dönem önemsediği, değerli, vazgeçilmez kavramlardır. Bu anlamda liberallerin komünizmi küçümsemesi aynı zamanda özgürlük ve eşitlik meselesini de küçümsemeleri anlamına gelir. Liberallerin efsaneye dönüşen bu tavrı eleştiriye açık, her zaman sorgulanan bir görüşken; komünizmi felsefenin üzerine yerleştirme çabası maalesef pek tartışılamaz, adeta bu konu bir tabuya dönüştürülür. Özgürlük ve eşitlik unutulur. Sınıf mücadelesinin öznesi işçi sınıfı, insanlığın İsa’dan sonra yeni kurtarıcısı olarak ilan edilir. Bu da yetmez kurtarıcı özneyi kurtaran bir komünist sınıf da icat edilir. Bir anlamda bu kesimler komünist partinin kadrolu siyasi neferleridir. Geçmişte yaşanan, bugün de kısmen devam eden kırma, parçalama ve yeniden inşa etme komünizmi felsefeye muhtaçtır.
 
Bundan dolayı sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin arttığı günümüzde eşitlik ve özgürlük taleplerini daha güçlü bir şekilde dillendirmeye ihtiyacımız var. Bunun için reel komünizm ya da idealleştirici komünizm fikrinden, gerçek kavramlara dönmeye ihtiyacımız var. Bu nedenle eşitlik ve özgürlük kavramlarını felsefi bir talep olarak yeniden kurmamız gerekir.
Komünizmin etik yanı olan; eşitlik ve özgürlük talebi, komünizmin değil felsefenin etik temellendirmesidir. Yani komünizm fikri bu etik temel üzerinden siyasi bir süreci örmek ister. Bu siyasi sürecin adı da üretim ilişkilerinin eşitlik temelinde ortaklaştırılmasıdır. Diğer anlamda burjuva mülkiyetinin sınırlandırılmasıdır ya da ortadan kaldırılmasıdır veya mülkiyetin ortaklaştırılmasıdır. Siyasi ya da ekonomik olanı insanın mutluluğuna dönüştürme çabasıdır.
 
Ancak her şeye rağmen komünizm, felsefenin yerine ikame edilmeye çalışılmış bir ideolojidir. Nitekim komünizmin ideoloji vasfını kazanması da reel sosyalizmin yaşandığı dönemde gerçekleşmiştir. Bu dönemde siyasi ve ekonomik olanı tek gerçeklik olarak algılayan komünist parti, özgürlük ve eşitlik kavramını komünizme feda ederek yasakçı bir düzen kurmuştur. Komünizmin bilimsel bir mantıktan tözsel bir akıla dönüşmesi, bu jargonu kullananları halkın gözünde kibirli siyasetçi katına yükseltmiştir. Komünizmi kibirli bir söyleme ve sisteme dönüştürmüştür.
 
Bazı Marksistler ütopik sosyalizmi bilimsel olmadığı için eleştirmişlerdir. Ancak kendilerinin de aynı sulara açılması oldukça ilginçtir. Bu anlamda Ortodoks Marksizm’in komünist ütopyası, sosyalist ütopyalar ile aynı kanaatlere dayanır. Komünizm idealinin içine düştüğü kafa karışıklığı kendi öncülü olan felsefeye düşman kesilir. Kendi varlık sebebini ezip geçer.
Bunun en güzel örneğini dinler tarihinde görebiliriz. Dinlerin felsefeyi kendi hâkimiyeti altına alma çabası ya da felsefeyi hiçleştirme gayreti her zaman olmuştur. Ancak Spinoza, felsefeyi ve siyaseti teolojiden ayıran kişi olarak sahneye çıkmıştır. Spinoza bu çabası ile özgürlük kavramını felsefeye iade etmiştir.
 
Spinoza’nın siyaset ve felsefe ile ilişkisi hiç de son dönem komünistlerin kurduğu bir ilişki biçimi tabii ki değildir. ‘Komünistler için her şey işçi sınıfının iktidarında son bulacaktır. Eşitlik ve özgürlük proletaryanın iktidarı ele geçirmesi ile sağlanacaktır.’ Bu geleceğe dönük kanı toplumsal olayları tek bir sonuca bağlayan teolojik bir soyutlamadır.
 
Felsefenin kaç bin yıldır çözemediği sorunları çözmüş gibi yapan komünizm fikri, kendi öncülü olan fikirleri; eşitlik ve özgürlük fikirlerini, ekonomik bir süreç ile sınırlıyor, ona biçim veriyor ve ona istediğini yaptırıyor. Yani felsefenin pabucu dama çoktan atılmış oluyor. Bu kibirli siyaset anlayışı sadece komünistlere özgü değil, birçok siyasi akım da benzer bir kibri taşıyor. Ancak komünistlerin eşitlik ve özgülük etiğini hatırlaması ve felsefeye yeni imkânlar için geri dönmesi gerekmez mi?
Felsefecilerin dünyayı kavrama anlayışının kişisellikten öte bir felsefe geleneğine, yani insanlığın düşünce mirasına dayandığını hatırladığımız oranda felsefeyi komünizme feda edemeyiz sanırım. Komünizm, felsefeye inandığı oranda ortak etik olan eşitlik ve özgürlük ortak paydası üzerinden yeni olanaklara dönüşebilir. Yoksa siyaseti, felsefeyi ve ekonomiyi aynı torbaya atıp bu torbadan komünizm çıkarmak aklın sefaletidir.
 
Kapitalizmi bir ütopya olarak da okuyabiliriz. Kapitalizme arada kâbuslar gördüren şey de hâlâ hazırda eşitlik ve özgürlük talebinde bulunan toplumsal kesimlerin çığlıklarıdır. Bu anlamda insanlık tarihi komünizmin etik değeri olan eşitlik ve özgürlük meselesini, üretim araçlarının ortaklaştırılması ilkesi adına, halının altına süpüremez. İnsanlık tarihinin deneyimlerinden, neşeli karşı çıkışlardan uzaklaşarak ütopya kurmacasına hapsolamaz. Üretim araçlarının ortaklaştırılması meselesini tek bir iradeye bağlayamaz. 
 
Bu tekçi yaklaşımlardan uzaklaşmak için komünizmin etik değerlerine, yani eşitlik ve özgürlük kavramlarına yeniden dönmeliyiz. Bunun da yolu komünizmi felsefeden ayrıştırmaktır.


Etiketler:
İstihdam