26/11/2018 | Yazar: Ali Özbaş

+18’lik bir Freddie filmini ben de damarlarımdaki kanın akışının hızlandığını hissederek zevkle izleyecek olsam da bu filmin onun geyliğine halel getirmediğine inanıyorum.

+18’lik bir Freddie filmini ben de damarlarımdaki kanın akışının hızlandığını hissederek zevkle izleyecek olsam da bu filmin onun geyliğine halel getirmediğine inanıyorum.

Freddy’nin Ölümü: Son Kâbus-Freddy’s Dead: The Final Nightmare filminin de vizyonu yaklaşmıştı, genelde filmsever, özelde de korku filmi aşırı sever iki arkadaş olarak ile Elm Sokağı Kâbusları’nın kötüsü Freddy Krueger’ın son macerasının vizyona girmesini iple çekiyorduk. Ve arkadaşım bir gün geldi, “Fredi de öldü” dedi gayet keyifsiz bir şekilde. “Yok yahu, daha ölmedi, gidelim izleyelim o zaman ölecek” dedim esprimi de patlatıp kendimce, Elm Sokağının Freddy’sinden bahsettiğini düşünerek. Film muhabbeti ile öldüğünü öğrendiğim Queen’in solisti (söz yazarı, besteci vs. vs. de aynı zamanda) Freddie Mercury’nin de bir gün film konusu olması kaçınılmazdı.

2010 yılından beri yılan hikâyesine dönen projenin yılan hikâyesi dikkatimi çekmiş miydi? Pek değil aslında. Nasıl olsa anlaşamadıkları neyse hallolur ve film karşımıza çıkar diye düşünüyordum. Süreci takip etmedim açıkçası. O sebeple olsa gerek tamamlandığı ve vizyona gireceği yazılıp çizildiğinde de süreci hatırlamadım. Mr. Robot dizisinin sevdiğim oyuncusunun rol alması da ekstra heyecanlandırmamıştı beni. Sanırım bir Queen veya Freddie hikâyesinden çok bir film olarak ilgimi çekiyordu Bohemian Rapsody. Zaten Sezen Aksu dışında bir takıntım olmadığından bir grup ya da müzisyenin diskografisini de bilmem etmem. Ama sevdiğim şarkıları olan, zevkle dinlediğim, sevgilimin albümlerinden birini aldırdığı bir gruptu. “I want to break free” şarkılarının klibinin de TRT ekranlarında döndüğünü hatırlarım.

Elbette AIDS’in dünyadan göçüp gitmesine bahane olduğu ünlülerden Anthony Perkins ve Rock Hudson’ın dışında Freddie Mercury gelir aklıma. Özellikle o yıllarda bu durumun tam da bir kişinin zamanında kesin dille kabul etmediği cinsel kimliğinin kanıtı gibi sunulmasının da etkisi ile neredeyse etiket gibi kalmıştır aklımda.

Tavşan dişleri, ilk anda bayağı bir protez bu ya, makyaj bu yahu dedirtse de -ki işin aslında yakın temaslarda böyle özelliği olan arkadaşım mı olmuştu da bu fikre kapılmıştım?- kısa sürede gerçek hayatta da sesinin gücünün sebebinin bu dişlerin olduğunu da öğrenip gözümüze batmamaya başlıyordu. Hiçbir zaman benim cinsel çekim merkezimde yer almamış olsa da Freddie daha mı yakışıklıydı ne sorusunu sormadım desem yalan olur. Ancak, herhangi bir şarkıdan, yapılacak hayalinden bahsederken Rami Malek’in Freddie’ymişçesine gözbebeklerinin içindeki ışıltının bile çok başarılı olduğunu belirtmeliyim.

Mary, “üstündeki kıyafete bayıldım” diyerek iletişim kurduğu -e işte geyliği ordan belli ya-, sonrasında bir süre sevgili olduğu, hatta evlilik teklif ettiği, üstüne üstlük cinsel yöneliminin ayırdına vardığında ilk açıldığı kişi. Sonrasında da yaşamından çıkmasını istemediği bir hayat yoldaşı… Mary’ye “galiba ben biseksüelim” dediğinde Mary çok net bir şekilde cevap verir; “Hayır Freddie, sen geysin”.

Kimi seanslarda salonlarda “aaa gey miymiş?” şaşkınlığını duyan arkadaşlardan anlıyoruz ki bazı Queen severler bu film sayesinde bunu öğrenmiş oluyor.

Bir yol üstü durakta kendisine davetkâr gözlerle bakan kamyon şoförünün ardından gideceği tuvalet ile sekste erkekleri seçtiğini kesinkes öğreniyoruz Freddie’nin. Sonrasında da arka planda seri şekilde aksa da leather bardan eğlenceli partilere kadar erkeklerle muhabbetlerinden haberimiz oluyor.

Cinsel yöneliminin “dürüst ol, kimlerden hoşlanıyorsun” tarzı sorularla ortaya çıkarılmaya çalışılıp, muhabirlerce köşeye sıkıştırma manevraları aklıma zamanında Tarkan’ın benzer sorularla karşı karşıya kalmasını getirdi. Bir arkadaşımız bu soruları soran muhabirleri takdir edip, Tarkan’ın güler yüzle sorulan bu sorulara dürüst cevaplar vermesi ile hem gizli kalma yükünden kurtulacağını, hem de muhabirlerin ve basının zaten bunu söyleterek bir nevi diğer insanların da önünü açacağı saflığında inanışını dile getirmişti. “Değil, bakma sen o güler yüzlere, dertleri dürüst açılmalara sebep olmak değil, ifşaya zorlamak” dediğimizde ise yıllarca yurt dışında kalmış olmanın da saflığı ile şaşırmıştı. Nitekim artık çoluk çocuğa karışmış bir Tarkan’ın cinsel yönelimi kimsenin merak konusu bile değil!

Proje ilk görünür olduğunda ismi geçen Sacha Baron Cohen cinselliğin yok sayılarak, +18’e de takılmadan ailecek seyredilebilir bir filme dönüşmesi dolayısıyla projeden ayrıldığını açıklamıştı. +18’lik bir Freddie filmini ben de damarlarımdaki kanın akışının hızlandığını hissederek zevkle izleyecek olsam da bu filmin onun geyliğine halel getirmediğine inanıyorum. Eğer ki telif durumlarından dolayı böyle bir filmin gerçekleşme ihtimali de olmuyorsa, film parodileri yapma konusunda kendi janrında ayrı bir yeri olan men.com’dan bu tarz bir film bekliyorum.

Filmin kendisi için değilse de Türkçe altyazı -ki aslında o da filmcilerin dağıtıma verdiği tekste göre çevriliyor, sonuç itibariyle yine de yapımcıların inisiyatifinde olmalı- döşenirken, şarkı sözlerinde de Türkçe çeviriyi aradım. Gerçi arkadaşlarla fikir alışverişi yaptığımız konuşmalarda farklı sesler de çıktı bu konuda; olmaması yönünde düşünenler olsa da ben ısrarcıyım, şarkıların sözü de olaydı keşke…

Seslerin stereo kanallardan birinden diğerine geçişli gelmesinden, enstrümanlara çeşitli deneysel materyaller ekleyerek farklı sesler elde etme çabalarına, işitsel ve görsel zenginlik arayışlarına, albüm çalışmalarından plak yapımcısı ile pazarlıklarına kadar bir kısım bilgilendirici sahneler de mevcut.

Son kısmı tamamıyla Live Aid konseri performansına ayrılmıştı. Peş peşe söylenen şarkılar ve seyircinin, tv başındakilerin coşkusu ile sinema salonunda oturduğunuz yerden kıpır kıpır kıpraşmıyorsanız coşkunuzu iyice yitirmişsiniz demektir. İnsan ister istemez kaptırıyor kendini ekrandan taşan bu enerjiye çünkü. Konserin bitişinde, Freddie’nin ölümü ile ilgili birkaç yazılı bilgi veriliyor ve jenerik akarken gerçek görüntülerle birlikte 2 şarkılarını daha dinletiyor bizlere film. Kapanış şarkısı “Show must go on” elbette…

Beklentilere göre oldukça farklı eleştiriler de döküldü ortaya haliyle. Filmde yer alan şarkıların yıllara göre yanlış bir sıralamada olduğu, sevgilisi ile aslında hasta olduğunu öğrenmeden çok önce beraber olmaya başladığı ve hatta hastalığını öğrendiğinde “istersen gidebilirsin” dediği halde, kendisi ile ölene kadar beraber olduğu gibi doğru/yanlış eksenli itirazlar kadar geyliğinin, cinsel yöneliminin altı hiç bile çizilmemiş, yaşadıklarının kendi seçimleri olduğu, hak ettiği şekilde mutsuzluk yaşadığı gösteriliyor şeklindeki zorlama değerlendirmelere rastladık kısacık sürede. Kişilerin değerlendirmesidir, ben de filmin avukatlığını yapacak değilim. Yine de geyliğinin yok sayıldığına hiç katılmıyorum. Diğerlerinin heteroseksüel ailelere sahipken Freddie’nin “sizin aileleriniz var” itirazını ise hiç de “ne kadar güzel sizin aileleriniz var bense zavallı yalnız bir kovboyum” tarzında algılamadım. Aksine bir haykırıştı bu.

‘Filmler, kitaplar, yazılanlar, anlatılanlar ne kadar güveniliri bir kenara bırakıp kesin gerçeklerden mi beslenmelidir sadece’ye varan soruları sorun kendinize ve ne istediğinize karar verin. Hayatın kendisinde bile tek gerçek yoktur; her ilişkide o ilişkiyi yaşayan iki kişinin gerçekleri bile farklıdır zaten. Ama yine de olmamış durumları var olan gerçeği çarpıtarak bizlere sunmaya çalışanlara da gözü kapalı inanmadan değerlendirebilmeliyiz sunulanları.

Gerçek hayat hikayeleri okuyup sevdiğiniz bir kitabın filme uyarlanması gibidir. Ne kadar iyi bir film olsa da eksik bıraktığı, kitaptan almadığı yerler illa ki vardır. Gerçek hayattan da alınmadık yerler, kişiler olduğu gibi, olayların akış tarihi, kişilerle bağı değiştirilebiliyor sıklıkla. Tamamen çarpıtılmadığı müddetçe buna benim itirazım yoksa da sevdiği bir gerçek kişiliği perdede böyle eksik gedik görenlerin hayal kırıklığı ve isyanı da anlaşılabilir oluyor haliyle.

İlk andan itibaren süresi boyunca bir an bile sıkmadan, müziğine gayri ihtiyarı tempo tutmama yol açarak, son kısmını Live Aid performansına ayırmasının etkisi ile tam bir konser havasında tamamlayan, yükseliş ve düşüş ve ardından toparlanışı, düşüş kısmının acısını artırmadan ve çok da göze sokmamayı tercih ederek seyircilere sunan, benim zevkle izlediğim, salondan Freddie’nin kaybından dolayı biraz üzgün, çokça mutlu mesut ayrıldığım bir film olmuş Bohemian Rapsody.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam