23/04/2013 | Yazar: Osman Bulugil

Küreselleşme süreciyle beraber pazar ilişkilerinin daha da belirginleştiği futbolda, artık oyuncular bu ilişkiler içinde dolaşımdaki birer meta konumlarıyla öne çıkarken aynı zamanda bu pazar ilişkilerindeki meta olarak dolaşımlarının yeniden üretilmesi için reklamların da birer nesnesi konumundalar.

Küreselleşme süreciyle beraber pazar ilişkilerinin daha da belirginleştiği futbolda, artık oyuncular bu ilişkiler içinde dolaşımdaki birer meta konumlarıyla öne çıkarken aynı zamanda bu pazar ilişkilerindeki meta olarak dolaşımlarının yeniden üretilmesi için reklamların da birer nesnesi konumundalar. Erkeklik vurgusunun öne çıkartıldığı birçok reklamın futbolcular yoluyla çekildiği aşikar. Bunun yanı sıra milli maç reklamlarında, reklamın bir parçası da milliyetçiliği kabartan ve bununla da ürünün tüketimini artıran, reklam nesnesi oyuncularla da bunu pekiştiren (özellikle Türkiye’de) bir yapıdan söz edebiliriz.
 
Öncelikle futbolda öne çıkartılan fair-play ile başlayalım. Bu kavram ve bunla beraber üretilen değerler cinsiyetçiliğe hizmet ediyor. Çünkü futbolda bir kişilik modeli sunuluyor ve bu kişilik modeli de erkekle özdeşleştiriliyor. Bu özdeşleştirmeyle beraber, artık kişilik modelinin şef/lider vb. özelliğinin bir parçası olan kazanma arzusu ve bunu da kuralına uygun bir biçimde yapmaya gücü olması, cesareti olması hali erkekliğe vurgu yapıyor. Zaferi her koşulda her yolla değil, “şovalye” yetenekli erkekliğe vurgu yaparak kazanmak.
 
 Toplumda birer yıldız olarak sunulmaları, reklamların nesnesi olmalarıyla futbolcuların rolü sadece sahadaki oyunlarıyla açıklanamaz. Her yıl değişen ve artık bir moda tasarımın ürünü olan formaların tanıtımları da futbolun ideolojik işlevini yansıtıyor. Lisanslı ürünleri tüketen müşterilere yapılan sunumda birer reklam yıldızı olarak futbolcular ve mankenler kullanılıyor. Bu noktada futbolcular hem reklamın nesnesi, hem de sahadaki oyunun öznesi konumundalar. Fakat mankenler için durum daha farklı. Oyunla hiçbir alakaları yok. Kadın vücudunun bir reklam nesnesi olarak kullanılması zaten kapitalizmde bilinen bir durum. Bu noktada futbol üzerinden toplumdaki kadına biçilen rolden, kadın vücudunun reklam nesnesi olarak yeniden üretilmesi ve meşrulaştırılması karşımıza çıkıyor.
 
CİNSİYETÇİLİK
Toplumsal cinsiyet düzeni, kadınlık ve erkeklik tanımları yoluyla erkeğin kadın üzerindeki avantajlı konumunu sağlayan kadın ve erkek arasında tarihsel olarak kurgulanan iktidar ilişkilerini ifade etmektedir. Toplumsal cinsiyet düzeni içinde kadının spor deneyimini meşrulaştıran ideolojik süreç, kadın ve erkek arasındaki biyolojik fark ve bu farkın yarattığı erkek üstünlüğü düşüncesi ile başlar(1).
 
Biyolojik farklılık temelendimesinin üretilmesiyle kadın öteki konumuna itiliyor. Bu algının inşa edilmesinde spor praitklerinin yerini vurgulamamız gerekiyor. Güç, dayanıklılık, başarı, yüksek performans, rekor gibi kavramlar yoluyla üretilen algıya pratik karşılık aranıyor ve kadının fizyolojileri gereği zayıf olduğu miti üzerinden kurularak bedenlerinin denetimi sağlanıyor. Bu süreçle de artık meşrulaştırılan biyolojik farklar kadını ötekileştiriyor. Erkek bedeni genel olarak güç üzerinden konumlandırılırken, kadın bedeni de daha hassas, kullanılabilir ve cinsel bir nesne konuma indirgeniyor ve birçok fiziksel aktiviteyi yapması da engellenmiş oluyor.
Britanya Hanımlar Futbol Kulübü oyuncuları. Kulübü 1894’te 30 kadın kurmuş.
 
Farklı bir örnekle devam edelim: 2011–2012 sezonunda seyircisiz oynama cezası alan kulüplerin maçlarında kadın taraftarları gördük. Öncelikle seyircisiz maç oynamak bir cezaya karşılık geliyor ve bu cezanın dönüşmüş hali de boş tribün yerine kadınların tribünde olması. Bu algının altıda da şu yatıyor: kadınlar futbol taraftarı olmadığı… Böylece kadın, seyircisiz maçlarda tribünü dolduran bir nesne konumuna indirgeniyor. Bugün erkeklik kodlarının yeniden üretildiği mekanlar olarak karşımıza çıkıyor stadyumlar… Bu noktada Bora’dan yapacağımız alıntı anlamlı olsa gerek:
“Zira erkek-egemenlik oyunun kendisinden çok orada soluk alıp veriyor. Tribün şarkılarının, sloganların, tezahüratların maçist cinsiyetçi içeriği, herkesin malûmu. Taraftarlar, hasım saydıkları herkesi (rakip takımlar, onların taraftarları, yöneticileri, hakemler, spor bürokrasisi yetkilileri, bazen de kızdıkları kendi oyuncu ve yöneticileri), her şeyden önce ona bir cinsî ’zaaf’ atfederek aşağılarlar: orospu veya ibne diye küfrederler. Kendi üstünlüklerinin mecazı da erkek olmaktır. Tersi de geçerli: Erkek olmanın mecazı da, üstün olmak, yenmek, ezmek. Gol atmanın ve galip gelmenin eşanlamlıları ’sokma’, ’koyma’, ’girme’dir. Cinselliği bir ezen-ezilen ilişkisi, altta kalma-üste çıkma mücadelesi olarak; erkek cinselliğini sevişme değil de bir tahakküm pratiği olarak tahayyül etmenin dili, tribün tezahüratlarında, sloganlarında kendi şehvetini çoğaltır(1)”.
Tribünler, taraftar grupları medya yoluyla yeniden üretilen cinsiyetci dil ve bununla ilişkili tribün pratiklerinin bir örneği Fenerbahçe-Spartak Moskova maçında açılan pankart. Stadyumların yanı sıra, spor üzerinden erkekliğin yüceltildiği reklamları saymaya gerek yok sanırım. Ya da spor gazetelerinin isimleri (Anlık Medya Kulvarı = Açık Mert Korkusuz Spor Gazetesi) ve başlıkları, futbolu bilen (!) eski futbolcuların spor programlarındaki yorumları(2)… Cinsiyetçiliğin, medya yoluyla yeniden üretilmesi ve gündeliğin içine itilip normalleştirmesine karşılık geliyor. Üretilen dil ve pratiğe yanısmış haliyle birlikte kadının futbolda özne olduğu dışsallaştırılıyor.
 
*29.08.2012 Fenerbahçe-Spartak Moskova maçında açılan pankart
 
Bu noktada Maribel Dominguez Castelan’dan bahsedelim: Meksikalı futbolcu, 2005 yılında Dünya’nın en iyi kadın futbolcu ödülünü alan Marigol, daha onlu yaşlarda bir erkek takımında oynuyordu. Dışlanmamak için de kendisini Mario olarak tanıtıyordu. Futboluyla scoutların gözüne takılan Marigol’e bir gün kadın liginde oynarken antrenörlerinden biri kadın olduğunu ispatlaması için pantolonunu indirmesini istemiş. Maribel’in cevabı da şu olur: “tamam kabul, ama karşılığında sizde aynı şeyi yaparsınız.”(3)
Marigol, 2004 yılında Meksika takımlarından A.Celaya taımıyla iki yıllık sözleşme imzalar. Ama hiçbir zaman bu takımın formasını giyemeyecektir. Çünkü Atletico Celaya erkek takımdır. FİFA her zamanki gibi kadınlarla erkeklerin birlikte futbol oynayamayacağına kanat getirdmişti. Fakat amatör düzeyde bunun çok kez kırıldığını da unutmayalım. Yazımızı bitiriken sözü Guillermo Almeyra’ya bırakalım:       
“Tecrit futbol sayesinde kırılabilir;
Futbol ile sisteme ve iktidara birçok gizli gol atılabilir”.

_____________________________________________________________________________________

(1)    Canan Koca & Nefise Bulgu. (2005). “Spor ve toplumsal cinsiyet: Genel bir bakış”. Toplum ve Bilim, 103, 163–184.

(2)     Bora, T. 2009. “Erkeklik ve Futbol: Beşlik Yeme Kaygısı”, http://www.kaosgl.com/sayfa.php?id=2983

(3)    Azzelini D, Thimmel S. 2006. Futbolistas: Futbol ve Latin Amerika. Otonom Yayıncılık. İstanbul
 

Kaos GL Dergisi 129. Sayısında yayınlandı.  


Etiketler: yaşam, spor
İstihdam