11/06/2012 | Yazar: Osman Bulugil

Haziran boyunca sürecek olan Avrupa Futbol Şampiyonası’nda sponsorların reklamları, TV yayınları, batısından doğusuna doğru dayatılan tüketim kalıplarıyla birlikte üretilen ‘oyunsuz’ futbolun gösterisi sahne alacak.

Haziran boyunca sürecek olan Avrupa Futbol Şampiyonası’nda sponsorların reklamları, TV yayınları, batısından doğusuna doğru dayatılan tüketim kalıplarıyla birlikte üretilen ‘oyunsuz’ futbolun gösterisi sahne alacak.   

Haziran ayı boyunca sürecek olan Avrupa Futbol Şampiyonası’nda (EURO 2012) sponsorların reklamları, TV yayınları, batısından doğusuna doğru dayatılan tüketim kalıplarıyla birlikte üretilen ‘oyunsuz’ futbolun gösterisi sahne alacak. Teknik adamların gıptayla baktıkları Barcelona’nın total futboluna karşı, birer Mourinho olarak kazanma pratiklerine adanmış, kazanamıyorsan da kaybetme algısıyla takımlarını sahaya sürecekler. Valery Lobanovski’nin mirası olan yaratıcı futbolun, ülkesindeki turnuvada olamayacağı, didişmelerin hâkim olduğu bir gösteri izleyeceğiz. Gösterinin pazarlandığı turnuvada şirketlerin kazançları oranında Ukrayna ve Polonya başarılı ev sahipleri olarak sunulacaklar. İşsizler ordusunun izlediği/tükettiği futbol, bir kez daha Avrupa’nın sömürü ilişkilerini örttüğü rengârenk bir aya sahne olacak. Sahada birer hareketli reklam panosuna dönüşen futbolcuların ne kadar robotlaştığını gösteren verilere de (hassas kameralarla oyuncu istatistiklerinin sunulmasına) sponsor şirket aracılığıyla ulaşacağız.

Öncelikle sömürünün küreselleşmesinin bir boyutunu da eski SSCB ülkelerinin yaşadığını belirtelim. Polonya örneğine baktığımızda 2009–2010 sezonundan bu yana göçmen oyuncu yüzdesi 18.3’ten % 34.4’e yükselmiş. Yine Macaristan’da bu oran % 23.5’ten % 33.4’e yükselmiş. Polonya ve Ukrayna futbol kulüpleri, tüketimle ilişkili seyirci profili, transferler (özellikle Latin Amerikalı futbolcular), UEFA’nın turnuvalarına eklemlenmesiyle sömürünün büyümesini yansıtıyor. Artık Ukrayna Ligi’nde, Lucescu’nun Shaktar’ı ileri kapitalistleşmiş ülkelerin kulüplerinin yolunu izlerken, bu süreç de ligdeki tekelleşemeye karşılık geliyor.
 
Sermaye sınıfının futbol pastasını sürekli büyütme çabası ve büyütürken de, bu büyümenin ancak sömürüyle olabileceğini vurgulayalım. Örneğin, 2010 Dünya Kupası için inşa edilen stadyumlardan Güney Afrika’da inşa edilen Nelspurit kentindeki Mbombela stadı, 80 milyon avro civarında maliyeti olan, -diğer statlarda olduğu gibi- bir mimari başarı vb. ya da Güney Afrika Cumhuriyeti’nin modernleşmesi olarak sunulmuştu. Fakat gerçek gösterilenin çok ötesinde: Mbombela Stadı yapılırken Mastefani kabilesine ait atalarından kalma 118 bin hektarlık alan işgal edilip, kabile göçe zorlanmıştı. Ukrayna’da inşa edilen yeni Lviv Stadyumunda 3 grup maçı oynanacak ve 90 milyon avro civarı bir maliyete sahip. 5 maça ev sahipliği yapacak olan Donetsk Arena’nın maliyeti de 300 milyon avro.
 
Örneğin 1978 dünya kupasında Arjantin’de diktatörlüğün dünya kupasının ışıltılı görüntüsünün hemen yakınında yaptığı katliamları örtmesinin bugün de devam ettiği aşikâr. Kupada General Videla’nın FİFA patronu Havelange’ye nişan taktığı sahneden, Arjantin diktasını selamlamayan Hollandalı oyunculara kadar. 2014’te Brezilya da yeni havaalanları, otoparklı stadyumlar, lüks basın merkezleri yapılacak. Brezilya’da da, ışıltı büyüdükçe sömürünün de ne kadar büyüdüğü gizlenmiş olacak (Bugün Ukrayna ve Polonya’da olduğu gibi). Yeni yapılan bir stadyumun hemen iki sokak arkasındaki bir kenar mahallede insanlar açlıktan kırılırken (turnuva için yerlerinden sürülürken), stadyumlarda milyon dolarlık ayaklar gösterinin futbolunu pazarlayacak, basın da Brezilya devletinin ne kadar iyi bir iş çıkardığını, çok güzel tesisler ve organizasyon yaptığı vurgulayıp duracak.
 
Gelelim 2022 Dünya Kupası’nın Katar’a verilmesine… Buradaki meseleyi sadece serbest piyasa kavramlarıyla açıklamaya çalışmak yetersiz kalıyor. Piyasa açısından verimlilikleri tartışılmayacak İngiltere’nin projesi devre dışı kalırken, İngiltere’yle kıyaslanma şansı olmayan Katar’ın projesi mutlu sona ulaşıyordu. Burada daha karmaşık ilişkilerin olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Sadece piyasanın optimumu belirleyici olmuyor, FİFA’nın devletlerle olan ilişkilerini de göz önüne almak gerekiyor. Ekonomik ilişkilerini de içeren daha karmaşık iktidar ilişkileri mevcut. FİFA, çok uluslu şirketlerle olan ilişkiler kadar, kendi yarattığı elitin de çıkarlarını gözetiyor.

Etiketler: yaşam, spor
İstihdam