30/05/2012 | Yazar: Hakan Bilge

Gazap Üzümleri, halen modernite sancıları çeken, ekonomik krizler yaşayan, işsizliğin çemberinde sıkışan, yoksullukla kavga eden bütün az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeleri kapsayan bir bakış açısına hâiz.

“Benim bir senede öğrendiğimi, size anlatmaya çalıştım arkadaşlar. Ben, iki çocuğum ve karım ölünce anladım. Bana kimse bir şey söylemedi. Size, çocuklarımın çadırın içinde, göbekleri şişmiş, bir deri bir kemik kalmış hallerini anlatamam. Yavru köpekler gibi sızlayıp inliyorlardı. Ben etrafta koşturup iş arıyordum. Para için değil, maaş için değil. Bir fincan un ve bir kaşık yağ için. Sonra doktor geldi. ‘Bu çocuklar kalp yetmezliğinden öldüler.’ dedi. Kâğıtlarına bunları yazdı. Kalp yetmezliği mi? Küçük göbekleri bir domuzun mesanesi gibi şişmişti...”
(Gazap Üzümleri’ndeki bir proleter)
 
Amerikalı yazar John Steinbeck’in Pulitzer ödüllü, 1929 ve sonrasındaki Büyük Bunalım (Great Depression) yıllarını fon alan oylumlu, iç burkan romanından uyarlanan The Grapes of Wrath (1940, Gazap Üzümleri); metne genel olarak sâdık kalsa da nihaî sonu itibariyle optimist vizyonunu koruyan ve bu bağlamda da bireyin varlığına, aidiyetine bir liberal olarak saygı duyan yönetmen John Ford’un Amerikan halkına olan güvenini, hayranlığını ortaya koyan çok etkileyici bir klasik.
Ford’un -kimi kez can sıkıcı da olabilen- ulusalcı, nostaljik, ortajen Amerikan değer yargılarına bağlı bir yönetmen olması hasebiyle Gazap Üzümleri’nin özünü çarpıttığı yönünde birtakım eleştirilere hedef olduğunu biliyoruz; fakat yoğun ve gerçekçi (realist) bir kapitalist hicvin filmin temel dinamiğini oluşturduğu kuşku götürmez. Oklahoma’nın Dust Bowi bölgesinde yaşayan Tom Joad (Henry Fonda) ve ailesinin, tarımda makineleşmenin çiftçileri har vurup harman savurduğu kabusvari yıllara denk gelen, daha rahat bir yaşam sürmek kaygısıyla Kaliforniya’ya yaptıkları hüzünlü ve umutlu yolculuğun izdüşümlerini; sonrasında yüzleşmek zorunda kaldıkları daha da çetin yaşam koşulları filmimizin sinopsisi. Kapitalizmin yarattığı binlerce işsiz yeni yüzyılın sefil göçmenleri olarak tarihteki rollerinin bedelini gücün ve sömürünün egemen olduğu bir dünyada evrensel bir trajediyle ödeyeceklerdir.
 
Temelde kapitalizm eleştirisi üzerinden işsizlik sorunları ve çalışma koşullarına, parçalanan aileler ve dağılan evliliklere bakan Gazap Üzümleri, Karl Marx’ın deyişiyle, “işçi aristokratları”ndan (1) patronların köpekliğini yapan kasaba şerifleri ve polislerine, işçi kooperatiflerinden ücret spekülasyonuna, açlık ve sefalet içre gömülmüş bir coğrafyada daha iyi bir gelecek yaratabilmek azmindeki küçük insanın mücadelesinden konjonktürel olarak dikkati çeken komünist düşmanlığı ve önyargısına uzanan çok geniş bir skalada dönemsel bir portre ortaya koyarken; yanı sıra ele aldığı temaların kimi açılardan aktüalitesini koruması nedeniyle de evrenselliği yakalayan bir film. Kuşkusuz bu niteliği, halen modernite sancıları çeken, ekonomik krizler yaşayan, işsizliğin çemberinde sıkışan, yoksullukla kavga eden bütün az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeleri kapsayan bir bakış açısına hâiz.
 
Türkiye’deki sıkıntı ve huzursuzluklar göz önünde bulundurulduğunda, konu yeterince geniş ve sağlam bir açıdan okunabilir. Elbette Büyük Bunalım Amerika Birleşik Devletleri kökenli bir sorunlar yumağına işaret ediyor; fakat bugün ülkesel krizlerin dalga dalga büyüyerek küresel bir evreye ulaştıkları da malum bir gerçek. (2) Dönemsel olarak Büyük Bunalım burjuva sınıfını başladığı noktaya geri dönmeye zorlamıştı. Mezkûr sorunun tarım ve sanayi işçilerini, kısacası küçük insanı daha da zorladığını, silindir gibi ezdiğini ve handiyse yokettiğini söylemeye gerek var mı?
 
İşte tam bu noktada Ford’un Gazap Üzümleri etkisini göstermeye başlıyor ve geleceğe dair vizyonunu umutla çizmeye çalışıyor. Tom ve kalabalık ailesi, düşük yevmiyelerle, semiren patronlarının ezici kurallarına boyun eğmiş olsalar da, giderek bir uyanış baş gösteriyor. Tom işçi örgütlenmesi ve grev üzerine düşünerek kafasında belirli bir rota çizmeye çalışıyor. Eğer işçiler birleşebilirlerse, yekvücut olabilirlerse, artık bir şeyler değişmeye başlayacaktır. Söz sahibi olunmak isteniyor ise, harekete geçmek zamanıdır şimdi.
 
Proletaryanın uyanışı ve kendi bilincine varışı anlamında kuvvetli tezler sunan Gazap Üzümleri, ortajen Amerikan mitosunun yegâne sözcüsü olan Ford’u da, Amerikan demokrasisinin savunucusu Fordyen geleneği de kesin kategorilerle değerlendirmememiz gerektiğinin altını çizmiş oluyor. (3) İlk bakışta bu, değişen, modern kurumlarını en yükseğe inşa eden Amerika’nın “kendi için sınıf” olmaya doğru yürüyen proleterlerinin yaşam mücadelesi. Sonrasında, ekonomik sistemin sorunsuzca işleyebilmesi için değişmez bir itici güç barındıran küçük insanın geleceği.
 
Geleceği kurmak ise proletaryanın ellerindedir. Bu bakımdan Ford’un, Steinbeck’in paha biçilmez hazinesine gururla sahip çıktığını mimleyebiliriz; çünkü Gazap Üzümleri’nin etkileyici konusunun realist tonlaması; öteden beri Bay ve Bayan Amerikalıların sâde ve alelade yaşam tarzına sahip ortasınıfının gözlemcisi olan Ford için elzem bir konu ve sefaleti, Thomas Hobbes’un, “İnsan, insanın kurdudur.” sözünü anımsatırcasına acımasızca vurgulayan belgeselvari biçemi (style) ve sinematografisi de (4) eşitsiz hayat koşullarını, toplumsal adaletsizliği betimlemede çok başarılı. Tüm ekibin devasa bir romanın altından hakkıyla kalktığını söyleyebiliriz. Steinbeck’in yapıtı ayrı bir başyapıt, Ford’un filmi ise ayrı bir başyapıttır. (5)
 
Notlar
 
1)   İşçi aristokratları grev kırıcı olarak, örgütlenmeyi ve birleşmeyi, toplu hareket etmeyi engelleyici bireyler olarak aslında normal işçi ücretlerinin üstünde para kazanan kapıkullarıdır. Bizden bir örnek verelim: Ömer Lütfi Akad’ın “Köy Üçlemesi”nin (sırasıyla; Gelin, Düğün, Diyet) son ayağı olan Diyet (1974) filmindeki Erol Taş’ı anımsayacaksınızdır. Daha iyi ücret kazanabilmek için işçi örgütlenmesini engelleyen, sendikalaşarak topluca hareket etmek isteyen işçileri baltalayan bu tipleme, her zaman varolmuş bir gönüllü patron kölesidir.
2)   Elbette bütün krizler zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasının itici gücü olmuştur. Fakat tikel ve münferit de olsa gerek Great Depression döneminde, gerekse de Türkiye’de yaşanan 1999 ekonomik krizinde, zenginlerin de küçüldüğünü, büyük kayıplara uğradıklarını mimlemeliyiz.
3)   John Ford farklı türlerde filmler de çekmesine karşılık genel olarak western filmleriyle anımsanan bir maestro olageldi. Kuşkusuz Gazap Üzümleri haricinde, How Green Was My Valley (1941, Vadim O Kadar Yeşildi Ki), The Informer (1935, Muhbir), Young Mr. Lincoln (1939, Lincoln’ün Gençliği), The Whole Town’s Talking (1935, Bütün Kent Söz Ediyor), The Quiet Man (1952, Kadın Satılmaz), Mister Roberts (1955, Bay Roberts) ve Mogambo (1953) gibi filmleri bu yargıyı kesin bir biçimde kırmıştır. Onun, farklı türlerde (genre) gezinmesine karşılık sinemasının en belirgin niteliği yolculuk izleği olarak işaretlenebilir. Yani göçebelik/ev karşıtlığı. Gazap Üzümleri’nde olduğu gibi, Stagecoach (1939, Posta Arabası), My Darling Clementine (1946, Sevgilim Clementine), The Searchers (1956, Çöl Aslanı), Cheyenne Autumn (1964, Baharda Hücum) adlı yapıtlarında da aynı karşıtlık sözkonusudur.
4)   Gazap Üzümleri “kişisel öykü ile belgesel yaklaşım ve tekniğinin birleşimi” olarak da değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme yapılırken Nine Men (1943, Harry Watt), The Overlanders (1946, Harry Watt), Boomerang! (1947, Geri Tepen Silah, Elia Kazan), Millions Like Us (1943, Sidney Gilliat & Frank Launder), The Way Ahead (1944, Carol Reed), In Which We Serve (1942, David Lean & Noel Coward) gibi filmlerin yanına konulmuştur.
Bkz. Sinemanın Öyküsü, Paul Rotha, İzdüşüm Yayıncılık, Çev. İbrahim Şener, 1. Basım, 2000, İst. s. 82
5)   Genelde majör romanlardan uyarlanan filmler uyarlandıkları yapıtın gölgesinde kalmışlardır. Fakat bu yargı Gazap Üzümleri için geçerli değil. Başta da belirttiğimiz optimist tematiği bir kenara bırakırsak tabii.
 

Etiketler:
İstihdam