27/11/2016 | Yazar: Emre Korlu

Keşke ileride birilerine anlatacak güzel bir anıdan ibaret olsaydı çocukluğum. Ne bileyim, annemi öldüren bir adamın oğlu olmak yerine, bir gorilin himayesinde yaşayan mutlu çocuk olabilseydim.

Adam haydutun tekiydi “para veririm vermesine de ama sen önce gel kucağıma otur!” derdi lakin ben onun kucağına en çok Zehra’nın astım ilaçları bitince otururdum. Benimle yapmadığı şey kalmazdı. Bir ara penceresinden baktığım evin dev ekran televizyonunda gördüğüm “pedofili” kelimesinin gözbebeklerimi kocaman yapan açıklamasıyla karşılaştığımda, bizim Hüseyin’in de sübyancı olduğunu anlamıştım. Tesadüf işte!

Bunu bile bile onun eline bakmak bir lokma ekmek için hem dilenip, hem meze olmak zor işti. Yaşım on iki idi yani iki yıl öncesi başıma gelebilecekleri bildiğimden susmak zorunda kalıyordum Hüseyin konuşacak olsam öldürürdü beni.

***

Günler bir şekilde geçiyordu; kışın üşüyorduk yazın da kışın zar zor bulduğumuz eski püskü şeylerle terliyorduk yani anlayacağınız fukaraydık. Hem de ne fukara!

Altı arkadaştık soyumuz sopumuz belliydi de bizi nüfusunda sayan kimse yoktu. Yokluğa alıştırmaya kendilerini hayatımızdan çıkarmakla başlamışlardı. Mesela elinde okul hatırası kitapla dolaşan ve onu hiç yanından ayırmayan Zehra; babalığı istemiyor diye annesi tarafından kovulmuştu evden.

Ne hayattı be! Geleni de gideni de sepet havası çalmıştı.

***

Çocukluğumun bittiği nokta sonun başlangıcı yani, Hüseyin ile karşılaştığımız o geceydi, bir şekilde yolu kesişen altı çocuk onun için büyük nimet demekti güya kol-kanat gerecekti bize. Otuzlu yaşlarında sakalına kıyamayan, ağzı leş gibi sigara kokan bir adama nasıl kanıp da aynı çatı altında toplandığımıza halen akıl sır erdiremiyorum.

Hepten boka saran hayatımın en büyük kabusu bedenimde hissettiğim parmak izleriydi. Hüseyin’in izleri...

Bir defasında karşı çıktım, “hayır olmaz canım yanıyor” dedim kolumu sıkıca tutup o kış kıyamette, yalın ayak halimle koydu beni kapının önüne. Öleceğimi düşünmeye başladım bunu anlamış olmalı ki pencereden bana gizlice baktığını gördüm. Yarım saat dayanabildiğimi hatırlıyorum yanına sokulmam için mahsustan aralık bıraktığı kapıyı itip elim mahkum girmiştim yorganın altına donmamak için o pis herifin altına yatmıştım.

***

Süleyman’ı yeterince dilenemediği için döven falçata lakaplı İbrahim'in üzerine sopayla saldırdığımda, Hüseyin'den korktuğu için bana bir şey yapamayacak olan zavallının Süleyman'ın üzerinde gösterdiği gövde gösterisi sona ermişti. Bu adamların sorunu kendilerinden aciz gördüğü varlığı ezmekten duydukları garip zevkti.

Anlayamadığım bir şekilde erk yapılarını bizim üzerimizde deniyorlardı.

“Ne iş versen yaparız ağabey” demekten duyduğumuz utangaçlık yüzümüze pembe bir dövme ifadesi katıyordu. Bunu hissettiğimizde çocuk olduğumuzu hatırlıyorduk.

Yazın para için el açmaktan ziyade işten kaytarıp apartmanların giriş katlarında bulunan dairelerin balkonlarına göz gezdiriyorduk. İnsanların toz bezi olarak kullandığına emin olduğumuz eski püskü kıyafetleri alıyorduk, ne de mutlu oluyorduk kimse bilmez!

Yakalandığımızı anladığımızda çok geçti; döşeğin altına soktuğumuz giysileri etrafa saçan Hüseyin, yüzüme hızlıca vurup eşek sudan gelinceye kadar dövdü beni. Zorla banyoya sokup kanayan boynumu ve ellerimi yıkarken, “Ahmet, Allahın cezası Ahmet” diye bağırmaya devam ediyordu.

Keşke ileride birilerine anlatacak güzel bir anıdan ibaret olsaydı çocukluğum. Ne bileyim, annemi öldürenbir adamın oğlu olmak yerine, bir gorilin himayesinde yaşayan mutlu çocuk olabilseydim.

***

İnsanların bizden iğrendiğini hissederdim. Onlar gibi olmadığımızı düşünürlerdi, bu yüzden yanlarında yürüyen çocuklarını uzak tutmaya çalışırlardı. Oysa aynıydık. Yalnızca onların daha masalsı hayatı vardı bizim suçumuz da kıytırık tulumun bebeleri olmaktı.

Açlık acayip dokunur mideye. En çok doyduğumuz günü hatırlıyorum. İyi para kazandığımız öğle sonrasını, Süleyman, ciğerimin yarası, “gazozuna maç yapalım” deyip koşarak gelmişti yanımıza, korkuyordum “Hüseyin görürse çok kızar oğlum, mahvoluruz” diyordum. Dinleyen kim? “Boşver Ahmet! Bir kez olsun mutlu olalım” diyordu.

Sonra başladı oyun. İlk defa mahallenin çocuklarıyla topun peşinde koştururken bulduk kendimizi. Harika bir histi; hatta gol bile attık lan! Vallahi bak gol bile attık. Gazozu kazanacaktık, Süleyman kana kana içecekti. Hüseyin gelinceye kadar her şey güzeldi. Hayat ilk defa güzeldi. Çekti bıçağı sapladı, Süleyman'ın böğrüne. Ne olduğunu anlayamadan yığıldı yere. Maç bitti.


Etiketler:
İstihdam