17/08/2016 | Yazar: Senem Alp

Bugüne kadar sosyalist hareket, eril baskısından ötürü ciddi oranda eleştiri aldı. Ancak, aynı zamanda referansı tam da buradan alıp kendini olumlayan, varlığını gizleyen daha başka bir erkeklik biçimiyle karşı karşıyayız: İnceltilmiş erkeklik.

“Ataerkinin yalnızca köklerinin değil, bugün hala var olduğu yetmiyormuş gibi her gün durmadan yeniden üretilen kalıplarının, en azından altı bin yıldır değişmediğini görmek, insanda gerçekten umutsuzluk ve karamsarlık yaratabiliyor” [1] demiş Fatmagül Berktay tezini hazırlarken ne kadar yıprandığını anlatmak için. Bu umutsuzluk ve karamsarlık duygusunu özellikle bu ülkede politika yapan birçok insan bilir. Bu umutsuzluk ve karamsarlık hissinin elbette sistematik, kurumsal erillikle büyük ilgisi var. Fakat ben bu yazıda -çoğu zaman tam da beni en çok yaralayan yer olmasından ötürü- bizden bahsetmek istiyorum. Çemberin içinden.

Feminist hareket kendisini ortaya attığı andan beri, çemberin içinde en büyük kavgayı sosyalist hareketle vermiştir. Bu kavga muhtemelen ülkedeki sosyalist hareketin gücünden, örgütlülüğünden bu kadar harlı. Örnek verecek olursak -bir sürü alıntı yapılabilir ama kendi adıma en çok öne çıkarmak istediğim alıntılardan biri şudur-: “Her sosyalist, emekçinin kapitaliste bağımlı olduğunun farkındadır ve başkalarının –özellikle kapitalistlerin kendilerinin- bunu görememelerini anlayamaz; ama aynı sosyalist, çoğu kez, kadınların erkeklere bağımlı olduğunu göremez, çünkü bu mesele, az ya da çok yalandan, kendi sevgili benliğini ilgilendirmektedir.” [2] Cümledeki bağımlılık meselesi günümüz açısından düşündüğümüzde tartışılır fakat bunun üzerine yazılan bir sürü yazı, kaynak hatta aynı derecede belge niteliği taşıyan teşhir metinleri vardır. Kadınların bir yandan hem hareketin içinde kalabilmek diğer yandan gerçekten “ezildiğini” kanıtlayabilmek için mücadele veriyor olması yetmiyormuş gibi hem de sosyalist hareketin merkezine koyduğu iktidar ile mücadele etmesi gerekmiştir. Sosyalist feministsen hareketten dışlanmak ya da hareketin dışında olmayı tercih etmenin hesabını vermek zorunda bırakılmak, sosyalist değilsen zaten klişeler listesinin başına geçen “burjuva ideolojisi” gibi zeminsiz eleştirilere maruz kalmak ise cabası. Bu alandaki eril baskı biçimi örgütlü ve sistematik bir hal için artık görünürlüğü de yüksek. Bugüne kadar sosyalist hareket bu konuda ciddi oranda eleştiri aldı. Ancak, aynı zamanda referansı tam da buradan alıp kendini olumlayan, varlığını gizleyen daha başka bir erkeklik biçimiyle karşı karşıyayız: İnceltilmiş erkeklik.

Feminist hareketin biyolojik determinizmi gündemine alması ve özcülük karşıtı, heteroseksist olmayan bir feminizm tahayyülü elbette alanın özneleri tartışmasını yeniden gündeme sokmuş oldu. Alanında cinsiyetsiz bir feminizmin imkânı sorgulandı. Tüm kimlik politikalarıyla beraber kadın ve erkek kavramlarının tanımlanabilirliği, sınırları sorgulandı. Bu süreçte de birçok yerde cinsiyet politikası yapmak isteyen na-trans ve trans erkekler örgütlenmelere başladı. Feminist hareketin ürettiği kadınlık ile yüzleşmeye gidildi. Erkeklik ve kadınlık üzerine inşa edilen tüm rollerin yıkılması adına ortak zeminler kuruldu. Peki, sonra ne oldu?

Öncelikle zaten bu yapılar sönümlendi. Hatta ciddi krizlerle sönümlendi. [3] Topyekün “erkekler şöyledir” demek istemiyorum ama huzurumuzda yeni bir erkek modeli üredi. Bu yeni erkek modeli yeri geldiğinde ortamlarda feminizmin baş savunucusu oldu, “Ben alanımda yerimi bilirim elbette eylemlere gelmeyeceğim” dedi. Özelde feminist arkadaşlarını “Ben aslında bunu yanlış buluyorum ama sizin kararınız tabii” diyerek darladı. Toplu halde bulunulan tüm alanlarda özgür cinsellik, çok aşklılık anlattı, girdiği her ortamı libidosuyla işgal etti. Libido işgalinden sıkılan feministleri ahlakçı ilan etti ve özelde feminist arkadaşlarını “Ben bu ülkedeki feministleri çok kapalı buluyorum” diyerek darladı. Büyük büyük cümlelerle bir sürü yazılar, durum güncellemeleri paylaştı, herkese kitaplar önerdi. Alan ihlali yaptığı, onun rıza olarak gösterdiği şeyin aslında rıza inşası olduğu söylendiğinde bir anda üstüne destan yazdığı cinsiyet politikasından “arzu politikası”na sıçradı. Bunun ortamdan en az biriyle sevişebilme gibi bir getirisi olması da mümkün. Daha sonra bu modelin tacizkâr davranışları görünür olmaya başladı ya da gizli bir erkek dayanışmasıyla bağı gözlendi. Peki, biz ne yaptık?

“İnatçı, histerik ve sinir bozucu” bazı insanlar olarak gidip bu insanlara, hem kendi deneyimimden hem de çokça dinlediğimden bildiğim kadarıyla “yapma” dediği anda ya ağdalı inkâr cümleleri ya da samimiyetsiz pişmanlık cümleleri duyduk. Bu noktada söyleyebileceğim çok bir şey yok, bu tür davranışlara kafa yorup analiz etmek istemiyorum. Hiçbir şekilde hiçbir iktidarı ikna etmek istemiyorum, yapmak istediğim tek şey kendimi örgütlemek. Alanımı aça aça. Çünkü beş dakika çay içtiğim yerde bile kendimi dert anlatırken bulduğumda silkelendim. Üzerinde “arama motoruna sor” yazan bir tişörtle gezmesi gereken ender hareketlerden biriyiz keza.

Velhasıl-ı kelam, benim esas yaram yol arkadaşlarımdan. Bugüne kadar bu tür konularda politik tutarlılığına göre şekillenen tüm ilişkilerim yol ayrımıyla sonuçlandı. Çünkü konuyla alakalı tacize maruz kalmış kadın hakkında “Nasıl?” diye sormayan bir sürü na-trans kadın arkadaşımın “Peki nasıl dönüşecek, bi’ kenara mı atalım?” gibi sorularını duydum. Asla bir kenara atalım diye düşünmüyorum. Hiçbir zaman da düşünmedim. Elbette bu bir dönüşüm süresi, kimseyi bitimsiz bir cezaya maruz bırakamazsın, hepimizin bu tozda dumanda izi var, evet. Ancak, kadınlar olarak bu alanlarda “izole etmek” dışında bir yöntemimiz kaldı mı? Sosyalist bir örgütte geçirdiğim onca zaman kızdığım erkeklerle hiç kavga edemedim, hep önümde kadınlar vardı. Şimdi o kadınlarla kanlı bıçaklı olmuşken o erkekler pişkin pişkin selam veriyorlar. Fakat bu nasıl tekerrürdür, feminist politikada beraber yürüdüğüm birçok kadın, nedensizce kadınların asla bulamadığı o şansı erkeklerin önüne serdi.  Tavır almamalarının nedenini sorduğumuzda “ama teşhir edilse keşke” dendi. Teşhir ettiğimiz birçok olayda da yine gelip “Napalım öldürelim mi?” dediler. Teşhir hakkındaki fikrimi çok net bilmelerine, üzerine dayanamayıp yazmış olmama rağmen

Kızgınım, kızgınız. Ama bir yolu, yöntemi var. Hala na-trans erkeklerle nasıl ortaklaşırız derdi bizim derdimizken bu insanlar cinsiyet politikası alanında örgütlenmiyor, örgütlendiklerinde de çıkan sonuçlar ortada. Yapılsın, yine denensin, yine deneyelim. Çünkü zaten inandığımız şey bu. Ama artık ciddi anlamda bu bizim, feministlerin sorunu değil. Sorun sadece “kadın sorunu” değil ve buna hepimiz iknayız. O halde bu politikanın tek yöntemi feminist alanların kıyısına köşesine yerleşmek değil. Bu noktada, yukarıda anlattığım gibi durumlarda, çoğu zaman alanlardan geriye çekilmek zorunda kalan kadınlarla ilgilenilmiyor bile. Fakat bu erkeklerin akıbeti büyük merak konusu. Nasıl dönüşecekler diye içimize dert ettiğimiz bu insanlara hiçbir şey olmuyor arkadaşlar. Konu unutulunca, yüzler değişince tekrar ortaya çıkıyorlar. Bu noktada herhangi bir şiddet, taciz vesaire gibi konulara müdahale etmek için illa X örgütünün bilmem nesi olmaya gerek yok. Sosyal alanlarımız eğer politik alanlarımızsa bu mekanizmaların işlemesi gerekiyor. Alanlardan çekilme, dönüşüm sürecine girme gibi durumlar failin kendi inisiyatifinde. Bizim kişi adına karalar bağlayıp onu yalnız bırakmamak için çırpınmamıza gerek yok, zaten yalnız kalmıyorlar, kalıyorlarsa da işte mis gibi “dönüşüm ortamı” sağlanmış oluyor.

Bu tür konularda çevresinde gerilim istemeyen, tutarlılığın yükünü taşımak istemeyen bir sürü yol arkadaşımız var. Bilmelerini isterim. Dayanışmak için ilk aklınıza gelenin fail olması, hangi politik kaygı cümlelerinin altına gizlenmiş olursa olsun, ortalığı ayağa kaldırdığınız medyatik istismar olaylarında olduğu gibi “suça ortak olmak”tır.

Bu erkeklerin, erkekliklerin önünden çekilin. Keza sizi de ittirmeleri, an meselesi.

[1] Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis Yayıncılık, s.7 

[2] Juliet Mitchell, Kadınlar: En Uzun Devrim, Agora Kitaplığı, s.4

[3] Bu Seferlik Böyle Olmasın, Söylemesem Olmazdı

Görseller: Fernando Vincente


Etiketler:
nefret