08/03/2009 | Yazar: Elif Gazioğlu

Muhtemelen başlık bile bize ilk elde bir iki ismi çağrıştıracak.

Muhtemelen başlık bile bize ilk elde bir iki ismi çağrıştıracak. Medyanın gey erkek sunumu deyince akla ilk gelen iki isimden bahsediyorum: Amerika’ya yerleşip bıyık bırakarak hidayete erdiğini söyleyen Aydın’la, rol aldığı filmde maço bir karakteri canlandırdıktan sonra, geçmişiyle yüzleştiğini ve ‘eski hayat tarzı’ndan pişmanlığını dile getiren Fatih Ürek. Bu insanlar, meselenin ‘hayat tarzı’ndan ötesini görebilmeyi ne zaman becerecek?! 

Serzenişe son verip konuya dönmem gerekirse, sonda söyleyeceğimi başta söyleyerek başlayayım yazıya; hem Türkiye hem dünya medyasında kabul gören eşcinsellik, feminen kalıplar içerisinde yaşanandır. Yani bugün, geyliğin sunumu, ancak feminen erkek modelleri üzerinden yapıldığında kabul görür. Çünkü bu tür bir gey rol modelin, heteroseksüel toplumun cinsiyet kodlarını ve normlarını tehdit etmeyeceği düşünülür. Batı Avrupa’daki bir çok ülkede de görsel medyanın geylere bahşettiği var olma alanı, feminen geylerden başkasına kapılarını açmaz. Dizilerde kendilerine rol verilen geyler parlatıcı sürülmüş dudaklarının arasından sürekli şen kahkahalar çıkan, bekar kadınların en iyi dostu feminen erkeklerdir. Çünkü bugünün erkeklik kalıbına uygun görünen bir erkeğin gey olabileceğine inanılmaz. Daha doğrusu buna inanmak istemez heteroseksüel zihin. Çünkü bu, bugünkü anlamıyla erkekliğe bir tehdit olur. Keza araştırılırsa, gey erkeklere yönelen şiddetin de daha çok erkeksi geyleri hedef aldığı görülecektir.
 
Geylere yönelik şiddetin nedenlerini anlamak için, erkekliğe tehdit algısını anlayabilmek çok önemli. Örneğin teoride, toplumda lezbiyen ilişkilerin ve lezbiyenlerin sayısının artması çok rahatsız edici bulunmaz. Bu savununun pratikte de kanıtı mümkün; lezbiyenler, erkek fantezilerine konu olur, yeni ve saçma lezbiyen karikatürleri yaratılır, iki lezbiyenin arasında bir heteroseksüel erkek sokulur ve böylece lezbiyenlik yeniden tanımlanır. Oysa erkeksi geylerin artışı toplumda bambaşka bir tepki doğurur. Bu tepki, çoğu zaman dışlama, en çok da şiddet şeklinde tezahür eder. Bunun altında da erkekliğe tehdit algısı yatar. O erkeklik, erkeği mutlak aktif, karşıtı olarak kurduğu kadını da mutlak pasif kabul ettiğinden, zihninde gey ilişkiyi, erkeğin de pasif olacağı bir durum olarak kurgular. Esasında karşı durduğu, reddettiği ve korktuğu budur; pasiflik, yani iktidarının elinden gitmesi.
 
Türkçe’deki iktidar kelimesinin kökeninin Arapça’daki muktedir’e dayanması, bu bağlamda ayrıca anlamlı. Heteroseksüel erkek zihni, iktidarını ‘yapabilmek/edebilmek’ üzerine inşa eder ve bu yapabilme durumunu, cinselliğiyle dolaysız bir ilişki içerisinde algılar. Dolayısıyla gey ilişki, bu zihinde, pasifliğe, yapamamaya ve nihayet iktidar kaybına işaret ettiğinden, kabul edilmez olandır. Bu anlamda, kadına yönelen şiddetle, geye yönelen şiddet arasında hem dolaysız bir bağlantı hem de fark var. Kadına yönelen şiddet, erkeğin tehdit algısının tetiklediği bir şiddet uygulama arzusu olmaktan ziyade, kendisinden aşağıda bulunanı yola getirme, kendisinden güçsüz olanın itaatini garantileme amacıyla uygulamaya yöneldiği şiddettir. Feminen olmayan geye yönelttiği şiddet ise, kendi varoluşuna, yani varlığını üzerine inşa ettiği sac ayaklarına tehdit olarak görmesinden kaynaklanır. Bu zihniyete göre feminen gey, zaten kendisini güçsüz olanın konulduğu sınırlar içerisinde konumlandırmış ve onun iktidarını baştan kabul etmiştir. Erkeksi gey ise, bir yandan, baktığımızda göremeyeceğimiz cinsel yönelimiyle, kendisini ‘gizli ve sessizce’ heteroseksüel iktidarın dışında konumlandırırken, bir taraftan da o iktidarın altını, içeriden, ama aba altından, oymaktadır. Bu yüzden kendisi, tehdit olarak algılanandır. Korkulan ve şiddetle karşı çıkılandır
 
İktidarı, cinsellikle ilişkisi içerisinde incelemek, heteroseksüel erkek zihnin baskıcı ve kendinden olmayanı dışlayıcı tutumunu anlayabilmek için elzem. Bununla birlikte, ‘heteroseksüel zihin’ derken kastettiğimin, içinde doğup büyüdüğü toplumsal koşullarla şekillenmiş bir duruş olduğunun altını çizmem lazım. Yoksa, her heteroseksüel erkeğin, kaçınılmaz ve değişmez/değiştirilemez bir biçimde böyle hissedeceğini, böyle düşüneceğini savunursak, cinsiyet ayrımcılığının olmadığı bir dünyaya olan inancımızı da bu yöndeki çabalarımızı da anlamsız kılmış oluruz.


Etiketler: yaşam
nefret