14/06/2013 | Yazar: Andaç Yazlı

On beş gündür devam etmekte olan, kendimi başından beri - eleştirel tutumu dışlamayarak - içinde konumlandırdığım Gezi direnişiyle ilgili birkaç laf etmem gerektiğini düşünerek küçük bir başlangıç yapmak istedim

On beş gündür devam etmekte olan, kendimi başından beri - eleştirel tutumu dışlamayarak - içinde konumlandırdığım Gezi direnişiyle ilgili birkaç laf etmem gerektiğini düşünerek küçük bir başlangıç yapmak istedim. Zira bu direniş kapsadığı zamanın yanı sıra tüm dağınıklığı, oluşturduğu örgütlü veya örgütsüz kitle unsuru, öne çıkardığı argümanlar ve barındırdığı birçok etmen ile gerçek manada bir başlangıç... Öncelikle küçük ölçekte, sınırlı tarihsel süreç çeperinde ve tabi ki en büyük etken dâhilinde bu direnişini yaratan, bugünkü boyutlara ulaştıran muhafazakâr hegemonyanın yaklaşık on yıllık tarihi (AKP) ile o hegemonyanın ’otoriteryan kişilik’ temelinde toplumun geniş kesimlerine sirayet etmiş kibrin ve hınç siyasetinin cisimleştiği kişilik yarılmasında (R.Tayyip Erdoğan) aramak gerekiyor. Fakat daha geniş ölçekte bakıldığında bu durum kendisini, Cumhuriyet ve modern siyasal tarihin içinde şekillenen mübadele ilişkilerinin; kültürel ağlara yayılan, geniş kesimleri kültürel ayrışmanın baskıcı denetimi de üreten toplumsal mekanizmanın işlerliğinde bulacaktır. Buda kapitalist modernizmin yayılımı kadar toplumların bu yayılıma gösterdiği tepkisel karmaşıklığı en azından anlamamıza katkı sunacaktır. Gezi direnişinin ise doğrudan kapitalizme yönelik, iktidarın karmaşık yapılanmasına politik ve entelektüel bir tavır aldığını iddia etmek yersiz olur. Bu tespit, direnişin beyhude ve hedefsiz doğrultuda ilerlediği düşüncesini yaratmamalı. Tam tersine iktidara yönelik itirazın, hangi yönden gelirse gelsin onu politik olanla eşgüdümlü kılabilme ve sistemin açmazlarını kavrayabilen başka bir siyaseti dolayıma sokma istemi olarak görülmelidir.

Gezi direnişiyle ilgili en çok ifade edileni tekrar etmek gerekirse bu bir seküler harekettir. Buradaki sekülerlik, dayanağını daha çok şehirlerde yaşayan, bohem yaşamın karakterize ettiği orta sınıf gençlerin yaşam pratiklerine doğrudan müdahalenin oluşturduğu bir tür dışavurumdan kaynaklanıyor.  AKP hükümeti söylemlerinde her ne kadar tersini savunsa da, muhafazakar toplum mühendisliğinin alenen hissedildiği, büyük oranda Başbakan’ın ifadelerinde yer alan ”ahlaksız gençlik”,”kafası kıyak gençlik” gibi nitelemeleri,  kadınların bedensel haklarını Kürtaj, sezaryen, ertesi gün hapları vs üzerinden kışkırtan, eşcinselleri homofobik alanın içinde krimanilize eden dini hassasiyetlerle örülü bu hegemonik dilin böylesi bir seküler harekete zemin sağlaması gayet anlaşılır birşeydi. Öte yandan tüm bunları gerçekleştirirken yıllardır Kemalist bürokrasinin dışladığı, yok saydığı, türlü haksızlıklara uğrayan başörtülü kadınlar üzerinden mağdur siyasetine soyunarak da, kof bir ahlakçılığı siyasi ranta devşirmeye çalışan pragmatist sağ siyasetin tüm reflekslerini açığa sermiş oldu. Dolayısıyla seküler hareket olarak Gezi direnişinin hem meşruluğu, hem de meşrululuğundan almış olduğu kitlesel gücü çeşitli provokatif hamlelere rağmen büyük ölçüde anlaşılmış oldu.

Gezi direnişinin önemli bir diğer dinamiği, 19.yy’ın modern kültürel kodlarını taşımasıdır. Yani, Aydınlanmacı pozitivist ruhun 21.yy post-modern siyasal örgütlenmelerle tasviye edilmesine karşı duruşun hamlesidir. Günümüz kültürel ortamının neo-liberal politikalar aracılığıyla meta fetişizmine sınırsız geçişi, doğal olarak modern burjuvazinin de zeminini kaydırmıştır. Böylesi bir yitimin Cumhuriyet tarihindeki izdüşümü ise militarizmde aranmalıdır. Çünkü modernizmin tüm kalıpsal ve baskıcı araçları, örneğin seküler yaşamı devlet nezdinde var etmenin önkoşulu ya da CHP ile sembolleşen Altı Ok’un toplumsal karşılığı ordunun her konuda otorite olması demekti. AKP hükümetine karşı Cumhuriyet mitingleri artık mite dönüşmüş 19.yy Aydınlanmacı paradigmayı militarizm eliyle yeniden canlandırma girişimi olarak okunmalıdır. Gezi direnişine ”Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganlarıyla eşlik eden grupların militarizme öykünme çabası da bununla açıklanabilir. Fakat tek bir farkla, Cumhuriyet mitinglerinde olduğunun aksine, bu sefer karşılarında hiçbir kürsü, hiçbir yönlendirici veya çağrının yer almadığı oldukça yabancı bir ortamdalar.  Bu durum ulusalcılar için hem yeni bir deneyim alanı, hemde alttan gelişen bir hareketin içinde kavrulacakları, kendilerini zihniyet temelinde dönüşüme hazırlayabilecekleri önemli bir fırsatın habercisi. 

Üçüncü ve ilginç olan diğer nokta direnişin bireysellik ısrarı ile o bireyselliğin içini önemli ölçüde boşaltan ve yozlaştıran popüler kültürün varlığı. Bu noktada sokağa çıkan ve özetle ”bana dokunma” tepkisini dile getiren genç kitlenin, apolitik bir tavırla kapitalizmin en çok beslendiği bir alanı, yani popüler kültürü kendilerine kalkan olarak kuşanmaları tamda bireysel özgürlük isteminin ancak politik diile üretilebileceğine olan ihtiyacı kuvvetle hissettiriyor bize. Değişik bir ifadeyle söylersek, Adorno’nun Aydınlanmacı modern aklı eleştirirken ortaya attığı ”araçsal akıl” ile ”tözsel akıl” arasındaki mutlak ayrım üzerine düşünmemizi gerektiriyor. ”Akıl sadece keyfi iyi yaşam hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak kullanıldığında etik hiçbir etkisi kalmaz.” demişti Ferda Keskin, Adorno’yu anlatırken. Seküler bir direnişi araçsal aklın boyunduruğundan kurtarıp, temsili bir siyasetin kucağına atmadan birey ve bireyselliği yeniden tanımlamamız lazım. Gezi direnişini anlamlı ve politik kılacaksak eğer.


Etiketler:
İstihdam