07/05/2010 | Yazar: Rahmi Öğdül

Lacan, yüzü nesnelerin en ele avuca sığmazı olarak tanımlıyordu; sürekli hareket halinde olan kararsız bir yapısı var yüzün.

Lacan, yüzü nesnelerin en ele avuca sığmazı olarak tanımlıyordu; sürekli hareket halinde olan kararsız bir yapısı var yüzün. Burun, kaşlar, gözler, ağız gibi yüze ait tek tek aktörlerin rolleri, bu kararsız yapıya katkıda bulunuyor; devinim, durgunluk ve hız varyasyonları arasındaki ilişkilere dayalı, dalgalanan ve yerli yerine oturmamış bir yapı olarak yüz yine de insanlar arasındaki ilişkilerin ara yüzeyini oluşturuyor.

Yerleşik toplumlarda yüzün bu ele geçmesi zor yapısını yerleşik hale getirilerek kimliklerimizi sabitlenmeye çalışılıyoruz. Bu kararsız, sürekli dalgalanan yapısına rağmen yüz üzerinde sabitlikler kurarak kişilere dair sabit kimlikler tesis ediyor, sabitlenmiş bu yüzler sayesinde kendimizi kurmaya, toplum içinde konumlandırmaya çabalıyoruz. Yaşam süreçlerinin asla işin içine karışmadığı ideal bir dünya kurmada, bu ideal dünyaya yaraşır ideal yüzler, imajlar yaratmada üstümüze yok. Kapitalist kültür büyük ölçüde yüzlerin üretilmesi, kaydedilmesi ve tüketilmesiyle ilgileniyor, zira arzuların bastırılıp uzaklaştırılmasında bu imajların rolü büyük.  Kapitalist özneler olarak tanınmak ve beğenilmek için kendimize ait bir yüz üretmek zorundayız. Filmler, televizyon, gazeteler ve dergiler yüzler üreten ve kaydeden makineler olarak işlev görüyor.

GÖÇEBE KÜLTÜRLER
Yüzün akışkanlığını, ele avuca sığmazlığını vurgulayan, bu akışkanlık üzerinden arzuyu yaratmaya çalışan göçebe kültürler, yerleşik kapitalist kültürümüzden tamamen farklı bir yaklaşım sergiliyorlar halbuki. Werner Herzog’un 1989 tarihli ‘Wodaabe-Güneşin Çobanları’ adlı belgeseli bir göçebe halkın beden ve yüz ile ilgili ritüellerini göstermesi açısından seyredilmeye değer.

Wodaabe halkı Nijerya’nın güneyindeki steplerde yaşayan göçebe bir halk. Her yıl yağmur mevsimin ardından Wodaabe halkı bir şenlik düzenliyor; bu şenlikte Yaake ve Gereewol adı verilen iki dansı icra eden yüzlerce delikanlı, kadınlar tarafından en çekici ve güzel erkek seçilebilmek için birbirleriyle yarışıyorlar.  Yaklaşık on gün sürüyor bu şenlik ve sonunda çoğunlukla evlilikle sona eren aşklar ilişkileri ortaya çıkıyor.

Wodaabe halkına göre bu şenlik, ataları Adam ve Adama’dan beri kuşaktan kuşağa geçmiş olan, doğuştan gelen güzelliklerinin dışavurumu için bir vesile. Erkekler güzelliklerine güzellik katmak için maagani’yi, yani hem gerçek hem de büyüsel gizli iksirler bilgisini kullanıyorlar. Dans başlamadan önce Sahra’da bukalemun avına çıkan Wodaabe delikanlıları, yakaladıkları bukalemunların derisini kurutup toz haline getiriyor ve yüzlerine sürüyorlar. Bu makyajın, tıpkı bukalemunun rengini değiştirmesi gibi bir erkeğin yüzünü de dönüştüreceğine inanıyorlar.

İTİNALI BİR MAKYAJ
Her dans öncesi erkekler aynanın karşısında bir hayli vakit harcıyor. Önce açık sarı bir toz, tenin rengini açmak üzere bolca yüze uygulanıyor; dişler beyazlatılıyor; dişlerin ve göz aklarının beyazlığını vurgulamak için gözlerin etrafına özenle siyah sürmeler çekilip dudaklar siyaha boyanıyor.  Alından çeneye doğru çekilen çizgi, burnu uzun göstermeye yarıyor örneğin; alnın güzelliğini vurgulamak için de alın tıraşlanıyor. Vurgulanan bu yüz özellikleri, Wodaabe halkının en çok takdir ettikleri fiziksel özellikler arasında.

Dans sırasında erkekler kadınların beğenisi kazanmak ve en çekici erkek unvanını elde etmek için, Batılı kültürün hiç de alışık olmadığı mimikler sergiliyorlar yüzlerinde. Gözler yuvalarından çıkacak şekilde yuvarlanıyor; ağızlar sürekli devinim halinde. Batının kasılıp kalmış imaj yüzlerinden farklı olarak sürekli hareket halinde olan bir yüz, arzu yaratma öğesi olarak öne çıkıyor. Doğanın kuvvetleriyle birlikte akıp giden göçebe bir hayatın tüm özelliklerini yüzlerinde sergiliyorlar belki de: kapitalist kültürün yerleşik imaj yüzlerinin aksine göçebe kültürün akışkan yüzleri. Lacan nesnelerin en ele avuca sığmaz olanı olarak tanımladığı yüze Wodaabe kültüründe rastlıyoruz. Hayvanlarını izleyerek çölde yollarını çizen bir halk, bedenlerini de arzularının peşinden sürüklüyorlar.

Etiketler: kültür sanat
nefret