12/05/2020 | Yazar: Ceylan Begüm Yıldız

Sorun şu ki hep ‘Türkiyeli’ bir şeyler oluyorum. Türkiyeli aktivist, Türkiyeli akademisyen, Türkiyeli sevgili... İlla Türkiye’nin sınırları bedenimi çiziyor. Ben de dalga geçiyorum; ‘ne komik çukulatalı, çilekli gibi’... ama değil tabii, demir leblebi.

Göçmen notlar Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Covid-19 salgını dolayısıyla karantina günlerinde Kaos GL dergisinin “Queer Göç 2” dosya konulu 171. sayısı yazıları KaosGL.org okurlarıyla buluşuyor.

Neredeyse 7 yıl oldu Türkiye’den göçeli. İlginçtir iki buçuk yıldan sonra ilk defa ziyarete geldim geçenlerde. Büyüdüğüm ve saklanabileceğim bir aile evimin olduğu İzmir’e gidebildim sadece. İstanbul’a gitmeye cesaretimi toplayamadım. Sokaktaki artan şiddetten korkuyorum. Onunla baş edememekten. Gittiğim ve yaşadığım mekanların artık olmamasına alışamamaktan korkuyorum. Nostaljiye kapılmaktan, anı yaşayamamaktan...

Onur Haftası’na hazırlamaya çalışıyorum kendimi, kısmet.

Hiçbir yerden İstanbul’dan kaçmak istediğim kadar kaçmak istemedim. Sokaktaki tacizden ve artan şiddetten ya kafayı sıyıracaktım ya da kendimi hapiste bulacaktım. Başarısız sonuçlanan vize başvurum ile gidişim arasında yaşanan ‘adeta devrim’ bile arkama bir kere bile dönüp baktırmadı. İsteyerek gittim ve hâlâ istediğim için uzaklardayım. Gelir miyim bilemem, burası da beni kusmaya çalışıyor ama daha bitmedi.

İlk geldiğimde buranın mini Gezi’sinin öğrenci hareketi kalıntıları vardı. Hemen üniversite kampüsünde barikatlarda buldum kendimi. ‘Polis üniversiteden defol!’ Bildik, tanıdık bir o kadar da yabancı… Güya dil bilsem de söylenenlerin %60’ını anlamadım önce. Gündelik dilin ne kadar yaşayan ve dinamik bir şey olduğunu kavradım. Zira şimdi de Türkiye gündelik dilini bilmiyorum. ‘Yükselmek’ ne ya?! ‘Het-cis’ ne? En son na-trans demiyor muyduk? Neyse...

Hem iki dilliyim, hem dilsiz. Bazen Türkçeyi bazen diğer dili toparlayamıyorum, hep de kendimi ifade etmem beklenen zamanda oluyor. Hatlar karışıyor, hiçbir sözcük aklıma gelmiyor. Aklıma ne gelirse onunla bütün kafa karışıklığımı ortaya seriveriyorum, kaçıyorlar sonra. Aman iyi kaçsınlar, biraz rahat bıraksınlar.

Sakinlik istedim, o yüzden gittim. Kaos, kargaşa çok geldi. Kaosun yaratıcı gücüne hep inandım ama yıkıcı gücü biraz kör mü, insafsız mı, biraz fazla mı ezip geçti ne? Bir göçmen ne kadar dingin yaşayabilirse o kadar dingin yaşamaya çalışıyorum. Sürekli vize sorunları, iş bul(a)mama, kendini var etme ve kabul ettirme vs. bütün bu varoluşsal derin sorunlar gündelik ritminde. İş ilanında yine ‘fırsat eşitliği’ bölümünde neyi işaretleyeceğiz: ‘Beyaz, diğer beyaz, beyaz ve Asyalı melez, Arap, diğer (lütfen belirtiniz)’. Bazı ten renklerinin bulunduğu bağlama göre değiştiğini göçmen olunca öğrendim. Türkiye’de ‘beyaz’ burada ‘diğer’, arada sırada da ‘kahverengi’ oluyorum...  Cinsiyet belası geldi burada yapıştı, sadece bir ‘o’ olamamanın ağırlığı... İşte bu nedenlerden kendimi yeniden yaratmak durumundaydım, bazen karadelik oluyor şu kimlik denilen şey. Bi o, bi bu oluyorum ben de, oyuncak yapıyorum. Nabza göre şerbet değil, sınırların manasızlığıyla dalga geçmeye çalışıyorum. Katı sınırlarım olsun, ne olduğumu bileyim, bilsinler, tanısınlar istiyorum bazen.

İstanbul’da taksicilere sürekli hikâye uydururdum. Korkarım özelimi merak eden ve ısrarla soranlardan. İstediğim kadarını istediğim zaman söylemeyi tercih ederim. O yüzden hep yalan uydururdum. Yeri geldi Ramazan’da yüzümdeki tüm piercinglerle iftara annanesine geç kalmış kız oldum, yeri geldi bir gece önce içkiyi fazla kaçıran erkek kardeşini karakoldan almaya giden cefakâr abla... Severim yani kendimi yeniden yaratmayı ama göçmenliğin hikayesi, ne kadar ayrıcalıklı bir hikâye de olsa, sadece bana bağlı değilmiş. Onu öğrendim.

Sorun şu ki hep ‘Türkiyeli’ bir şeyler oluyorum. Türkiyeli aktivist, Türkiyeli akademisyen, Türkiyeli sevgili... İlla Türkiye’nin sınırları bedenimi çiziyor. Ben de dalga geçiyorum; ‘ne komik çukulatalı, çilekli gibi’... ama değil tabii, demir leblebi.

En son İzmir’e gelişim iyi geldi aslında. Korkularımı yendim azcık. İnsanı anılarının olduğu mekanlardan, insanlardan sürgün eden o kaynağı belirsiz gücün üstümdeki hükmünü kırdım biraz. Pek bir şey değişmemiş gibiydi. Mesela, Sevgi Yolu’nda tezgahlar hâlâ açılıyor, hâlâ satıcılar birbirine gün sonu alkol ikramı yapıyordu. İki yağmurda yine Kemeraltı’nı sular basıyor, Kızlarağası Hanı’nda kahve yine ne iyi geliyordu. Korktuğumun aksine bazılarının kader diyerek geçiştirdiği o kadar haksızlığa rağmen insanlar güleç miydi ne? Biraz unutmuşum her şeye rağmen gülebilmeyi, gülmekten direnç almayı, kabuğuna çekilmemeyi, lubunyalığı...

Hamama gittim sonra, Hoşgör Hamamı’na. Buralarda en çok hamamı özlüyorum bir de midye dolmayı. Topluluk içinde çırılçıplak sadece ben olabilenin huzuruyla saatlerce kaldım. Elden ele iki mandalina paylaştırıldı, bir kahve kapatıldı. Dertler, kederler keselendi. Anlatıldı, dinlendi, kahkahalar atıldı. Göbek taşının altında yatıp renkli kubbeye bakarken ‘keşke Dünya hamam olsa, zaman hamamdaki gibi aksa’ dedim içimden. Ama sonra hemen fark ettim onun da cinsiyet belası var.

Artık yabancısı olmadığım bu şehrin sokaklarını arşınlarken fark ettiğim şey gökyüzünü görebiliyor olmaktı. Gökyüzü ne güzel ya! Genelde Türkiye’den ziyarete gelen arkadaşlar evimi soğuk bulur, oysa gökyüzü evin içine girsin istiyorum. Essin azcık, ürpertsin, diriltsin beni. Sabah günün ağardığını bilerek o her tona giren maviliğin altında gecenin son rüyasını, tek huzurlu olanını görüyorum. Fonda kedi horluyor, sincaplar daha koşuşturmaya başlamamış. Yeşillikler hafif çiğli ve gökyüzü uyanıyor, sanki bu sabahların hiç sonu gelmeyecekmiş gibi. Günler günleri kovaladı, 7 yıl nasıl geçti hiçbir fikrim yok. Artık bir yerlere kök salmalı ama hâlâ ufukta bir yerleşiklik yok. Tek bildiğim evim dediğim yerin kedimin yanı olduğu. Gerisi meçhul. Malum burası da duvarlarını çekti, artık daha da ulaşılmaz olmak istiyor. Dünya’da hiç mi yerimiz kalmadı?

Son seçimlerden sonra burada ciddi bir panik havası var. Artık birbirimize sahip çıkmamız gerektiği konusunda bir toplumsal uzlaşı içinde bir şeyler kurmaya çalışıyor herkes. Bu haftasonu bir ‘kuir aile kurma’ toplantısına çağrıldım. Oturup nasıl bir aile kurmak istediğimizi, birbirimizden beklentilerimizi konuştuk. Biraz fazla teori ağırlığı var burada. Plansız hayal kurulamıyor. Ama belki de ihtiyacımız olan budur, biraz plan biraz öngörü. Sınırların, kategorilerin yalnızlığını ve kibrini kırmak için, arkada kimseyi bırakmayacağımıza, birbirimize sahip çıkacağımıza dair ele tutulur bir uzlaşı, samimi bir çaba. Tekrar tanışma ihtiyacı hissediyorum, kuir Türkiye merhaba.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
İstihdam