03/02/2010 | Yazar: Ece Dorsay

Bugün içtenlikle itiraf edebilirim ne yazacağımı çok düşündüm… Garip bir hüzündü belki beni yazmaktan alıkoyan… Gökkuşağı konusun

Bugün içtenlikle itiraf edebilirim ne yazacağımı çok düşündüm… Garip bir hüzündü belki beni yazmaktan alıkoyan… Gökkuşağı konusunda uzun zamandır yazmak istiyordum. Filmlerden edebiyata, yaşamdan sanata yazacak o kadar çok şey var ki bu temada…


Pembe ile mavinin karışımı renk olan mor renkten algılamak dünyayı hem zor, hem de bir o kadar güzel… Dünyada bu renklere sahip olan insanların en büyük düşünür ve sanatçıların içinde de bolca olduğunu bilmek rahatlatmalı… Hatta gurur vermeli bence…

Şimdi kocaman bir liste yapıyorum hazır mısınız?
Socrates, Sappho, Oscar Wilde, Walt Whitman, Mary Wollstonecraft, Virgina Woolf, Büyük İskender, William Shakespeare, Harvey Milk, Emily Dickinson, Andy Warhol, Marcel Proust, Michel Foucault, John Cage, Lord Byron, Jean Genet, Allen Ginsberg, Kate Millet, Judith Butler, Florence Nightingale, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud, Oscar Wilde, Freddie Mercury, Brian Molko, Ellen Degeneres, Andre Gide, Marlene Dietrich, H.D., Tchaikovsky, Adrienne Rich, Christopher Marlowe, Leonardo Da Vinci, François Ozone, Ani Difranco vesaire….

Bütün bu saydığım isimler edebiyata, sinemaya, felsefeye, müziğe, sosyoloji bilimine büyük katkıda bulunmuş, iz bırakmış isimler… Genler önemli belki evet… Ama bence genlerin bu konudaki etkisi, insanı daha duyarlı ve daha derin yapması… X ve Y’den ibaret biyolojiye indirgenecek bir mesele değil… Dünyayı cinsiyetler ötesi bir duyarlılıkla algılamak büyük bir nimetken, birbirinden uzaklaştırılmış insanlar topluluğunda bir lanete dönüştürülüyor.

Bağımsız filmlere ve müziklere daha çok ihtiyacımız var bu yüzden… Kendi içinde bile ayrım yapan, kurumsallaşmaya doğru giden sözde özgürlükçü örgütlerin de bir parçası olmak istemiyor insan…Bireysellik de çözüm değil ama galiba sanatçı için en sağlıklısı bireysellik… En azından katkıda bulunmaya devam edip kendi kafasını temiz tutmak…. "Sosyal yaşantısı olmayan, içe kapanık ve yalnızlığı ile adeta evlenmiş biri olan Salinger," diyor gazetelerden birinde... Üretkenliğin bedeli bu olsa gerek... Gerçi sosyal olmak da pek matah bir şey değil ki zaten... iki ucu ... lu değnek... Çarptı beni...

Blog’u renklerle dolu olan sıkı müzik takipçisi arkadaşım Tacim Açık sayesinde keşfettiğim Klaus Nomi’den The Cold Song’u dinlerken yüreğime bir şeyler oluyor ama ne olduğunu bile kestiremiyorum… Hüzünle yaşama sevincinin çarpıştığı tarif edilmez anlardan biri daha üzerime basıp geçiyor adeta… Şizofrence sevgilerin ve bir saniyelik sıcak tebessümlerin yolunu gözler olmuşuz, bitmeyen yağmurlar şehrinde…

“Gökkuşağından Darağacı” diyor Nilgün Marmara, dizelerine başlık olarak… Boğaziçi Üniversitesi’nde hocalarımız sık sık kendisinden bahsederlerdi…  Onun gizemli hayatını ve değerli dizelerini bir yana bırakarak sadece esin almak adına şöyle bir cümle kurmak istiyorum: Gökkuşağından darağacı değil köprüler yaratmalıyız… Ama nasıl işte onu bilmiyorum… Bir başkasında devrim yaratmanın en zor olduğu çağda… Herhalde sanat aracılığıyla… Öğretmensek işimizi iyi yaparak… Doktorsak sahiden insanları severek…

Uludağ Üniversitesi Tıp Bölümü kurucusu olan rahmetli dedem Prof. Dr. Fikret Karaca gibi yeni ateşler yakıp, büyük adımlar atmaktan korkmayarak…. Bana verdiği öğüdü asla unutmuyorum: “Çok çalış ve dostlarını iyi seç”…. Huzurla uyusun ve içi rahat olsun….


Etiketler: kültür sanat
nefret