03/06/2016 | Yazar: Tunca Özlen

Onları kabullenmiş gerçek dostlara ve bir aileye sahip olmadan, iki farklı isimle iki farklı yaşam sürdürmeye çalışan tüm eşcinsel, biseksüel ve translara…

Onları kabullenmiş gerçek dostlara ve bir aileye sahip olmadan, iki farklı isimle iki farklı yaşam sürdürmeye çalışan tüm eşcinsel, biseksüel ve translara…

Metin o sabah yine alarmın çalmasına tam bir dakika kala, 5.59’da uyandı ve elini düşünmeden telefonuna atarak alarmı kapattı. Para biriktirerek aldığı yeni dar kesim pantolonu fabrikada dalga konusu olunca, onu sadece Pazar günleri giymeye karar vermişti. Kıyafet yığınından hızlıca bir kot seçti, gece uyurken giydiği t-shirtü kokladı, yeterince ter kokmadığına karar verdi. Bugünkü iş kıyafeti hazırdı.

Onu metro istasyonuna götüren otobüse bindiğinde, şans eseri oturacak bir yer bulunca yeniden telefonu eline aldı. Facebook bildirimleri ve Whatsapp mesajları bekleyebilirdi, onun için Hornet daha öncelikliydi. O uyurken Tolga’nın gecenin ikisinde gönderdiği mesaja hemen yanıt yazdı. Aralarındaki mesafeye baktı, “yaklaşık 20 kilometre” dedi içinden. O hızla metro durağına doğru yol alırken, yüksek lisans dersi öğleden sonra olan Tolga yatağında derin uykudaydı. Ostim metrosunu beklerken, “Biz farklı zaman dilimlerine aitiz adeta” diye aklından geçirdi.

Öğle paydoslarında tuvalette uzun kalmasıyla tanınan Metin, Tolga’nın Cumartesi gecesini onun evinde geçirme teklifine yanıt yazarken ellerinin titremesine mani olamamış, zar zor “mesai cikisi yorg un olursam gücenmk yok” yazabilmişti. Tolga’dan gelen yanıt kısaydı: Ok. Evdekilere, “Temelli’de kankalarla mangal yakıcaz, orda sabahlarız” derim diye düşündü. Bu Temelli’ye ilk gidişiydi.

Metin Cumartesi günü fabrikaya, yeni aldığı dar kesim pantolonuyla gitti. Ramazan abisi önce onu çatık kaşlarla süzmüş, sigara molasında “Oğlum sen ibne misin böyle karı pantolonu giyiyorsun” diye kafasını ütülemişti. Aklı randevusunda olan Metin’in bu sözler bir kulağından girdi, diğerinden çıktı. Mesai çıkışı ring otobüsü beklerken, Tolga’nın mesajına yanıt yazdı: “Telefon numaramı veremem, Hornet’ten konuşuruz, ben gizliyim.” Tolga’dan gelen yanıt kısaydı: Ok.

Tolga Metin’i Güvenpark’ın önünden, siyah Polo’suyla aldı. “Nasıl gidiyor Murat?” diye sordu kendisine meraklı gözlerle bakan Metin’e. Metin o andan itibaren Murat’tı artık. Tolga, “İstersen önce evde duş alabilirsin” der demez Murat tshirtünü kokladı, ona kalsa birkaç gün daha giyilirdi. Yol boyunca sıra sıra bahçeli müstakil evleri izlemeye dalan Murat, Tolga’nın park ettiğini fark etmedi bile. “Bu evin kirasını nasıl karşılıyorsun” der gibi baktı ama dudakları kıpırdamadı. Alacağı yanıt besbelli ki asabını bozacaktı, yeterince gergindi zaten. O an kankalarıyla kafa çeken Metin’in yerinde olmak istedi.

Öğrenci evinden çok İkea’nın örnek dairelerine benzeyen eve girdiklerinde, Murat başlarda elini kolunu nereye koyacağını bilemedi. Sadece salon, her ay 400 lira kira verdikleri ev kadar göründü Murat’ın gözüne. Dikkatini topladı ve nerede yıkanabileceğini sordu. Tolga onu duşa götürür götürmez, hınzırca olmayan bir ifadeyle “Beraber girelim mi” diye sordu. Kısa yanıt verme sırası Murat’taydı: Hayır. İlk kez başka birinin evinde duş alan Murat, “Gusülü şimdi alsam olur mu” diye düşündü. Duştan çıktığında manevi olarak da hazırdı. 

Tolga yatak odasında ışıkları kısmış, dizüstünden Portishead’in Roads şarkısını açmıştı. “Öncekilerin aksine uzun, güzel bir gece olacak” dedi içinden Murat, Tolga’nın onu öpmesiyle daha da rahatladı. Son seviştiği adam öpüşmek istememiş, işini hızla bitirmeye bakmıştı, bu esnada parmağındaki yüzüğü çıkarmamıştı bile.  Biraz züppe olmasına karşın iyi çocuktu şu Tolga, acaba nereliydi, acaba dizüstünde Türkçe şarkı var mıydı…  Tolga’nın, “Yalnız ben kimseyle uyuyamam, sorun olmaz umarım” sözleriyle düşündüğü her şeyi bir anda unuttu. Sadece başka zaman dilimlerine değil başka dünyalara ait olduklarını anlamıştı. “Sıçarım arabasına da evine de, keyfime bakayım” diye düşünse de asabı bozulmuştu bir kere, Tolga’nın nazik dokunuşları duygularını değiştirmeye yetmedi. Gecenin sonunda, helal süt etmiş bir kızla evlenmeye milyonuncu kez yemin etti.

Tolga’nın misafir odası, Murat’ın iki kardeşiyle paylaştığı odadan büyüktü. Yatak sert, nevresimler yumuşatıcı kokuluydu. Bütün bu düşünceler, duygular ve yumuşatıcı kokuları içinde uyuyamayacağını anlayan Murat, sabah otobüs işlemeye başlayana kadar evi gezmeye, eşyaları incelemeye karar verdi. Ne çok kitabı vardı Tolga’nın, “Çalışmayınca ne çok vakti artıyordur insanın” diye aklından geçirdi.

Kütüphanenin bir sırası hepsi beyaz kapaklı, kapağında küçük bir kalp işareti olan kitaplarla doluydu. Birini eliyle çekti, kitabın adı hoşuna gitti: “Yüzyıllık Yalnızlık”. Yazarın adını telaffuz etmeye çalışmaktan vazgeçince, rastgele seçtiği sayfalardan parçalar okumaya başladı. “Senin yaşlandığını biliyordum ama şimdi bakıyorum da göründüğünden çok daha yaşlanmışsın sen.”

Kitabı yerine koyacakken sayfaların arasında sarı bir kâğıt parçası Murat’a kendini gösterdi. Kâğıdı ağzıyla çekip kitabı yerine yerleştirdi. Başka bir kitabın arkasından yırtıldığı anlaşılan kâğıtta, Tolga’nın hikâyesini bulacağını bilemezdi…

 

"görüntüsü evrende seyahate çıkan yüzünü

aydınlatıyor sönmüş yıldızların son nefesi

balkonun bir ucunda sen

diğer ucunda aralanmış kapı

bekle ki biri seslensin ismini

...

sade kahvenin tadını arasın

isimsiz erkeklerin ağız kokusunda

dudakların seninle konuşur gibidir öpüşürken

tüm perdeler kapalı, yine de gözlerini kısarsın

...

güneşin vurduğu yerlerde tozlar pırıl pırıl 

biralar ısınmış, sigara kokuyor saçların

oysa ağzına sürmezsin

yorganın bir ucunda sen

diğer ucunda açıkta kalmış omuzların  

ankara sabahları yazları da serin

...

insanın ensesini ürpertir bu saatler

hava ne karanlık, ne içinde güneşin            

yüzünün aksini arasın başını kaldırıp

o an fark edersin

gökyüzü mordur bize mavi görünür"


Etiketler:
nefret