17/08/2012 | Yazar: Kumru Toktamış

Ben Amerika Birleşik Devletleri tarihini Gore Vidal’den öğrendim. Sadece keskin zekâsı, meselelerin özünü hemen yakalayabilen kıvrak esprisi değil, siyasi dedikoduya dayalı derin aile kültürü ile de gerçek bir kaynak kişi idi Gore Vidal.

Ben Amerika Birleşik Devletleri tarihini Gore Vidal’den öğrendim. Sadece keskin zekâsı, meselelerin özünü hemen yakalayabilen kıvrak esprisi değil, siyasi dedikoduya dayalı derin aile kültürü ile de gerçek bir kaynak kişi idi Gore Vidal. Oklahoma eyaletini kuran dedesi ‘kör senatör’ Thomas Gore’dan, Bill Clinton’ın başkan yardımcısı olan ve George W. Bush’a fena halde başkanlık seçimini kaybeden uzaktan kuzeni Al Gore’a kadar yığınla renkli politik şahsiyetin sohbetlerinden eksik etmedikleri Gore Vidal, öte yandan Jacqueline Kennedy ile olan hısımlık ilişkisi nedeniyle Kennedy başkanlık döneminin ve Kennedy ailesinin de yakın gözlemcisi idi. Ama her şeyden önemlisi, Amerika Birleşik Devletleri’nin özgürlük ve aydınlanma anlayışına dayalı kuruluş ilkelerine olan sadakati yüzünden Amnezi Birleşik Devletleri adını verdiği çağdaş imparatorluğa karşı yaptığı kıyasıya eleştirileri ile 86 yaşına kadar zihinlerde taze bir ferahlık olarak esmeye devam etti.
 
Amerika Birleşik Devletlerinin bugünkü hali ile kendi kuruluş ilkelerini ihlal etmekte olduğunu söylemekten asla sakınmayan Vidal, Bush-Cheney cuntasının ve savaş ekonomisinin önde gelen kritiklerinden biri idi. Bush yönetimin 11 Eylül’ü bir kumpas olarak bile örgütleyemeyecek bir beceriksizlik ile ülkeyi uçurumdan aşağıya sürüklediğini söyleyen Vidal “ancak ülke felakete doğru sürüklenirken öğle tatilinde yemeğe cıkmış olabilirler” demişti. “Ülke çöküyor, Obama’nın kurtarmasını boşuna beklemeyin” diyerek eleştirel bakışını son nefesine kadar sürdüren Vidal romanlarında, Amerikan siyasi tarihinin daha özgürlükçü unsurlarının, mal, mülk ve iktidar hırsı ile nasıl elendiklerini dramatik ayrıntılarla ifade ediyordu. Kocası başkan Roosevelt’in Japonları provoke eden savaş politikasını kıyasıya eleştirdiği halde, bu özgürlükçü unsurlardan sonuncusu olarak gördüğü Eleanor Roosevelt’in yakın dostu, öğrencisi olmak ile övünürdü.
 
İçinde doğduğu, büyüdüğü,  sofralarından, sohbetlerinden eksik olmadığı Washington siyasi seçkinlerinin neredeyse hepsinden çok daha akıllı ve kültürlü olduğu halde siyasal hayata atılması imkânsız idi Gore Vidal’in. Bütün beyefendiliği ve saygınlığına karşın saklamadığı ama haykırmadığı da bir ‘ayıbı’ vardı çünkü. Dedikodularını çok sevdiği siyasi hayata atılmaya çok da hevesi yoktu belki de çünkü zaten ABD kültüründe yer etmiş en önemli iki romanın yazarı idi: İç Savaş döneminin siyasi çırpınış ve manevralarını konu ettiği, Lincoln ve son derece sıradan bir sindirilmişlik ile yazmış olduğu, içinden eşcinsel aşkın geçtiği ilk Amerikan romanı The City and The Pillar [Kent ve Tuz] bugün edebiyatın köşe taşları olarak Amerikan tarihinde yerlerini koruyorlar.  Ortalama kültüre damgasını vuran bu iki eser dışında yazmış olduğu hemen her romanı ile yazınsal olmasa bile düşünsel çığır açmış olan Vidal’in gerek Amerikan siyasi tarihi gerekse Akdeniz dinler tarihine ilişkin getirdiği alışılmadık ve eleştirel yaklaşımlar daha uzun yıllar sürecek olan tartışmalara ışık tutuyor.
 
Kitaplarının yanı sıra düzinelerce Hollywood senaryosuna imzasını koyan (veya Ben Hur’da olduğu gibi koyamayan) Gore Vidal’in siyasi hiciv ve analiz içeren oyunları hâlâ daha sahnelerde geniş izleyici grupları tarafından izlenmekte. Ben Hur filminin senaryosu tarihsel içerik ve yorum olarak baştan aşağı Vidalvari sahnelerle dolu olmasına karşın, senaryosunda Charlton Heston’nun canlandırdığı Ben ile çocukluk arkadaşı ve baş düşmanı Romalı komutan Messala arasında cinsel bir çekicilik olduğu konusunda ısrar etmesi üzerine filmin yapımında adının geçmesine izin verilmemişti. Öte yandan anlattığı ve özellikle anlatmadan sezdirdiği Hollywood’da kaynayan eşcinsel kazanlarına dair söylentileri ile bugün bile gizli olan bir dünyaya zaman zaman ışık tutmaya devam ediyor.
 
Dünya edebiyatında bir ilk olarak yerini almış olan City and the Pillar romanını ithaf ettiği, ikinci dünya savaşında ölen genç bahriyeli JT’nin, hayatında âşık olduğu yegâne insan olduğunu iddia eden Gore Vidal, 50 yıla yakın birlikte yaşadığı dostu Howard Austen ile ilişkilerinin sağlıklı ve uzun sürmesinin gerekçesi olarak aralarında cinsel ilişki olmamasını gösterdiğinde şaka mı yapıyordu hâlâ bilemiyoruz. Ancak birlikte gönüllü olarak sürgüne gittikleri İtalya’dan Austen’in olumunun ardından 2004 yılında ABD’ye dönmeye razı olan Vidal gerek tarihsel romanlarında gerekse güncel tartışmalarda insan cinselliğine dair son derece sindirilmiş ve güçlü savları olan bir aydın. Eşcinsellik diye ayrı bir kimlik kategorisinin olmadığını, homoseksüelliğin veya heteroseksüelliğin kimlik değil edim olduklarını savunan Vidal tüm insanların biseksüel olduklarını ancak kültürel ve sosyal normlarla şekillenegeldikleri için bunları kimlik addettiklerini söylerdi. Anais Nin’den Jack Kerouac’a pek çok tanınmış veya tanınmayan aydın ile birlikte ismi geçen Gore Vidal başka yüzyıldan kalma bir centilmenlikle söylentilere burun kıvırır, zekâ fışkıran gözlerindeki sabit muziplik ile sadece “televizyonda gözükmek ve seks yapmak için hiç bir fırsatı kaçırmam” derdi.
 
Gerek Amerikan tarihi, gerek dünya tarihi olsun romanlarındaki ağırlık siyasi entrika, iktidar hırsları ve entelektüel tartışmalar üzerine iken bir insanlık durumu olarak cinselliğin değişik veçheleri anlatısının kıyısında köşesinde sıradan ve olağan bir biçimde dururdu. Gore Vidal için eşcinsellik fark edilmesi gereken bir istisna değil, bir tarihsel ve sosyal normallik halinden ibaret idi. İşin içinde kaçgöç, yasak olması kadar, yüksek sesle haykırılan bir siyasilik olması da ona göre değildi. Ancak hali vakti yerinde seçkinlerin ayakta tutabilecekleri bu tur bir saygınlığın siyasetinin savunulabilir olmadığının da farkındaydı.
 
Özellikle erken Hıristiyanlık dönemine dair yazdığı romanlarında çok tanrılı dinler ile tek tanrılı dinler arasındaki felsefi tartışmalara ışık tutan Gore Vidal, ateistlerin örgütü olan Amerikan Hümanistleri Derneğinin onursal başkanlığına, Kurt Vonnegut’un ardından getirildi. Acem, Yunanlı ve Romalı filozofların, yanlarındaki genç delikanlılarla, Anadolu dahil, Akdeniz sahillerinde dolaşıp felsefe ve ahlak tartıştıkları zamanları düşleyen ve tanımlayan Vidal için aslolan eleştirel düşünce ve özgürlük idi.
 
31 Temmuz 2012’den beri artik Gore Vidal’in olmadığı, alışılagelmişliğin her türünün ötesinde tarihi ve günümüzü anlamaya çalışan pek çok insanın kendini artık öksüz hissettiği bir dünyada yaşıyoruz. Özgürlük ve eleştiri üstüne düşünmeye devam edebildiğimiz sürece o keskin zekâsı ve muzip gözleri ile Akdeniz kıyılarından bir yerlerden bizleri gözetlemekte olduğuna inanmak istiyorum. 

Etiketler:
İstihdam