27/07/2020 | Yazar: Mati Solak

Kadınlar, LGBTİ+’lar, çocuklar, yaşlılar ve mülteciler olarak yaşadığımız toplumda karşılaştığımız ayrımcılıklar ve şiddet bu süreçte artarak devam ediyor.

Görünmez katil: Derin yoksulluk Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“Ya pandemiden ya da açlıktan öleceğiz, ben pandemiden ölmeye razıyım ağabey…”

Bu sözleri ilk duyduğumda kanım donmuştu. Bekçilerin kağıt toplayıcısına “pandemi var sokağa çıkmak yasak” deyip ceza kestiklerinde çalışmak zorunda olan bu insanın, bir anda dilinden dökülüvermişti. Duruma ve bu sektörde çalışan insanlara yabancı olduğumdan değil, bir tokat gibi hepimizin yüzüne vurduğu “gerçek” yüzünden kanım donmuştu.

“Kriz derinleşiyor” başlığı pandemi döneminin en yalın hali. Her gün atılan manşetlerde, köşe yazıların başlıklarında bu seslenişi duyuyoruz. Artan yoksullukla birlikte pek çok insan en temel hakları olan barınma, beslenme ve enerji hakkından mahrum kaldı. Hak ihlallerinin artmış olması bizleri çaresizliğin ve umutsuzluğun kollarına bırakıyor. Çalışma sektörlerinin kısıtlandırılmasının iktidar sahiplerinin bizleri pandemiden korumanın yolu gibi sunması ve ardından gelmeyen sosyal hizmetlerin, medya tarafından “kriz derinleşiyor” başlığıyla yumuşatması kabul edilemez.

Uzunca bir süredir dünya yeni bir sürecin içinde. Tedavisi –aşısı- olmayan bir salgın hastalığın pençesinde hayatımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Salgının daha ilk günlerinden beri geç kalınmış önlemlerin bizleri en iyi ihtimalle günlük rutinlerimizi sürdürülebilir kılması umuduyla yaşamak zorundayız. Bakanlığın yaptığı tüm resmi açıklamalar bizleri rahatlatmak yerine daha da önlemlerimizi arttırmamız gerektiği savını bizlere sunuyor. Henüz hiçbir şey bitmedi. Daha fazla önlem almamız gerekiyor. Sokaklarda en basit olarak alınabilecek önlem olan maskeyi bile takmayı ihmal ediyoruz. Virüsün sürekli ve devamlı olarak evrim geçirmesi aşı çalışmalarını her defasında sekteye uğratıyor. Bu sebeple ikinci dalganın gelme olasılığı sağlık otoriteleri tarafından en yakın ihtimal olarak okunuyor. Buraya kadar söylediklerime en az benim kadar hakim olduğunuzu biliyorum. Yaşadığımız çağın teknolojiyle olan ilişkisi dolayısıyla dijitalleşen gündelik hayatlarımızda, duymamanın ya da görmezden gelmenin mümkün olmadığı bilgiler her gün zihnimize akıyor.

Bu yazıda size yoksulluktan ve hatta derin yoksulluktan izninizle biraz bahsedeceğim. Derin yoksulluğun genel kavram olarak yoksulluk kavramıyla arasında çok önemli bir fark var. Yoksulluk sadece kişinin maddi manevi halini özetlerken, derin yoksulluk ise sadece kişiyi değil onun tabi olduğu topluluktaki öznelerin durumunu da özetliyor. Yani basit manada örnek vermem gerekirse, toplumsal normlara uygun yoksul bir çekirdek aile düşünün. Bu ailede ki ebeveynlerin yoksul olması sadece onların temel haklarının kaybına değil, o ailede bulunan çocuklarında hak kaybına maruz kalması demek. Eğitim, barınma, beslenme ve enerji hakkından bizatihi dolaylı olarak değil, doğrudan etkilenmesi söz konusu. Sistemin en vahşi haliyle, o çocukların kendi yetişkinlik dönemlerinde ailelerinden onlara miras olan yoksulluğu, kendisinden sonraki nesillere aktarmasına ve bu zincirin kısır döngüye girerek devam etmesine “derin yoksulluk” diyoruz. Derin yoksulluğu sadece “aile” kavramı üzerinden açıklamak ve aktarmak, bir noktada yeterli kalmayabilir. Yaşadığınız toplumun yoksul olması sizin ve sizden sonraki neslinde yoksul olması anlamına geliyor. Bu halin devamı bizlerin fiziksel ve psikolojik olarak olumsuz yönde etkilenmemize, intihar vakalarının artmasına sebep oluyor. Her gün önümüze düşen köşe yazılarının ve haberlerin başlığına atılan “kriz derinleşiyor” ifadesi içinde bulunduğumuz durumu tanımlamak ya da anlatmak için doğru bir ifade değil.

Yoksulluğun yanı başında pandemi süreci

Pandemi sürecinde evde kalmaya çalışan bizler, yapılan uyarıların samimiyetini sorguladık. Üretim, iletişim ve Ulaşım sektörlerinde çalışmak zorunda olan insanların her gün yüzlerce insanla yan yana gelmek zorunda kalması, “kısıtlandırma genelgesi” adı altında getirilen yasakların sonucunda işinden edilen milyonlarca insan, hayatlarının sürdürülebilirliği konusunda endişelerle ve sorunlarla boğuştu. Çıkarılan genelgeler karşısında işsiz kalan milyonlarca insan temel insan haklarından mahrum bırakıldı. Barınma, beslenme ve enerji ihtiyaçlarını karşılayamayarak, en yakınlarının hanelerinde yaşamaya başladı. Pandeminin 7. ayında ise herhangi bir yakını olmayan dezavantajlı grupların başında gelen mültecilerin ne durumda olduğuna dair hiçbir bilgimiz yok. Kilit mülteci programı yürüten sivil toplum kuruluşlarında çalışan arkadaşlarımın aktardığı bilgiye göre, metropollerde yaşayan ve derneklere ulaşan insanlar ülkemizde bulunan mültecilerin yalnızca küçük bir kısmı. Karşımızda duran tablo iktidar sahipleri için henüz bu kadarıyla korkutucu gelmemiş olacak ki, açlık sınırının da altında yaşayan vatandaşlarına verdikleri 1000 tl’lik nakdi yardımla övünüyor. Üstelik bu yardımı yine kendi vatandaşlarından sms ile toplayarak sayılı insanlara dağıttı. Bazı belediyelerin ve sivil toplum kuruluşlarının özel çabasıyla hazırladıkları erzak kolisi dışında verilmesi gereken sosyal hizmetlerin hiçbiri sağlanmadı. Sosyal medyada her gün yardım çığlıkları yükseliyor. Kadınlar, LGBTİ+’lar, çocuklar, yaşlılar ve mülteciler olarak yaşadığımız toplumda karşılaştığımız ayrımcılıklar ve şiddet bu süreçte artarak devam ediyor.

İçinde bulunduğumuz süreç basit bir ekonomik krizden ibaret değil. Derin yoksulluğun bizlerde yarattığı infial çok daha ciddidir. Haklarına erişemeyen insanların yaşamsal fonksiyonlarını sürdürebilmeleri artık daha zor. Aile evlerine dönmek zorunda kalan LGBTİ+’lar iktidarın kurumlarından gelen nefret söylemleri sebebiyle potansiyel bir ev içi şiddetle baş başalar. Şiddet faili erkekler “işsiz kaldım, depresyona girdim, o yüzden cinnet geçirdim” gerekçesini kullanarak kadın cinayetlerine sebep oluyor. Var olan krizi, şiddet failleri kendi şiddetlerini meşrulaştırmak için kullandığı bir yönteme dönüştürdü. Görünmez kılınmaya çalışılan çalışma sektörlerinde varlığını sürdüren milyonlarca insan en temel sağlık hakkına dahi erişemiyor. Sahneleri kapatılan sanatçılar ne yapacağını bilemezken, içlerinde kalan birazcık umut ile dayanışma kampanyaları düzenleyerek temel ihtiyaçlarını sağlamaya çalışıyor. Yevmiye usulü çalışan yüzlerce insan güvencesizlikle boğuşurken gelinen süreçte tamamen işsiz kalarak açlıkla boğuşuyor. Cinsiyet uyum sürecinde olan onlarca trans çalışamadığı için aylık hormon giderlerini nasıl karşılayacağını düşünüyor. Hormona erişimin hak olarak görülmediği mevcut sistemde aylık 500 tl ye varan hormon ücretleri, hormona ihtiyaç duyan insanların nasıl karşılayacağı sorusunu akıllara getiriyor. Bir soru olarak; hormonlar neden hala sosyal güvenlik kapsamına alınmıyor? Raporlu ilaç kullanan ve sosyal güvenlik kapsamında olmayan ilaçları kullanmak zorunda olan insanlar krizin ortasında nasıl ve hangi yöntemlerle ilaca erişim sağlıyor? Ötekileştirilme konusunda dünden bugüne değişmeyen sektörler arasında bulunan seks işçiliği; güvenceli ya da güvencesiz çalışan seks işçileri derin yoksulluğun ortasında ne yapacak?

Hali hazırda kapatılan genelevlerde çalışan seks işçilerinin pek çoğunun çalıştıkları ev dışında, barınmalarını sağlayabilecekleri evleri yok. Çalışamadıkları süreçte nerede ve ne halde yaşıyorlar? Sadece iki ay kiralarını ödeyemedikleri gerekçesiyle pandeminin ortasında Eskişehir de 20 LGBTİ+ arkadaşımız evsiz kaldı. Hiçbir güvencesi olmayan mülteci LGBTİ+’lar yaşadıkları bu zorlu süreci atlatabilmek için aktif olarak seks işçiliği yapmaya devam ettiler. Gündelikçilik yaparak geçimini sağlayan onlarca kadın, bakmak zorunda oldukları aileleri olduğu gerekçesiyle çalışmak zorunda kaldı. Evden çalışmaya başlayan masa başında çalışan işçiler, mesai ücreti gibi kazanılmış olan haklarına tabi tutulmadan saatler süren çalışmalara maruz bırakıldı. Yüzlerce fabrika işçisi zorunlu olarak ücretsiz izne çıkarıldı. Karşı gelenlere tazminatsız olarak tamamen işsiz bırakma tehdidinde bulundular.  İktidarın sözde sigortalı işçiler için ürettiği politika, işçilerin değil sermayenin cebini okşadı, sırtını sıvazladı.

Yoksulluk bir insan hakları ihlalidir

Hem bizlerin hem de karar alıcıların unutmaması gereken, şimdi ve bundan sonra bu hak ihlali karşısında nasıl tavır takınacağımız ve nasıl politikalar üreteceğimiz sorusu… Yoksulluğun hak ihlali olduğunu artık görmezden gelmeyin. Bu çatı kavram, binlerce hak ihlalini de sırtlayıp önümüze koyuyor. Derin yoksulluğun yarattığı infiale derhal müdahale etmeli ve buna dair politikalar üretmeniz gerekiyor. Çeşitli gündemlerle üzeri kapatılmaya çalışılan yoksulluk, artık hiç olmadığı kadar ayyuka çıkmıştır. İktidar olarak siz artık yoksulluğu yönetmek yerine, yok etmek için çalışmalar yapmak zorundasınız. Sivil yurttaşlar olarak toplumun her bir kademesinde bulunan bizlerin ise yapması gereken şey susmak değil, var gücümüzle sesimizi çıkarmak. Dayanışma artık bir ihtiyaçtan çok, gereklilik ve zorunluluktur.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları
İstihdam