02/11/2018 | Yazar: Yasemin Öz

Müze bir Zeki Müren, müze olan bir hayat. Bir de homofobik bir ülkenin müzesi. Hayatı düşünmek için çok sayfa açıyor.

Hiçbir zaman Zeki Müren hayranı olmadım. Ses yeteneği tartışma götürmez ama icrasındaki abartı bazen çok bayar beni. Özellikle ilk dönem şarkılarından çok sevdiklerim de vardır, hiç dinleyemediklerim de. Onunla ilgili üç belirgin şey vardır kafamda. Sıradışılığı ve cinsiyet normlarını reddetmesi ile çocukluğumda arayış içerisinde olduğumda düşündüresi bir figür olması, öldüğü gün asla sanat müziği çalmayan bir Ankara barında çalınması ve tüm servetini homofobikliği tartışılmaz eğitim ve ordu kurumlarına bağışlaması.

Vasiyetinde cinsel yönelimi aklına bile gelmeden iyi bir “yurttaş” olarak eğitim ve orduyu kendi perspektifinden önemsemiş olabilir. Bugün Piyade Okulu diplomasını gördüm, kim bilir hayat deneyiminde neler vardı. Cinsel yönelimi ve onu en çok hangi kurumların reddettiği aklına bile gelmediyse o da başka sorular sorduracak bir durum elbette. Ama benim aklımda asıl önemi elbette norm dışı olması.

Her şey bir yana, yaşadığı dönemde herkese kendini kabul ettirmesi ve kendi olmaktan taviz vermezliği, işte bence bu dünya tarihinde bile kayda değer bir duruştur. O yıllarda dünyada kaç tane drag queen performansı vardı bilmiyorum ama bu ülkede çok az olduğu tartışılmaz. Ölüme yakınken dahi cinsel yönelimine ilişkin yüksek sesle tek politik cümle kurmamıştır ama sesin söyleyemeyeceği çok büyük bir isyanı, herkese ve her şeye rağmen kendi olmayı duruşunda çok net taşıyarak söyleyen bir karakterdir. Hem de bu coğrafyada. Bu dünyada ne kadar çoğuldu kalabalıklarda bilmiyorum. Ama o kalabalıkları ve sevilmeyi istemiş, yeteneğinin, acısının ve isyanının duyulması için konuşmak dışında her şeyi yapmış, kendini reddeden kalabalıklarla sevgi ve saygı ilişkisi kurmuş, yine de hep hüzün, keder ve yalnızlığın şarkısını söylemiştir.

Bugün LGBTİ’lerin hayatı bir parça başka. Çok mu şey değişti? Hayır, ama bir miktar. O dönem giyimi, takıları ve makyajıyla heteroseksüel erkekliğe hiç mi çentik atmadı? Bence attı. Hem de büyük bir cesaretle. Bugün evini gezerken tekrar düşündüm; o kıyafet, ayakkabı, makyaj ve takıları pek çok lubunya bugün hâlâ kullanmaya cesaret edemez. Ancak, yaşadığı dönemde belli bir ihtişam barındıran ama bence o gün de ve özellikle bugün için oldukça sade ve mütevazi döşenmiş bir evde geçirmiş uzun yıllarını. Bir tek oturma takımına biraz yıldız serpmiş. İçeri girerken de, görüntülerken de mahremiyet ihlali suçluluğumu depreştiren yatak odası dahil her şey çok sade. Büyük bir ev, büyük bir teras, güzel bir bahçe, güzel bir deniz manzarası, dönemin klasik arabalarından arabası hariç döşeme ve eşyalar sade. Kostüm ve takılarıyla gösterdiği parlaklığa büyük bir tezat oluşturacak sadelikte. Hele konumu düşünülürse.

İçinde sadeliği tercih eden bir insan dışarıda niye sürekli parlamak ister? Belki de parlamazsa kendisini asla kabul etmeyecek bir dünyanın en parlağı olmak için. Dünyayla ettiği kavganın sertliği ve kendi direncinin büyüklüğünü göstermek için. Belki de yalnızca içinden öyle geldi, öyle mutlu hissetti. Bu seçeneği tercih ederim.

Beni evde en çok saklanmış el yazması mektupların olduğu dolap ile kanaviçe bezine işlenmiş yazılar etkiledi. Hayat dediğimiz işte biraz da o satırlar, yalnızca biz varken anlamı var. Yazmadığımız satırları yazmaya fırsat olur umarım gitmeden. Müze bir Zeki Müren, müze olan bir hayat. Bir de homofobik bir ülkenin müzesi. Hayatı düşünmek için çok sayfa açıyor.

LGBTİ’ler için kendi olmaktan başka bir şey yapmadı belki. Ama iyi ki bu dünyadan tüm rengiyle bir Zeki Müren geçti.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam