31/08/2009 | Yazar: Gizem Kurtulmuş

‘Bir kadına âşık olduğunu duydum, gülümsedim.

‘Bir kadına âşık olduğunu duydum, gülümsedim. Öyle ya yıllar sonra yağan yağmurlar hem de yazın ortasında olursa, bir kadının bir kadına olan aşkından başka neye yorulabilirdi?’
 
Lale'yi yeni kaybetmiştik. Beklenmeyen bir ölümdü onunki, bir cinayetti. Bu yüzden her ölümün zamansız olduğu tesellilerin kar etmeyeceği, yaşamın devam ettiği gerçeğinin örtemeyeceği kadar büyük bir boşluk vardı içimizde. Herkes üzülmesi gerektiği kadar üzülmüştü ve bir müddet sonra herkes yaşamına kaldığı yerden devam etmek için başını göğe çevirmişti. Zira herkesçe bilinirdi ki, kimse bir ölüme ölen kişi kadar üzülemez. Lale'nin katilini bulmak için ufak çaplı araştırmalar yapıldı, bizlere acımızı hafifletecek deliller sunuldu. Alışılageldiği üzere tüm bu araştırmalardan bir netice çıkmadı, Lale ölümünden 3 ay sonra unutuldu. 
 
Lale'nin ardından hayat, insanları devam etmeye zorluyor üstelik kimilerine mutlu olma şansı bile veriyordu. Ancak ben pek mutlu değildim. Daha gün doğarken gece olması için beklemeye koyuluyor, kimi zaman hissettiğim sıkıntılar yüzünden göğe küsüyor, güneş yüzü görmeden günlerimi bitiriyordum. Etrafta sevilen biri olduğumu söylerdi Lale, kimseye zararım dokunmadığı için beni az çok severlerdi, bilirdim. Ama eskiden mutlu olmamı sağlayan, hayatımı devam ettirmeme yardımcı olan az çok sevilme hissi artık gözüme pek de hoş gelmiyordu. Çok sevilmek istiyordum, akla hayale sığmayacak kadar, göklerin sahip olduğu yağmur ve yerlerin sahip olduğu toprak kadar sınırsız sevilmek.
 
Zamansız bir yağmur başladı, dünyaya bir toprak kokusu yayıldı. Onu ilk o yağmurda gördüm. Yağmurdan ıslanmış, ne yapacağını bilmez bir şekilde kalakalmıştı. Az çok sevilmek yetmiyordu ve o beni çok sevecekti, biliyordum.
 
Gül... Onu gördükten sonraki bir hafta ya gölgesi oldum ya güneşi. O fark etmese de nereye gitse yanındaydım, nereye dönse etrafındaydım. İsmini bir arkadaşı ona seslenirken duymuştum. Gül... Onu gördükten sonra uzun bir süre yağmur yağmadı. Ta ki onun karşısına çıktığım güne kadar. Gül... Başımı hafif öne eğip usulca merhaba desem, çok utangaç ve çocukça bir tavır. Başımı dik tutup, elinden hafifçe tutsam, bu ne terbiyesizlik, bu ne ayıp. Ne yapmalıydım, ne etmeliydim de tanışmalıydım onunla bir türlü bulamıyordum. Zaman beni besliyordu, zaman su olup akıyordu. İlk yağmurdan bu yana 2 hafta geçmişti, ben ona ya gölge oluyordum ya güneş. Lale yanımda olsa güzel sözler bulmama yardımcı olur, bunca duyguyu tek başıma yüklenmeme izin vermez ve benimle birlikte sevinir, mutlu olur belki de aklıma bile getirmediğim olumsuz bir cevap neticesinde benimle birlikte üzülürdü. Ama Lale öleli... Çok olmuştu. Başımı çok hafif öne eğip, herkesi susturacak ama sadece onun duyabileceği bir sesle hal hatır sormak... Bu kadar iyi bir fikir benden çıkamazdı, Lale damarlarımda geziniyor olmalıydı.
 
Yanına yaklaştım, aynı düşündüğüm gibi. Sözümün bitmesini sakince bekledi, sonra söze başladı. Sesi tahmin ettiğim gibi, nefes gibi... Benim kadar telaşlı değildi elbet aksine fazla sakin konuşuyordu. Bir müddet havadan, sudan konuştuk. Bu yaz diğerlerine göre çok sıcak geçti, oysa bahar öyle miydi? Kışın çok üşüdük, dünyanın dengesi iyice bozuldu, çevre iyice kirlendi. Bir yere davet etsem, hafifçe elini tutsam. Bir kadın bu kadar güzel olabilir miydi? Ben ne yapacağımı bilemez halde gözlerimi saçlarında bir gezintiye çıkarmışken müsaade istedi. Gidiyordu. Elbet gidecekti. Sonsuza kadar beni bekleyemezdi ya. Müsaade onundu ama bir daha görüşmeliydik. İtiraz etmedi, görüşeceğimize dair sözler etti. Nefes aldım.
 
İkinci yağmur üzerinden 1 ay geçmişti. Verdiği sözü tutmamıştı elbet, bir daha görüşememiştik. Verilen sözler az çok yerine getirilmeliydi oysa ben oysa o gün nefes aldığımda bir daha soluksuz kalmam sanmıştım, yanıldığımı anladığımda yine aydınlığa küstüm. Herkes neyim olduğunu sormaya başladı, herkese dert anlatmak istemiyordum ama bir yandan da belki olur da ne halde olduğumu duyar diye herkese ondan bahseder olmuştum. Ve sonra zaman yine su oldu, aktı. Bu sefer beni beslemedi aksine bu kadar çok zaman, damarlarıma ve hayatıma fazla geldi. Yavaş yavaş ölüyordum.
 
Herkesin üstüme gelmesinden sıkıldığım bir gün olsa gerek, geçmiş zaman pek de anımsayamıyorum, kendi başıma dolaşıyordum. Kaç aydır yağmur yağmadığını artık saymıyordum. Üstelik kış geliyordu, ister istemez bir nedene bağlanamayacak zoraki yağmurlar başlayacaktı. Ve kış, beni bu gereksiz romantizmin kollarından alıp gerçeğin ortasına atacaktı. Yüzüme bir damla düştü, sonra bir damla daha... Etrafıma baktım, Gül orada duruyordu. Beklemeye sabrım yoktu, yanına koştum. Aylardır onu aradığımı söyledim, aylardır onu beklediğimi. Hızlı hızlı konuşuyordum sanki her an kaçıp gidecekmiş gibi, nefes almak için ara vermiyordum sanki bir daha susmayacakmışçasına konuşacak gibi. Sevdiğimi söyledim, ilk yağmurdan beri. Yine fazlasıyla sakindi, öleceğimi sandığım an yaşamak için sustum. Konuşmaya başladı, onu sevmemem gerektiğini anlattı, olmayacağını, yanlış olduğunu... İnsanın derin bir nefes alırken öleceğini anlaması kadar üzücü bir şey yokmuş hayatta, ne yazık o gün tecrübe ettim. Lale olsa ölmenin başka olduğunu söylerdi, ölmenin hayal bile edemeyeceğim bir yaşamak düşmanlığı olduğunu söylerdi. Lale yoktu. O ise durmadan konuşuyor, yanlış olduğunu anlatıyordu. Elini tutsam, onun sesini bastıracak bir ağlamak tuttursam ama o hariç herkes duysa. Sustu. Yapacak bir şey yoktu. Bir kadın bu kadar mı güzel olurdu? İsmi Gül'dü. Benim ismimi sormamıştı. Onunla deniz kenarında bir kez oturmayı istediğimi söyledim. Yağmur yağarken, yağmur denizi tam boynundan öperken. Gemiler denizin boğazında kalmışken ve yağmur onları usulca iterken onunla bir kez deniz kenarında oturmak istediğimi söyleyince kabul etti. Benimle bir daha görüşmeyeceğini düşündüğü için bu kadar merhametli ve hoşgörülüydü. 
 
Usulca denize yaklaştık, elini tuttum. İsmimi sormamıştı. Neden böyle olduğumuzu sordu ismim yerine. Ona âşık olduğum ilk günü anlatmaya başlayınca hafifçe boynunu eğdi, onu sormadığını söyledi. Anlayamıyordum, elini tuttuğum için olsa gerek aklım ne yerde ne gökte... Tüm kadınların böyle oluşunun nedenini merak ediyordu. Hafifçe başımı yukarı kaldırarak onu anlayamadığımı söyledim. İsmimi sormadığını söyledim, hafifçe güldü. Ona göre isimler, bizim durumumuzda olanlar için pek mühim değilmiş. Bu düşüncesine pek katılmasam da itiraz etmedim. İtiraz etsem elini elimden çekebilirdi, daha beteri gidebilirdi, daha beteri yağmur durabilirdi. İtiraz etmedim. İkimiz de sessiz kalmayı başarmaya çalışırken ilk o vazgeçti. Hafif alaycı bir tonla çiçek olduğumuzu, erkeklerin ellerinde yok olup gittiğimizi fark etmemiş olamayacağımı söyleyerek susmaya devam etti. Şaşırmıştım, çiçek olduğumuzun elbet farkındaydım ve erkeklerin yaptıkları görülebilecek gerçeklerdi. Lale'yi buna isyan eden tek kişi sanmıştım hayatım boyunca. Yanıldığımı anladığım için hafifçe tebessüm ettim, yapraklarım kırıştı. Gül, benim de bir şeyler söylememi bekliyordu ama ben ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Onun gibi cesur değildim, o zamana dek değil hayatı yaşadığım toprağı bile sorgulamamıştım. Ben yaşamak için doğanlardandım ve ölmek için yaşayan çiçeklerden biriydim. Oysa gül öyle değildi. O, farklıydı. Haklı olduğunu söyleyerek söze başladım ama bunun böyle sürmek zorunda olduğunu söyleyerek sözümü bitirdim. İsmimi sormamıştı. İsmimin Açelya olduğunu söyledikten sonra nefes almayı bekledim. Konuşmuyordu, istediği cevapları verememiştim. Onun gibi düşünemiyor, onun gibi sorgulayamıyordum. Lale'nin bir erkeğin ellerinde solup gittiğinin doğru olup, olmadığını sordu. Doğru olduğunu söyleyince en yakın arkadaşını bu şekilde kaybeden biri olarak ne kadar duygusuz ve umursamaz biri olduğum onun gözünde kesinleşmişti. Yapacak bir şeyim yoktu, Lale yaşarken beni böyle seviyordu ve ölüm bunu değiştiremezdi. Ama Gül boynunu iyice eğmiş söylediklerimi dinliyor, elimi elinden çekmek için fırsat kolluyordu belki de. Dünyada herkese yer olduğunu söyledi gözlerime bakarak, çiçeklerin erkeklerin ellerinde yok olup gidemeyeceğini, iki çiçeğin bir vazoda erkeklerin manzarası olamayacağını söyledi ona yönelen bakışlara aldırmadan. Yıllardır unutmadığım bir şeyi ilk o an onun yanında anlamıştım; yaşamak sorgularken güzeldi. Yaşamak bir kadın bir kadının elini tutmuşken, yeni bir dünya kurulurken güzeldi. Yaşamak bir kadın bir kadına âşıkken ve çiçeklerin insanların ellerinde solmasına karşı çıkarken güzeldi.
 
Gitme vaktinin geldiğini söyledi. Oysa daha vakit vardı, oysa daha yağmur denizin en güzel yerini öpmemişti. Biraz daha kalmasını söyledim, kalamayacağını söyledi.
 
Başını öne eğmişti, başımı öne eğdim. Neden gittiğini sormamı istemiyordu, sormadım. Bir daha görüşemeyeceğimizi biliyordum, onu son bir kez koklamak istedim. Bir kez beni sevdiğini söyledi, derin bir nefes aldım. Uzun yıllar başım döndü, neden olduğunu soranlara Gül'den dedim.
 
Üçüncü yağmurun üstünden 1 ay geçmişti. Yine aynı sıkıntıları yaşıyordum, yine herkes beni az çok seviyordu. Her şey eskiye dönmüştü. Tek bir farkla, artık çiçekler öldürülmüyordu. Herkes bunun bir sebebi olduğunu düşünüyor, biraz da daha büyük felaketlerin geleceğinden korkarak usulca olacakları bekliyordu. Üçüncü yağmurun üstünden 3 ay geçti ve kimse koparılmadı, ölmedi. Kış geldi, kışın gelmesiyle kardelen sevdiği kadına kavuştu ve yaşamak güzelleşti. Ben olup biteni izledim, neden sıkıntılı olduğumu soranlara gerçeği söyledim. Kimse Lale kadar ağlayamadı ama herkes az çok üzüldü. Bu sefer itiraz etmedim. Gül'den pek sonraları bir iki haber aldım, güneşe doğru öyle güzel öyle güzel açmış ki kimse kıyamamış koparmaya. Onun güzelliğini görenler, pişman olmuş çiçeklere yaptıklarına. Bir kadına âşık olduğunu duydum, gülümsedim. Öyle ya yıllar sonra yağan yağmurlar hem de yazın ortasında olursa, bir kadının bir kadına olan aşkından başka neye yorulabilirdi?


Etiketler:
nefret