24/02/2011 | Yazar: Ali Baydaş

İnsanların bedensel bütünlükleri ve yaşama hakları üzerine karar verme yetkisi, devletlere ve onların hukukî / tıbbî vs. organlarına bırakılamaz! 

İnsanların bedensel bütünlükleri ve yaşama hakları üzerine karar verme yetkisi, devletlere ve onların hukukî / tıbbî vs. organlarına bırakılamaz! 

Hadım mevzuuyla ilgili tartışmalar sürerken, Yıldırım Türker, Bülent Somay ve Mustafa Sütlaş gibi aydınlar, haklı olarak, konuya insan hakları açısından yaklaşıyor ve böyle bir yasanın sakıncalarını anlatıyorlar. Yazıda çeşitli yönlerini tartışacağım konudaki asıl görüşümü en baştan söyleyeyim: insanların bedensel bütünlükleri ve yaşama hakları üzerine karar verme yetkisi, devletlere ve onların hukukî / tıbbî vs. organlarına bırakılamaz.
 
Siz, tüm iyi niyetinizle, çocuk tecavüzcüleri ‘tedavi edilsin’ diye böyle bir yasayı desteklerken, yarın bir gün hiç alakanız olmadığı halde, ‘çocuk tecavüzcüsü’ olarak suçlanmayacağınızın garantisi yoktur. ABD, İngiltere gibi, görece daha gelişmiş demokrasilerde bile, bazı mahkûmların haksız yere ömrünün yarısını hapiste geçirdiği ya da idam edildiğinin ortaya çıkabildiğini hatırlayalım. Bir de bizim, evlere şenlik yargımız, hani AİHM’de mahkûm olma rekoru için var gücüyle debelenen, Pınar Selek’ten terörist, Hrant’ın katilinden çocuk yaratan, hukuku ütopik bir ders kitabı varsayarak, iliklerine kadar rejimin polisliğine soyunmuş TC Yargısına böyle bir yetki verilmesi aklımızdan bile geçemez, maazallah!
 
AKP Hükümetinin, özellikle kadın ve aileden sorumlu bakanlığı önderliğinde, eşcinsellik gibi bazı konuları hastalık olarak ele alarak, ‘tedavi’ öneren zihniyetinin, Hitler dönemi’ndeki bazı uygulamalarla örtüştüğü gerçeği gözlerden kaçmamalı. Nitekim 2003 yılında İtalya Parlamentosu’nda kimyasal hadım yasasını öneren parlamenterin, faşizmin mucidi Mussolini’nin torunu Alessandra Mussolini olması, tesadüf olmasa gerek. Demokrasilerde tıp, iktidarların kendi zihniyetlerine göre kullanacakları bir silah değildir. Kimin gerçekten hasta olduğunu, uluslararası tıp kriterleriyle tartışmaya başlarsak bundan, Dr. Mengele’nin 21. yy.daki özentilerinin zararlı çıkacağı aşikârdır.
 
Tecavüz sorununu testosteron seviyesiyle çözebileceğini sanan cahiller, bu memlekette adı konmamış en büyük kutsallardan birinin fallus olduğunu da göz ardı eden bir naifliğe düşüyor. Semavi dinleri sarmalayan kültürlerin egemenliğindeki her yerde fallus, erkeğin iktidarını simgeler. Semavi dinler, pagan inançlarında açıkça yapılan, bereketi simgeleyen fallus totemine tapınma zihniyetini mahkûm ederken, aynı işi satır aralarında ve gizlice sürdürmekteler. Bilinçaltlarında tapınılan, iktidarı ve insan soyunun devamını simgeleyen gizli totemimizdir o. Din, homofobisini, ‘insan soyunun devamının tehlikeye girmesi endişesi’yle açıklar ama insan soyunun devamını asıl tehdit eden iklim ve gıda krizi gibi kapitalizmin ürünü olan konularda nedense, bu duyarlılığını göremeyiz. Konuya dönersek, buralarda erkeklik dokunulmazdır. Böyle bir yasa tasarısının bu meclisten geçmesi bu yüzden zaten imkânsız. Bunun bariz örneklerini Falluskafalı kimilerinin hadım yasasına karşı yaptığı açıklamalarda görmek mümkün.
 
Lacan’a göre, biyolojik varlığımıza yabancılaşarak, kültürel bir özneye dönüştüğümüz süreçte zaten hepimiz bir anlamda hadım edilmiş oluyoruz (insanlaştırıcı kastrasyon).
 
Öte yandan bir fantezi olarak, her erkeğe biraz kadınlık hormonu vererek, cinsiyetler arasında yapay olarak yaratılmış uçurumun azaltılması fikri bana hiç de itici görünmüyor. Hani, erkek olarak göğüslerimiz büyümesin ve cinselliğimize halel gelmesin ama daha sevecen olacaksak, şiddete eğilimli olmayacaksak, iktidar hırsından, teritorya kaygısından filan kurtulacaksak, neden olmasın? Gazetelerin 3. sayfalarının boş kaldığını bir hayal edin!..
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam