20/07/2011 | Yazar: Erdal Partog

Aklımızla değil duygularımızla siyaset yapma anlayışının bu versiyonlarını görmek hiç de umut vermiyor bizlere. Ancak siyasetteki bu açmazların siyasete ait açmazlar olduğunu, siyasetçinin de bu açmazlardan kurtulabilecek güce sahip olduğuna inanmamız gerekiyor.

Cümlelerime bu topraklarda diye başlamayacağım. Çünkü haklı olmanın gururunu yaşayanların şiddetle ne kadar iç içe bir siyaset anlayışı güttüklerini dünyanın dört bir yanında görmek mümkün. Nitekim tarih de haklı olmanın gururunu taşıyan toplumların nasıl şiddetle iç içe yaşadığını gösteriyor.
 
Milliyetini ve dinini diğer milliyetlerden ve dinlerden üstün gören toplumlar günümüzde de varlığını koruyor. Bu toplumların birçoğu da bir devlete sahiptir. Kendi tarihlerinden çıkarmış oldukları kanılarla kendilerine bir paye biçiyorlar. Bu paye de bir millete ait olmak ya da bir dine ait olmanın haklı gururu olarak karşımıza çıkıyor. Bu duyguları sık sık dile getirenlerin başında da siyasetçiler oluyor.
 
Bir zamanlar Almanya’da Hitler de Alman olmanın haklı gururunu vatandaşlarına yaşatmak istemişti. Hitler için en üstün ırk Alman ırkıydı. Yahudiler bu haklı gururun yaratmış olduğu siyasi ortamda bir soykırıma tabii tutuldular. Bu haklı olmanın gururuna inanmış olmanın siyasi sonuçlarıydı.
 
Türkiye’de Ermeniler ve Rumlar görünür bir şekilde yaşardı. Ancak haklı olmanın gururu Türklük ve Müslümanlık üzerinden öylesine pohpohlandı ki bugün Ermeniler ve Rumlar maalesef Türkiye’de yaşayamaz oldu.
 
Geldiğimiz süreçte aynı gururu yaşatmak isteyen Türkler ve haklı olmanın gururunu yeni yeni yaşamaya başlayan Kürtler karşı karşıya. Kürtler ve Türkler haklılıklarına inanmış iki insan gibi davranıyorlar. Her ikisi de haklı davalarından dönmeyi gurursuzluk sayıyor. Gerekirse haklı davaları için iki erkek gibi dövüşmeyi yeğliyorlar. Bu yüzden bizde olduğu gibi bazı toplumlar erkeklik gururunu ya da bir millete ait olma gururunu şiddetten bağımsız düşünemiyor. Haklı olmanın gururu şiddetle kol kola girebiliyor.
 
Kürtler son on yılda Kürt olmanın haklı gururu ile adeta kendilerinden geçer oldular. Bu yüzden de Türklere karşı geri adım atmamayı siyasi bir erdem sayıyorlar. Aslında Kürtlerin yaptıkları şeyler haklı olmanın gururundan başka bir kibir taşımıyor. Türkler ise tarihi gurur ve şanla dolu bir millet olarak bunun altında kalacak bir millet olmadığı için Kürtlere karşı dediğim dedik diyebiliyor. Yani Kürtler güçlendikçe Türklere daha çok benziyorlar. Türklerin gururlu ve şanlı tarihi onlarca acı üzerinden beslenirken Kürtlerin gururlu ve şanlı tarihi neden acılar üzerinden beslenmesin ki?
 
Bu durumda siyasi çözüm olarak elimizde sadece siyasi zorbalığın en kutsal değeri şiddet kalıyor. Kim kimi yenerse ya da yok ederse başlar o zaman yere düşecek, zafer kazananlar haklı olmanın gurunu çoğaltırken kaybedenler de mazlum halkların gururu ile yaşayacak. Yani her iki taraf da kadim gurur ile sorunlar yumağı içinde yaşamaya devam edecek. Tıpkı İsrail ve Filistin gibi.
 
Milliyetçiliğin haklı gururu hem Kürtleri hem de Türkleri tatmin edebilir. Her iki taraf da bildiği yoldan şaşmayabilir. Ancak siyaseti sadece bu duygulara sıkıştırmak aklı devre dışı bırakmak siyasete ve siyasetçiye yakışmaz. Fakat gelin görün ki Türkiye’de siyasetçiler son süreci iyi yönetemedi. Haklı olmanın gururuna o kadar sevdalandılar ki şiddet siyasetçileri kıskıvrak yakaladı. Siyasetçi şiddetin yol açtığı toplumsal kırılmaları kulak ardı etti. Mecliste bulunan siyasi partileri de şiddetin diline hapsoldu. Ölenlerin acısını yaşamaktan çok Türk olmanın haklı gururuna yenilmiş bir siyasetçi profili yeniden hortladı.
 
Aklımızla değil duygularımızla siyaset yapma anlayışının bu versiyonlarını görmek hiç de umut vermiyor bizlere. Ancak siyasetteki bu açmazların siyasete ait açmazlar olduğunu, siyasetçinin de bu açmazlardan kurtulabilecek güce sahip olduğuna inanmamız gerekiyor. Bu bağlamda siyasetçi haklı olmanın gururundan yana mı tavrını koyacak yoksa barıştan yana mı koyacak? İyi siyasetçinin kim olduğu anlaşılacak.
 

Etiketler:
nefret