08/12/2010 | Yazar: Ömer Akpınar

‘Sokakta gördüğümüz "normal" insanlardan onlar, kimsenin gey hamamlarda maceralar yaşadıklarını tahmin etmeyeceği kişiler...’ 

“Sokakta gördüğümüz "normal" insanlardan onlar, kimsenin gey hamamlarda maceralar yaşadıklarını tahmin etmeyeceği kişiler...” 
 
İslami kitaplar satan yaşlı bir adama soruyorum: "Sağa dönünce, elli metre ileride, sağda"
 
Çekingenliğim bugün de üzerimde. Sokaktan geçen herhangi biri oluyorum, hemen giremiyorum içeri. Biraz ileride solda bir başka Hamam! İnternet yorumlarına güvenmekten başka çarem yok, pimapencinin yanındaki ilk hamama geri dönüyorum. Boğazımı temizliyorum girmeden, girişte birkaç adam havadan sudan ve her yerde olduğu gibi paradan bahsediyor. Ucuz mermerden duvarlar, kirli beyaz seramikten bir zemin, flüoresanın çiğ beyaz ışığı, birkaç siyah arkalıklı-kırmızı oturaklı sandalye ve gri ahşap ayakkabılıktan ibaret, hikâyelerine uygun bir hamam girişi. 

ÖĞRENCİ-UMUMİ 3 TL veriyorum, ayakkabılarımı verip mavi plastik terlikleri alıyorum. Üzerinde yeşil lekelerin olduğu terlikler bunlar, ayaklarımızda yaşamayı seven canlılar geliyor aklıma. Acaba kimlerin ortak mirası dolanıyor parmaklarımın arasında? Deliğinden lastik geçirilmiş bir anahtar alıyorum, sonra sola, soyunma odasına...
 
İçeride havlular arasında kaybolmuş, deri-muşamba oturakların üzerinde uyuyan bir adam, yorgun bir biçimde gazozunu yudumlayan bir başkası ve soyunan iki adam daha var. Hem bakınıp, hem de kıyafetlerimi çıkarıyorum. Soyunan diğer ikisi donlarıyla kaldı, onları da çıkarınca kalçaları neye benziyor göreceğim. Gariptir ki, peştamalı donlarının etrafına dolayıp, ondan sonra çıkarıyorlar donlarını, böylelikle hiçbir şey göremiyorum. Ben onlar gibi olmayacağım! Çıkarıyorum her şeyimi, anadan doğmayım. Peştamalımı belime doladıktan sonra eşyalarımı kilitleyip hamama gidecekken elimde bu anahtarla ne yapacağımı bilemiyorum, bileğimi sarmak için fazla dar. Girişe gidip başka bir anahtar istiyorum, öncekini orada bırakıyorum; ardından eşyalarımın dolapta kilitli olduğunu hatırlayıp diğer anahtarı da istiyorum, derdimi anlatmam biraz uzun sürse de sonunda bileğimde anahtarım, hamama girmeye hazırım.
 
Hamama inen merdivenlerin solunda bir ayna var, gövdeme bakıyorum, kendimi beğeniyorum. Aşağıya indiğimde yukarıdan daha loş, daha da ucuz bir ortam beni bekliyor; fakat hemen ısınıyorum alt kata. Her yerde karşımıza çıkan, birbirinin kopyası, steril yerlere benzemiyor. Alt kat, hamamın sıcağından bunalanların dinlenebileceği mermer bir kanepe, hamamdan çıkarken alacakları havluların ve kuru peştamalların bulunduğu bir tür yarı açık soyunma odası, havuza girmeden önce girilmesi gereken duşlar, tuvalet, etek tıraşı için TEMİZLİK adında bir küçük kabin, kesecinin bölmesi ve havuzun bulunduğu, çeşmelerle çevrili hamam kısmından oluşuyor. Hemen hamam kısmına giriyorum. Küçük sayılabilecek bir oda burası, tavanı küflenmiş beyaz bir kubbe şeklinde; havuzun ucunda, girişin tam karşısında bir aslan heykeli ağzından sıcak su kusuyor hiç durmadan.
 
Kendime bir köşe seçiyorum. Plastik tastan su dökünüyorum çeşmenin önündeki havuzcuktan su aldıkça. İçeride benden başka birkaç adam var. Buranın gerçekten sandığım türden bir hamam olup olmadığına emin olamıyorum. Herkes kendi kiriyle, köpüğüyle ilgili gibi...
 
Göbeği ayrı bir gezegen sayılabilecek kadar büyük, yaşlı bir adam havuzun bana en yakın tarafına, durmadan sıcak su kusan aslan heykelinin gevşemiş gövdesine yaslıyor sırtını, yüzü bana dönük. Zaman zaman bana baktığını fark ediyorum, belki o da benim, benim sandığım türden hamamlara giden çocuklardan biri olup olmadığıma emin olamıyor. 
 
Tereddüdü uzun sürmüyor ya da risk almayı seven bir yaşlı adam olacak ki peştamalının üzerinden aletini okşuyor eli. Tereddüdü uzun sürmeyenleri ya da risk almayı sevenleri sevindirmeyi sevdiğimden, belki de ben de onlardan biri olduğum için, rehavetten gevşemişim gibi yayılıyorum köşemde bacaklarımı açarak. Erkeklerin etek giymemelerinin tek sebebinin penis boyu kompleksleri olduğunu düşünüp kıvırıyorum eteklerimi, sıfır kompleks. Bir müddet orada oyalanıp yerimi değiştiriyorum, bu sefer karşıma başka bir ihtiyar çıkıyor. Tam bir iskelet; kumaş pantolon, ince gömlek, ceket, fötr şapka ve bir bastonla sevimli bir yaşlı amca imajı çizebilir kolaylıkla. Buranın ne menem bir hamam olduğu sorusunu çözmeye adanmış zihnim dağılıyor. Tüm bu insanları ortak bir kaynağın dört bir yana saçılmış tohumları gibi kendimden ayırmadan görmeye başlıyorum. Bu ciltleri incelmiş, kılları ağarmış, yürüyüşleri ağır aksak, kambur, öksürüklü yaşlılar topluluğu arasında nasıl duygular uyandırdığımı merak ediyorum. Kendi yaşlılığımı hayal ediyorum. İnsan nasıl katlanır zamanın bedeninden eksilttiği ne varsa başkalarında henüz gani gani olduğuna? Küçük bir çocuk gördüğünde, değil yürümenin, koşmanın bile onun için bir çocuk oyuncağı olduğunu gördüğünde yaşlı biri, o küçük çocuğa gülümsemesi ne kadar içten olabilir? Onu oracıkta öldürmemesi cezaların ağırlığından mıdır, yoksa o küçük çocuğun da sahip olduğu bedeni günün birinde kaybedeceğini adı gibi bilmesinden mi? Bu düşünceler arasında vücudum benim olmaktan çıkıyor, zamanın aldattığı herkese açık bir orospu oluyorum böylece ben. Tüm aldatılmışlıklara karşı naif bir adalet duygusuyla bedenim herkesin olsun istiyorum. Sanki zihnimi okumuş gibi bizim iskelet de bana karşı 31 çekmeye başlamış bile, sıcak su kusan aslan heykelimizi hamamdaki diğer kişilere karşı kendine paravan bilerek. Yüzünü izliyorum iskeletin, beni nasıl gördüğünü merak ediyorum. Gerçekten seksi buluyor mu beni, yoksa çok mu kimsesiz? Bakışları benim arkama düşüyor; üç-boyutlu, inanılmaz gerçekçi bir porno yayını gibi hissediyorum kendimi. Dilini çıkarıyor ara ara, deliğimi yalıyor zihninde.
Bir müddet sonra sıkılıyorum ve hamamın sıcağından bunalanların dinlenebileceği mermer kanepeye gidiyorum. Burada uzanan, bacaklarını uzatarak dinlenen adamlar var. Bir tanesi ilgimi çekiyor. Kırkını aşmıştır muhakkak; fakat hâlâ çekici. Ara sıra ona dikiyorum bakışlarımı, bizimki tam bir aile babası! Şişman bir adamla, cılız olan bir başkası bana bakıyor arada; ama herkeste bir çekingenlik var. Böyle mekânların olmazsa olmazı, şu havadaki ağırlığı sevmiyorum. Kafamda başka bir hamam var; insanların sohbet ettiği, müzisyenlerin gelip güzel şarkılar çalıp söylediği, meyveler dolu, şen şakrak bir hamam. Derken birden bizim aile babası da bana bakıyor, onun bu ilgisini karşılıksız bırakmak bana göre değil. Bir müddet birbirimize bakıyoruz; bazen kaçamak, bazen de belirgin...
 
Hamam kısmına girdiğinde peşinden gidiyorum, havuzun oturduğu kenarının en yakınındaki çeşmedeyim. Bakışmalarımız bir müddet daha devam ediyor, ona yaklaşıp bir şeyler söylüyorum hamamın ne kadar sıcak olduğuyla ilgili. Hamamlar sıcak olur, diyebilirsiniz; fakat bu hamam inanılmaz sıcaktır. O da bana memleketimi soruyor, okuyup okumadığımı, nerde okuduğumu, ne okuduğumu... "Oku" babam "oku", yoksa ne konuşabilirdik acaba! İçerdeki cehennem canlandırmasından bunalıp duş almaya çıkıyorum. Bu küçük hamamın kuyruklu yıldızı olduğumu fark ediyorum. Kuyruklarım ben nereye gitsem peşim sıra geliveriyorlar. Benimle duş alıp, benimle Kızılay maden suyu içiyorlar; benimle hayal kurup, benimle sıkılıyorlar.
 
Sonunda hepimiz birbirimizden ve bu hiçbir yere varmayan bakışmalardan sıkılmış olacağız ki iç kısma geri döndüğümde kimse gelmiyor arkamdan. Fokurdayan sular kusan aslanın köşesindeki yerime kuruluyorum, içeride benden başka biri daha var. Mermer kanepede çekingen olan bakışları, hamamda sadece ikimizin olmasının verdiği rahatlıkla cüretkârlaşıyor. Arada ona bakıyor, peştamalımın altından pek edepsiz edep yerlerimi sergiliyorum. Tam o anda aile babası içeri giriyor, benim tam çaprazım sayılabilecek uzaklıkta bir noktaya koyuyor poposunu. Hemen yanına gidiyorum, artık tavrım açık, oyunlarla vakit kaybetmek istemiyorum. Sırtını okşuyorum, sıcak suyun altında öylesine kaygan! İçerideki diğer kişiden ikimiz de rahatsız değiliz, o da bizi izlemekten zerre rahatsız değil. Bizi öpüşürken izliyor, ben adamı emerken izliyor, sonra birdenbire 
kesiliyor görüntüler, içeri biri daha giriyor...
 
Ben çıkıyorum, mermer kanepede oturuyorum, yeni biri geliyor; esmer, biraz kısa boylu; ama hoş. Bu sefer bakışlarımızla anlaşmak daha kısa sürüyor. Kese bölümünde oturuyor, yanına gidiyorum. Bu insanlar neden böyle korkak anlayamıyorum, bizi sevişirken yakalasalar sonumuz n'olur, falaka cezası falan mı alırız yoksa? Çekincesini söylüyor, yanında bir arkadaşı varmış, o da gey; ama işte yanında bir arkadaşı varken, arkadaşı gey bile olsa, başka bir geyle takılamayacak kadar tuhaf bir gey bizimki. Biraz bedenini okşuyorum, hoşlanıyor başta, sonra korkup uzaklaşıyor. Duşa giriyorum, vücudumu gösteriyorum ona, vücudumu beğeniyor, en çok da kalçalarımı. Mermer kanepeye geri döndüğümde iri ve yakışıklı biri beni bekliyor. Artık hareketleniyorum, bakışlarım gittikçe arsızlaşıyor, istediğime hemen ulaşmak istiyorum ve ulaşıyorum. Ağrılı bu genç adam, geldiği hamamın böyle nimetler sunduğundan habersiz, ona tattırdığım zevke odaklanmakla meşgul. Yalnız kalçalarını okşadığımda sorun çıkarıyor, n'aptığımı soruyor bana. İşte böyledir hayat, birbirinden saçma şeyler bir aradadır ve kimseye dur diyemezsin. Derken içeri biri giriyor ve ben bu kalçalarını okşatmayan adamın yanından ayrılıyorum.
 
Mermer kanepede oturan beyaz tenli bir başkası var, sıcaktan pişmiş haldeyim, yeniden duş alıyorum. Hamama geri döndüğümde yalnızca beyaz tenli ve ben varız. Edepsizliğim tavan yapıyor, artık her şeyi yapabilirim, kıçıma tekmeyi yemeye bile varım! Adama dönüp mastürbasyon yapmaya başlıyorum, o da beni yankılıyor. Sonra yanına gidiyorum, bana sakso çekiyor. Başkaları gelince kese kısmına geçiyoruz. İnsanlar bize yardımcı oluyor, bizimle tahrik oluyor, biri gelirse bizi uyarmak için köşe başlarında bekliyorlar. Tüm bu güvenlik çemberinin ortasında insanların zevkleri için gönüllüyüm. Sonra biri uyarıyor, keseci geliyormuş! Ki keseci en az iki yüz yaşında... Gelse n'olur, gelmese n'olur?! Olsun, yine de güvenlik mühimdir, kesecinin hâlâ ses telleri var. Beyaz tenliyle TEMİZLİK'e giriyoruz, bu sefer kalçaları okşama hakkına sahibim, ne yazık ki ötesi yok. Hayat böyledir işte, birbirinden saçma şeyler bir aradadır ve kimseye dur diyemezsin.
 
Sonra çıkıyorum hijyen dünyasından. Peştamalımı çıkarıp kuru peştamal ve havluya sarınıyorum. Soyunma odasında görevli gelip saçımı kuruluyor, çocukluğumda annemin yaptığı gibi. Şimdi biraz yorgun hissediyorum. Hayır, suçluluk duygusu filan değil. Sadece... Sadece tüm bu insanlarla ortak bir dil paylaşmadığımın beynime ikide bir gelip durması beni deli ediyor. Sokakta gördüğümüz "normal" insanlardan onlar, kimsenin gey hamamlarda maceralar yaşadıklarını tahmin etmeyeceği kişiler... 
 
Dışarıda korkunç bir mikser var, her şeyi birbirine karıştırıyor, bizi eziyor aynı zamanda, bunu anlayabiliyorum. Hepimizin bu kadar karışmasına, bireyselliğimizin yok oluşuna anlam verebiliyorum. Anlayamadığım; küflü, rehavetli, ucuz hayal hamamlarımızda bile aslında bir yerimizin olmadığı, yaşamın saklanabileceği hiçbir odanın kalmaması. 
 
Şehrin kalabalığında anneannemin yanına geri dönmek için yürüyorum. O akşam namazı için abdestini alırken, belki ben de kafamda renkli düşler kurabileceğim bir lunapark kurarım...

 


Etiketler: yaşam, gezi/mekan
nefret