19/08/2016 | Yazar: Beren Azizi

Neden Hande’nin çevirdiği bir kitabı okuyamadık? Bu sorunın yanıtını düşünmek hepimizin sorumluluğu. Bu genç kadının bedeninden önce hayalleri yakıldı, kül edildi.

Böyle diyor Çeviri Blog grubundan Hande’nin arkadaşı Gökçer bizlere. Hande çevirmen olmak istemiş, trans kadın olduğu için üniversitede okuyamamıştı. Edebi çevirmenlik hayalini bedeninden önce çoktan yakıp kül etmiş bir transfobik sistemin ötekisiydi Hande. 

Eylül Cansın’ın intiharından sonra acılı annesi de Eylül’ün hayalinin veteriner hekim olmak olduğunu ağlaya ağlaya anlatmıştı bizlere.  Veteriner fakültesinde okuyup veteriner hekim olmak istermiş; öyle acılı, öyle kırgın, öyle çaresiz anlatıyordu ki Eylül’ün annesi bunları dinlerken boğazım düğümleniyordu taziye evinde.

Cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim sebepleriyle bir temel hak olan eğitim hakkının ve çalışma hakkının gaspı son derece ciddi bir meseledir. İlkokullara, kreşlere kadar inme sorumluluğunu gerektirir bu gasplar. Şimdi kabaca tek tek fobik sistemin kendini dayandırdığı ve yeniden ürettiği dayanaklarına değinmek istiyorum.

Birinci olarak akran zorbalığını önleyici çalışmaların olmayışından ve idareci/öğretmen kadrosunun fobisinden bahsedebiliriz. LGBTİ+ kimlikli bireylerin akran zorbalığına yoğun olarak ilk maruz kaldığı alanlar okullardır. Heteroseksist pedagoji ve bu pedagojiyle yetiştirilmiş öğretmenlerin öğretmenlik anatomisini çıkarmamız gerekiyor. Öğretmenlik gibi “kutsal bir mesleği” icra ettikleri inancıyla yetiştirilen bireyler son derece yüzeysel ve tepeden yüzde yüz doğru olarak inmiş gibi kabul ettikleri bilgileri sünger gibi emiyorlar.  Neyi nasıl biliyoruz, neyi nereden biliyoruz, bilgi nedir, bilginin iktidarla ilişkisi nedir gibi önemli soruları öteleyerek birer ideoloji aygıtı haline geliyorlar. Üretilen bilginin son derece anti-feminist bir tutumla güvenilirliğini sorgulamadan biatçı bir kabullenmeyle işletiliyor bu ideoloji. Tabii ki bu idelojinin katı bir şekilde güncel olmayan bilimi de arkasına alarak kendini dayattığı yer oluyor çocuğun cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi. Kendince farklı saydığı cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimler ya da “normal” olmayan her türlü cinsel davranış karşısında toplum mühendisi olarak dehşete düşen öğretmen birer ayıplama, aşağılama, uyarma, düzeltme, yeniden düzeltme, yontma, utandırma aracına dönüşüveriyor. Böyle bir karşılaşma yaşamamışsa da “normal” sınıf kitlesine toplumsal cinsiyet eğitimi vermekten geri duruyor, zaten o eğitimi verecek yeterliliğe sahip olacak biçimde kendisine maalesef ki öğrenim verilmemiştir. Ancak LGBTİ+ hareketine bir yerden temas ederek, bir yerden toplumsal cinsiyet eğitimleriyle buluşmuşsa biraz olsun farkında olabiliyor. İşte aşağı yukarı böyle bir eğitim hayatına adım atıyor LGBTİ+ çocuklar. Akran zorbalığı ve öğretmen/idareci tutumları eğitim alanlarını bir çeşit işkence alanlarına dönüştürüyor LGBTİ+ çocuklar için. Unutmayalım ki eğitim hayatına girmeden evvel çocuğun çevresindeki insanların çoğunluğu daha ziyade yetişkinlerden oluşuyor. Çocuğun çevresindeki yetişkin çoğunluğunun akran/yaşıt çocuk çoğunluğuyla yer değiştirdiği alan eğitim alanları oluyor. Örneğin kreşe başlamak demek aslında çocuğun çocukla sosyalleşmesinin de başlaması demek oluyor. En azından bizim sistemimizde işler böyle yürüyor. Akran zorbalığının hasarının boyutlarını bu söylediğım akran çoğunluklu çevreyi hesaba katarak çok daha gerçekçi anlayabiliriz. Ayrıca bir sosyolojik vaka olarak idarecilerin, trans öğrencilerin velilierini çağırarak “Alın bu çocuğu özelde Akşam Lisesi’ne verin, paranız yoksa Açık Öğretim Lisesi’ne verin.” gibi direktifleriyle trans öğrencilerin okuldan ayrılması veya okulu bırakmak zorunda kalması da araştırılmaya değer; ama henüz  hareket içinde sıkışmış bir sohbettir bu mevzu. Bazen çok iyi liseleri yarım bırakarak aileden uzak şehirlere göç eden transların sıklıkla Açık Öğretim Liselerine veya paraları varsa Özel Akşam Liselerine yönelmeleri tesadüf değil gibi görünüyor. Yakın tarihte liseleri yarım kalmış ve sonrasında Akşam Lisesi veya Açık Öğretim Lisesi bitirmiş veya bitirmeyi planlayan ardından üniversite öğrenimi görmek isteyen trans öğrenci sayısı hiç ade az değildir. Hak ettikleri liselerinden kopuşları, sonradan toparlanıp kendi imkanlarıyla yarım kalan lise eğitimlerini bitirmeleri ciddi zaman kaybı, ekonomik yük ve hak ihlalidir.

Akran zorbalığı ve öğretmenlerin formel öğrenimlerindeki yetersizlikleri heteroseksist fobik eğitim sisteminin bir ayağını oluşturuyor. Tabii bunun nedenlerini de ayrıca düşünmemiz gerekiyor, eğitimde bilinçli olarak fobik bir devlet politikası mı var yoksa artık bu fobik politika yok saymanın içinde eriyerek kendinin farkında olmadan kendini yeniden yeniden mi üretiyor? Üzerine gitmemiz gerekiyor durmadan ve derinlemesine. Bu fobik sistemin ikinci ayağını ise eğitim öğretim alanlarının cis heteroseksist fobik tasarımları oluşturuyor. Yurtların son derece katı bir şekilde biyolojik determinist ikili cinsiyetçi ayrıştırılmaları ve alternatiflerine ne özelde ne devlet yurtlarında yer veriliyor oluşu özellikle genç transların eğitim öğretim hayatlarını ciddi zorlaştırıyor.  Hatta yurtların bu hallerini o kadar normalleştirmiş durumdayız ki öğrencinin dil, din, ırk, CİNSİYET KİMLİĞİ, CİNSEL YÖNELİM vs. ayrımı gözetilmeksizin barınma hakkından eşit yararlanma hakkının temel bir hak olduğunu kaçırıyoruz. Transların temel hakları lüksleştirilmiş durumda. Bu lüksleştirilmiş temel hakların ekonomik ağırlığı trans öğrenci olma halini imkansızlaştırıyor. Tuvaletlerin, soyunma odalarının gene biyolojik determinist ikili cinsiyetçi tasarımları resmen bu alanları birer zorbalık ve cinsel saldırı alanlarına çeviriyor gene özellikle trans öğrenciler için. Üniformaların da cinsiyet atamasıyla katı bir şekilde iki cinsiyetçi belirlenişi trans öğrecinin istismarına neden oluyor. Bunların aslında cinsiyet kimlikleri sebebiyle çocuk istismarı olduğunu ve aslında ciddi hak ihlalleri doğurduğunu, insanlık suçlarına evrildiğini unutmamalıyız.

Fobik ve trans dışlayıcı eğitim öğretim sisteminin üçüncü ve bence en önemli ayağını aile mevzusu oluşturmaktadır. Öncelikle aile-trans çocuk çatışmasını anlayabilmemiz için bir mevzuyu koşulsuz kabul etmemiz gerekiyor: Beden geçiş süreci yaşamayı planlasın planlamasın her transın özellikle bedeni üzerinde doğrudan iktidar kuruluyor. Kıyafetlerinden, hareketlerine, fiziksel yapısından, ruhsal hallerine kadar çok ciddi sınırlamanın içine mahkum ediliyor trans bedenler. Aile ile trans çocuğun çatışması ise trans bireyin bedeni üzerindeki iktidarları kırmaya başladığı anda başlıyor çoğu zaman, yani bedenini artık istediği gibi şekillendirdiği ve kullandığı anda ailenin potansiyel şiddeti aktif bir fiziksel, sosyal, ekonomik şiddet olarak ortaya çıkıyor. 13, 14, 15, 16… yaşındaki bir birey için bir yıllık kısa bir ekonomik şiddet dahi doğrudan eğitim hakkının gaspına neden olabiliyor. Türkiye’de aileler devletten bile güçlü bir fon kaynağı bireyin eğitim öğretim hayatında. Özellikle lise yıllarında ailenin bakımı ve maddi desteği olmadan okuyan pek insan yoktur, varsa da bu sistemde istisnaları oluşturur. Yakın tarihte çoğu transın lise yıllarında evden ayrıldıkları düşünülürse zaten üniversite hayatı imkansızlaşıyor. Kendi hayatından feragat ederek, bedenine dair özgürlüklerini erteleyerek üniversite bitirebilenler de gene çoğu zaman tabiri cazise ailelerine karşı ha gayret diş sıkarak ekonomik özgürlüklerine kavuşma gününe erteliyorlar istediği gibi yaşama hakkı kadar temel haklarını. Tabii ki bu farazi, gözleme dayalı tahminlerin sosyolojik çalışmalarla veri haline getirilmesi ve somutlaştırılması gerekiyor. Saha çalışmaları transların temel haklarını kazanması için hala büyük öneme sahip. Örneğin, İpek GÖÇMEN ve Volkan YILMAZ’ın 2015 yılındaki “Türkiye’de LGBT Bireylerin Sosyal ve Ekonomik Sorunları Araştırması” çalışması bu alanda nadir çalışmalardan biri ve akademilerce çok daha ileriye taşınması gerekiyor. Ayrıca gene feminist eleştirel açıdan şu mevzunun aile değerlendirmesinde hesaba katılmasını önemli buluyorum: Türkiye’de hala aile politikaları yetişkin aile bireylerinin eşit kazanan, eşit ekonomik güç sahibi bireyler olması üzerinden şekillenmiyor. (Yakın zamana kadar aile reisi erkekti.) Bu politikanın devamı olarak aile içinde çoğunlukla para kazanan, yani ekonomik gücü elinde tutan kadın değil erkek, çoğunlukla da babalar oluyor. Ekonomik eril bir eşitsizlikle ekonomik gücün aile içinde erkeğe pozitif  yüklenmesi, paranın aile içinde eril arzular ve hedeflerle dağıtılmasına neden oluyor. Halbuki, belki de kadın istihdamı şimdikinden çok daha fazla olmuş olsaydı, yani  “anneler”in ekonomik gücü de babalar kadar olsaydı LGBTİ+ çocuklara karşı uygulanan ekonomik şiddet daha hafif olabilirdi. Şüphesiz bu varsayım kadının erkektan daha az fobik ve eril oluşu ön kabulüyle yaptığım bir çıkarım, belki bir kadın masumlaştırması olarak eleştirilebilinir; ama kadın istihdamının düşüklüğü ile aile gelirlerinden heteroseksüel cis erkek olmayan bireylerin eşit yararlanamaması arasında paralellik görüyorum. Kısaca aynı aile içinde ortalama olarak kadınlarla erkeklerin eşit kazançlı bireyler olmayışını da sorunun parçası olarak okumak mümkün.

Dördüncü bir engelleyici unsur olarak da transların beden geçişleriyle ilgili sağlık haklarına erişimindeki gasplardan söz edilebilinir. Başlarda da söylediğim gibi transların temel hakları lüksleştirilmiş durumda. Beden geçişinin mecburi uzantısı sağlık hakkı, ameliyatlara erişim vb. mevzular günümüzde SGK’nın her türlü ameliyatı ve uygulamayı karşılayacağını açıklamış olmasıyla görece çözülmüş görünse de pratikte birçok engel söz konusu. Meselenin kısacık ömürlü insanlar olarak aciliyeti düşünülürse kimsenin hak mücadelesine girişerek ertelemesi söz konusu olmuyor. Stratejik davaların azlığı hatta yokluğu da adeta transların meseleleri el yordamıyla ve gene kendi maddi imkanlarıyla çözmeleriyle sonuçlanıyor. Halbuki, cinsiyet kimliğine ilişkin sağlık hakları bir lüks tüketim değil temel ihtiyaçtır, uluslararası standartlara uygun ve aynı kalitede imkanlara ulaşmak her transın hakkıdır. Türkiye’de ne yazık beden geçiş süreci dışında, cinsiyet kimliği harici, örneğin grip olduğu için doktora giden bir insan dahi cinsiyet kimliği sebebiyle ayrımcılığa uğrayabiliyor. Hizmetlere ulaşım konusunda hizmet veren memurları denetleyen ayrımcılık özelinde ciddi hiçbir önleyici yasa yok. Skandal boyutlarda ayrımcılıklar normalleşmiş durumda. Ayrımcılık mevzusu sağlık hakkının gaspının bir yanıyken diğer yanı da başta da söylediğim gibi beden geçişine dair her türlü sürecin ciddi ekonomik yük oluşturuyor oluşu. Zaten ailenin desteğinin olmayışı ve erken yaşta bunu gerçekleştirmek için yola koyulan bir bireyin kendi ekonomik birikiminin olmayışı, eğitim için ayrıca para ayrılmasını birey açısından olanaksızlaştırıyor.  Eğitim için ayrıca para ayırabilecek ekonomik güce ulaşıldığındaysa liseyi bile yarım bırakmak zorunda kalmış biri için fazlaca zaman kaybedilmiş oluyor.

Beşinci bir konu ise eğitime destek temelli sosyal sorumluluk projelerinde LGBTİ+ haklarının prestij oluşturmuyor oluşudur ne acı ve utanç verici ki. Transların eğitimine destek veya trans haklarına destek, sosyal sorumluluk denen prestije odaklı ve itibar hedefli projelerin ilgi alanlarının dışında kalıyor. Zaten ülkedeki eşitsizliklerin, adaletsizliklerin çok yoğun olduğunu düşünürsek ahlakçı sistem açısından daha kabul edilebilir kimlikler bulmak hiç de zor değil ve bu alanlarda faaliyetlerini yürütmeyi tercih ediyor organizasyonlar, LGBTİ+ mevzularını gündemlerine tartışma konusu olarak bile sokmuyorlar. Dernekleri ve vakıfları da bu şekilde düşünebiliriz. Bu sebeple eğitime destek oluşumlarının artık öz örgütlerce başltılması bir ihtiyaç. Büyük büyük vakıfların, derneklerin, şirketlerin çıkarlarını bir kenara bırakarak fobilerinden arınmalarını bekleyemeyiz. Bu ülkede “yardım etme” olgusunu eşitlik ve adalet arsuzundan ziyade üstünlük, babacanlık, bahşetmişlik gibi arzular örgütlediği için LGBTİ+ bireylere sunulacak maddi kaynakların oluşturulması hala öz örgüt mücadelesidir. Bu “yardım etme” olgusunun çiğliğini bir yandan da devletin LGBTİ+ eğitimi ve sonrasında da istihdamı için teşvik politiklarının eksiliği ya da olmayışı izliyor. Hala gündemimizde ne bir LGBTİ+ kotası söz konusu ne de istihdam talebi var. Hala el yordamıyla, fazla öz bir mücadele olarak yürütülüyor bu talepler. Trans Misafirhanesi örneğinde, tam bir LGBTİ+ öz örgüt dayanışması örneği görülebilir. Bir çeşit huzurevi, bakımevi olarak da düşünülebilecek bu proje çok temel bir ihtiyaç için gene öz mücadele ile kazanılmıştır. Eğitimde de böyle atılımların örgütlenmesi ve oluşması gerekiyor. Trans öğrenci yurtları, bursları vb. projeleri hiç çekinmeden hayal etmek ve sonrasında gerçekleştirmek gerekiyor.

Kabaca değindiğim transları eğitimden dışlayıcı eğitim sisteminin bu sebepleri genişletilebilinir. İşte tüm bu süreçler, fobik yapı bir de güvencesiz seks işçiliğiyle birleştiğinde transların yaşam hakkı hiçe sayılmış oluyor. Güvencesiz seks işçiliği ve transların yaşam hakkı başka ve derinlikli bir tartışmanın konusu.

Bugün mecliste düzenlenen basın toplantısında son derece net talepler vardı. İlköğretim müfredatında toplumsal cinsiyet eğitimi içeren derslerden TCK’daki ayrımcılık yasasının toplumsal cinsiyet ayrımcılığını da düzenleyerek genişletilmesine kadar birçok talep vardı. Bu talepler hayati taleplerdir. Bu talepleri duyurmak, tartışmak, genelleştirmek ancak düşünce ve ifade özgürlüğüyle mümkün olabiliyor. Onur Yürüyüşleri bir anlamda hem görünürlük hem de taleplerin gösterildiği alanlardır. Dolayısıyla LGBTİ+’ların düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, gösteri ve yürüyüş özgürlüğü gibi demokratik hakları herkesle eşit olarak güvence altına alınmalı. Neden Hande’nin çevirdiği bir kitabı okuyamadık? Bu sorunın yanıtını düşünmek hepimizin sorumluluğu. Bu genç kadının bedeninden önce hayalleri yakıldı, kül edildi.

Ah güzel Hande… Artık elime bir kitap aldığımda “çevirmeni” kısmına öfkelenerek bakacağım elimde olmadan. Gökçer’in de dediği gibi belki de senin kaleminden okuyacaktık bir kitabı, olamadı. Canım Hande’mizin neyi eksikti diğerlerinden?


Etiketler:
nefret