04/10/2010 | Yazar: Yıldırım Türker

Cumhuriyetimizin aynasında böyle kilit adamlar hep olmuştur. 

Cumhuriyetimizin aynasında böyle kilit adamlar hep olmuştur. 
Onlar, ortak tarihimizin en çalkantılı dönemlerinde hep fotoğrafın arka planında silueti görünenlerdir. 

Ne zaman ‘bu toplumun henüz hazır olmadığı’ kimi gerçeklerin üstüne devlet tarafından moloz yığılsa; ne zaman “bu olayın ardında olan bitenleri asla tam olarak öğrenemeyeceğiz” duygusuna kapılsak, bu adamlardan birinin gölgesi düşüverir hayatımıza. 
Bu adamlar, hep olay mahallindedir. 

Derin cinayetlerin işlendiği yerlerin yakınında ayak izleri saptanır. 
Her şeyi biliyorlardır. Devletin karanlık yüreğinde kim tarafından görevlendirildiği belli olmayan vakanüvisler olarak arada bir çıkıp halkı bilgilendirirler. Verdikleri bilgilerin hakikatle ilişkisi hiçbirimiz tarafından sınanamayacak olduğundan hem devletle aramızda oluşan gerilimi yumuşatır, hem de kahraman ilan edilirler. 

Onların hikâyelerini tam olarak anlayabilmek için Le Carre’nin romanlarını okumak icap eder. Çünkü kâh orada kâh burada ifa ederler görevlerini. Gerçek kimliklerine ulaşabilmek, sahtelerinin soğuk damgalarında el izi bulmak imkânsızdır. 

Devlet ve tebası arasında hakem, arabulucu ve meyhane tansiyoncusudurlar. 
Onlar, omuzlarındaki eli en büyük ustalıkla saklayabilen, tek tabanca olduklarına çoğunluğu inandırabilen, kimsenin piyonu değilmişçesine racon kesebilenlerdir. Onlar, her vadinin kurdudur.

Hanefi Avcı, bu adamlardan biridir. 
Perşembe günü Ertuğrul Mavioğlu, Avcı hakkındaki yazısına şöyle giriyordu: “Avcı için ortaya ‘Kim bu adam?’ diye bir soru atılsa yanıt ne olurdu acaba? A) İşkenceci. B) İşkence pişmanı. C) Susurluk’u aydınlattı. D) Susurluk’u daha da kararttı. E) Ülkücü polis şefi. F) Demokrat polis şefi. G) Devrimcilere hayran. H) Devrimci katili. I) Poliste cemaatleşmeye karşı çıktı, dürüsttü. J) Önü kesilince karşı saldırıya geçti, çıkarcıydı. K) Avcıydı. L) Kurban oldu.”
Ertuğrul’un daha da uzatılabilecek listesindeki her şık, bu toplumda kimilerinde karşılık buluyor. 

Teyakkuzda bulunan taraflar da çıkıp 24 saat Avcı’nın haklı/haksız 
olduğunu tartışıyor. 

“Ülkenin en namuslu bürokratı” olduğu konusunda birçok kişinin hemfikir olduğunu görüyoruz. Bilirsiniz, geleneklerimizde, 70 öncesi Türk sinemasının da beslemiş olduğu bir ‘dürüst ve yoksul’ kanaati vardır. Zenginliği seçmemiş, paranın kirine yüz vurmamış insanlar ille de dürüst ve namuslu kabul edilir. Avcı da şimdilik bildiğimiz kadarıyla servet sahibi değil. Dolayısıyla namusu tam bir yiğit olmalı. 

Bu namusluluk, dürüstlük, çalışkanlık, ‘dağ gibilik’ çığlıkları arasında yitip giden bir tını olarak kalıyor elbette , beyefendinin namlı bir işkenceci olması. 

Hanefi Avcı, 80 sonrası Mersin Emniyeti’nde Devrimci Yol Masası sorumlusu olarak Ali Uygur’un ölümünden birebir sorumludur. İşkencesinden geçmiş birçok tanığın belirttiğine göre, kalanları da ‘sonunuz Ali Uygur’ gibi olur sözleriyle tehdit etmiştir. 
Tutuklanan oğlundan 9 gün boyunca haber alamayıp Avcı’nın kapısını çalan Hatice Uygur’un kulaklarında, yiğit-dürüst-namuslu bürokratımızdan işittiği, “Oğlun bir operasyon sırasında kaçtı. Ama inşallah ölmüştür” sözleri hâlâ yankılanmaktadır. 
Ali Uygur, emniyette gördüğü işkence sonucu ölmüş, başka ir adla kimsesizler mezarlığına gömülüvermiştir oysa. 

Bu işkenceci kahraman, sözünün eri ve dürüst ya, işkence yaptığını da kabul etmiştir. Ama son derece yakışıklı bir üslupla: “1990’lı yılların sonuna kadar devletin tek sorgu tekniği işkenceydi, bir insanı alarak sorgulamaktı. Burada şahısları suçlamak kolay, bugün Türkiye’nin hiçbir yerinde işkence yapılmıyor ancak 1999’a kadar her yerde yapılıyordu”. Daha önce de 12 yaşındayken işkenceden geçirmiş olduğu Şaban Dayanan’la bir programda yüz yüze gelmiş, ondan özür dilemişti. 

Mersin’de daha sonra işkence ettiklerinden ulaşabildiklerini toplayıp onlarla özür fotoğrafı çektirdiğini de hatırlarız. 
Ama bu mahcup ve fazlasıyla ölçülü nedamet tablosu, Hanefi Avcı’nın namusundan, dürüstlüğünden fazla bir şey götürmedi. Yine bu toplum bu suratı gördüğü anda işkencecisiyle karşılaşmış gibi ürpermiyor. Kaç yıl geçmiş
üstünden. Hem ne yapsın, o dönem başka bir teknik bilinmiyordu.
Ama gerçekten de işin en müstehcen noktası, maalesef bizim gazetenin de 
berbat bir başlıkla ortak olduğu ‘adamın mahremi’ itirazıdır. 
Kadınların ancak sustukları, erkeklerinin ardında ‘dağ gibi kadınlar’ olarak durabildikleri, aldatılmayı, görmezden gelinmeyi ve daha birçok kötü muameleyi hazmettikleri oranda saygı gördükleri bir dünya tasavvuru yine başını çıkarıveriyor, sakil büyük adam romantizminin sularından. Sevdiği adamı ‘aslanlar gibi’ savunan kadınlara Avcı’nın sevgilisi ve karısı dolayıyla bir kez daha cennet vaat ediliyor. Bir kez daha tarihe onurlarıyla yazılacaklarına söz veriliyor. 

‘Avcı’nın kadınları’, kocalarının efsanesine kefil olmakla kalmıyor, böyle büyük, ‘dağ gibi’ adamları paylaşmanın da büyük bir onur olduğunu hatırlatmış oluyor. 
Ama her şeyden önce biz, bir işkencecinin dürüstlüğünü, cesaretini takdir edip başlıyoruz bir konuşmaya. Bütün toplum bu adamın cesareti, dürüstlüğü ve çalışkanlığı üstüne kalıbını basabilir. Bu genel kabulden sonraki cümle ya ‘ama’yla başlıyor ya da “onun için” diye devam ediyor. 
Adamın şanlı bir işkenceci olmuşluğu anlaşılan kimselerin pek umurunda değil. 
Bu toplumun, bütün ana akım ya da kendini ana akıma yamamaya çalışan basın organları, siyasetçiler, yorumcular, kanaat önderleri ve kendinden âkilleri bize bu gerçeği unutturmaya çalışıyor. Dikkat edin. 

Aynı adamlar ve benzerleri yüzünden Mardin tecavüzcülerinin bir kısmı yedi yıl sonra beraat ediyor, bir kısmı sembolik cezalarla ödüllendiriliyor. 
Televizyonda bir tecavüz mağdurunun var olma hikâyesine tahammül edemeyenler, temiz aile çocuklarının nasıl bir anda tecavüzcü sürüsüne dönüştüğünü, son derece edepli bir şekilde yansıtan bu diziyi şikâyet ediyor. Tecavüz mağduru bir kadının görünürlük kazanmasından korkuyorlar. 

Hepimiz birer amatör ajan kesilmiş, kısıtlı imkânlarımızla soruyoruz: “Hanefi Avcı’nın suçu ne?” Gerçekten otuz yıl kadar önce pek tatsız koşullarda tanışmış olduğu anlaşılan sol militanlarla örgüt mü paylaşıyor? Yoksa kitabıyla cemaati mi kızdırdı da kafasını kopardılar?
Ben size söyleyeyim. Gerçekten umurumda değil. 

Hanefi Avcı’nın suçu, namlı bir işkenceci, bir nefret suçlusu olmasıdır.


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret