11/05/2013 | Yazar: Yıldırım Türker

30 yıl boyunca dile getirilmesi bile yasak olan bir savaşın gölgesinde karardı ruhlarımız. En iyi bildiğimiz, savaşın dili. Kelimelerimiz öfke ve ölüm kokuyor.

Onlarca yıldır derinleşen onca yaraya Barış mı yoksa Demokrasi mi öncelikli şifa olmalı münazarası olanca gücüyle sürüyor. Demokrasi uğruna katlanıyor, barış adına gülümsüyoruz.

Kodlamalar diyarının insanı, hüsnütabir memleketinin sakini, inkâr örgütlenmesinin neferi yine iş başında.

Derinden tiksinerek küçümsedikleri halkların önüne tadını bilmedikleri iki kuş koyup seçime zorlarsak bir süre daha yenme/yenilme, verme/alma, satma/satılma dünyasını sürdürebiliriz gayretindeler. Evet, çabuk söyleyin. Antre olarak Barış mı yersiniz, yoksa Demokrasi mi?

Savaşçılar, ille demokrasi der gibi dikiliyorlar sınıfın bir köşesinde. Taraf’da gidenlerin ardından teneke çalan bir dev yazar, heyecandan olsa gerek baklayı ağzından çıkarıveriyor. Terör örgütüyle konuşarak barış mı olurmuş.

Sen hala PKK’ye terör örgütü, Öcalan’a bebek katili demekte ısrar ederken, devlet adına hıyanet makamından uyarılarda bulunurken barış yolunda demokrasinin es geçileceği kaygısını mı yansıtıyorsun? Demokrasi mücahidi olarak ateşkesi, müzakereyi, uzlaşma zeminini reddediyor, savaş dışında bütün çözümleri kirli buluyorsun.

Devletinin ehil olmayan ellerde bütün aile yadigârını Kürtlere kaptıracağından korkuyorsun. Kemalistlerden, Milliyetçilerden farkın yok. Katliam fetvacısı hocaefendinin eteğine oturmuş, Türkiye’ye derin mi derin bir gelecek kurguluyorsun besbelli.

Ortada ne Barış ne Demokrasi var. Her ikisinin de ufuktan göz kırpmalarına neden olan bir ateşkes var ama.  Gerillanın memleketi terk etmesi var. KCK davalarında tahliyeler var. Henüz inşaatın temeli kazılmakta. Yeterince derin kazılmazsa, temel sağlam olmazsa, yapı ileride çöker elbet. Barış hedefine ulaşabilmek için verilecek çok mücadele var daha.

Her şeyden önce bir inkârın resmi olarak tarihin çöp sepetine yollanmışlığı var. Kürt siyasi hareketi lokomotifinin meşruiyet kazanması var.

Barışın ilk adımı budur. İnkârın sona ermesi. TC, otuz yıldır savaştığı bir avuç çapulcunun muhatabı olduğunu kabul etti.

Taraflar, birbirinin varlığını, gücünü, erk alanını kabul etti.

Silah sustu. Söz ayakta kaldı.

Şimdi tehdidin, çelmenin, küfürün zamanı değil. Bunca acıdan, bunca suç ortaklığından, bunca ihanetten, bunca utançtan sonra onurumuzu nasıl toparlayabiliriz? Nasıl birlikte insan kalabiliriz’i çalışmamız gerekiyor. Daha birbirimizin yüzüne bakacak hale gelmedik. Önce aynaya bakabilmemiz gerekiyor. Barış, hak edilendir. Kimsenin bahşettiği bir şey değildir. Bir kez daha: Mis kokmalıyız. Barışımız da bize benzeyecek.

BARIŞIN ŞEHİDİ OLMAZ

“Ey, Yüce Tanrımız; bombalarımızla onların askerlerini kana bulayıp lime lime etmemize yardım et; güleryüzlü ovalarını kahraman ölülerinin solgun yığınıyla kaplamamıza yardım et; silahların sesini yaralıların iniltileriyle boğmamıza yardım et; bir ateş fırtınasıyla o mütevazı evlerini yerle bir etmemize yardım et; yılmaz dullarının yüreklerini çaresiz bir acıyla kavurmamıza yardım et; onların küçük çocuklarıyla birlikte perişan topraklarda harabeler arasında kimsesiz, aç, susuz, paçavralar içinde orta yerde yuvasız kalıvermelerine yardım et; yazın yakıp kavuran sıcağının, kışın buza kesen rüzgarlarının yardımıyla umudunu yitirmiş, acıdan bitap düşmüş, Sana bir mezarın huzuru için yalvarsınlar ve Sana tapan bizim adımıza onları reddet; umutlarını havaya uçur, hayatlarını karart, bu acı yolculuklarını uzat, adımlarını ağırlaştır, yollarını onların gözyaşlarıyla sula, bembeyaz karı yaralı ayaklarının kanıyla lekele! Sevginin ve merhametin kaynağına, ıstırap çekenlerin yegâne dostu ve sığınağına yakarıyor, aciz ve nadim yüreklerimizle aman diliyoruz. Dualarımızı kabul et, Yüce Tanrı, kabul et ki bütün methüsenalar, zafer ve şeref sonsuza dek senin olsun. Amin.”
..............................
Mark Twain’in 20. Yüzyılı görmeden yazmış olduğu “Savaş Duası”, savaşın ahlâkı üstüne söylenebilecek her sözden güçlü hâlâ.

Barışı savaş diliyle tartışıyoruz, savaş diliyle çağırıyoruz.

30 yıl boyunca dile getirilmesi bile yasak olan bir savaşın gölgesinde karardı ruhlarımız. En iyi bildiğimiz, savaşın dili. Kelimelerimiz öfke ve ölüm kokuyor.

Aklına fikrine, duruşuna saygı duyduğum Selahattin Demirtaş’ın Kandil izlenimlerini yazdığı ‘edebi’ yazısı beni kaygılandırdı sözgelimi:

“Az ileride görünen ev gibi bir yapıda kimler kalıyor diye bakmak için yöneldiğimizde bir ağacın dibinde kan deryası  ve deryanın içinde koyun postuyla karşılaşınca, dün gece yediğimiz etlerin Migros’un et reyonundan alınmadığına iyice kani olduk. Doğrusu akılma ilk gelen şey dün akşamki etlerin lezzetiydi. Öylece birkaç adım attıktan sonra büyük bir utançla durdum. Geri döndüm ve kan deryası içinde yatan koyundan arta kalanlarla birbirimize baktık. Kan dökülmesin diye Kandil’e misafir gelen heyete kurban edilmiş koyunun kanıyla uzun uzun bakıştık. Böyle işte, savaş da barış da kansız olmuyor bu topraklarda. Savaşın da barışın da kurbanları olacak, çaresi yok demek ki.”

Sevgili Demirtaş, metaforlar dünyası fevkalade tehlikelidir. İnsanı hiç niyet etmediği kıyılara sürükler. Kan deryası içinde göz göze gelmiş olduklarımız bizi utandırıyorsa (kurbanlık koyun metaforu için izninle senin adına özür dilerim) ‘Böyle işte, savaş da barış da kansız olmuyor bu topraklarda’ gibi dağ ferahlığıyla edebi izin alanına sığınamayız.

Barışın kurbanı olmaz. Barışın şehidi olmaz.

Kurban da şehit de savaşın yalanlarıdır.
***
GAZ VE BARIŞ KURBANLARI

Sokaklarda, meydanlarda, yaşlılara, çocuklara yönelik gaz kullanımı iyice şiddet kazandı.

Erdoğan, dans ettiği anlaşılmasın diye mehter yürüyüşü mü yapıyor? Bu köslere vuruldukça seferberlik korkusu oturuyor yüreklere. Erdoğan ve gazcı emniyeti, sokağa adımını atana, hatta geçen gün 14 yaş altı bir futbol takımına cömertçe gaz takviyesinde bulunuyor.

Barışa niyetlenmişlik konusunda karşılaştığı saldırılar hükümeti muhalif olan her sese karşı iyice tahammülsüz kılıyor. Yerli yersiz güç gösterileriyle hoyratça baskı altında tutuyor sokakları. Gençler, emekçiler, çocukları gaza boğarak mı affettireceksiniz kendinizi, savaşsever taraftarlarınıza?

(Demirtaş’ın ‘barış kurbanı’ dediği böyle bir şey mi ola?)

Taksim Meydanı’nda ısrar konusunda sendika ve örgütleri kınayanlar, şimdi Erdoğan’ın niyetlerini açık etmesiyle biraz olsun mahcubiyet duyuyor mu? Evet. Erdoğan hükümetinin amacı hayatımızın her alanını işgal etmek, kirli kar bezleriyle şehirlerimizin yüzünü silivermek. Demokrasiye ve barışa da hevesli görünmüyorlar. Ama karşılarında hep gaz yemeye hazır kitleleri bulacaklar. Ne kadar direnirlerse dirensinler, sonunda sokak kazanacak. Sokak kazanır.  

Etiketler:
İstihdam