25/04/2009 | Yazar: Cihan Dağ

Ağalar, beyler… Rahat koltuğunda ahkâm kesenler, ‘Ay yazık ya’ tepkisiyle acılarını dile getiren acınası insanlar… Farkında değilsiniz galiba olanların.

Ağalar, beyler… Rahat koltuğunda ahkâm kesenler, ‘Ay yazık ya’ tepkisiyle acılarını dile getiren acınası insanlar… Farkında değilsiniz galiba olanların. Demokratik bir yola sapan bir ivmeyi zorla demokratik olmayan bir yola kaydırmaya çalışanların ne yapmak istediklerinin farkında değilsiniz galiba. Bunca gözaltı, sorgusuzca tutuklamalar, öldürülen insanlar, demokratik haklarına darbe indirilenler… Elbette vardır altında bir şeyler ki tıktılar insanları içeri. Peki, sen telefonlarını dinlediğin, uçan kuşu bile onlara karşı casus olarak kullandığın birilerinin ne yaptığını bilmiyor muydun? İlahi bir ses bir anda gelip kulağına fısıldadı bu olanları? Bakalım ne kadar ilerleyecekler diye gözlemlemek için kendi halkını mı kullandın yoksa? Bu göz altıların nedenini tahmin etmek zor olmasa gerek. Öncesinde kazanılan bir seçim, sonrasında yapılacak Kürt Konferansı… Belki altında daha farklı nedenler yatıyordur, bunlar göstermelik hedefler de olabilir tabi.

Fakat bu göz altılarının açtığı ve daha da açacağı bir yara var ki; o da aynı devrim için mücadele eden iki insanın (Türk-Kürt) bile içlerinin birbirine karşı kin dolması. Bunu LGBTT hareketi içinde bile hissediyorken, daha sert alanlarda hissetmemek mümkün değil elbet –LBGTT hareketin sertliği konusuna ilerleyen haftalarda değineceğim-. Artık isyanlarımızın bile sanallaştığı bir hayatta, yaşamlarımızın sanal bir yansıması olan facebook’da paylaşılan öğeler ve altına yazılan yorumlar, aynı yolda ilerleyen iki insanın, mevzu Kürt sorununa geldiğinde, nasıl farklı yollara saptıklarını görebiliyoruz. İşte tam da bu nokta da ihtiyacımız olan ötekilerin birleşmesi başarısızlıkla sonuçlanmış oluyor.
 
Bu günlerde işte bu ayrılmalar en çok da 23 Nisan gibi ‘Türk Ulusuna’ armağan edilmiş bayramlarda ortaya çıkıyor. Bir yandan Dünya’nın dört bir yanından getirilen ‘güler yüzlü’ çocuklar, bir yanda da bu ülkenin sözde bekçileri tarafından aynı gün öldürülen, ‘ağır’ diye tabir edilen sağlık durumuna sokulması bu ülkenin çelişkilerinin bir örneği. Öldürülen çocuğun önce okula giderken talihsiz bir şekilde öldüğünü söyleyerek olayı kapatmaya çalışan ‘medya’, ortaya çıkan görüntüleri görünce kızarmak yerine haberi kendi ortaya çıkarmışçasına tekrarlamaya başladı. Tabii bu çelişkiler ‘bu ülkenin insanlarına’ da yansıdı. 23 Nisan’daki programlarda doğudan gelen çocuklara samimiyetsiz bir şefkat gösterisi ve ezik karakter muamelesi yapılması, Batı Anadolu’dan getirilen çocukların ise sanatla uğraştıklarının belirtilmesi sinir harbi geçirmeme neden olan durumlardan sadece biriydi. Belirli durumlar hariç, medyanın gösterdiğinin aksine Doğu-Batı ayrımı kalktı artık. İzmir’de yaşayan bir ailenin üç çocuğu da halk tabiriyle ‘bir baltaya sap’ olmazken, Bitlis’teki bir ailenin yedi çocuğu da tıp, makine mühendisliği, hukuk gibi bölümlerde geleceğini inşa edebiliyor. Sanat batıdan doğmaz ya da başarı… Doğudan da doğmaz… Sanat da başarı da insanın yüreğinde ve beyninde ışıldar.
 
Bu yüzden bu sahte acıma duygusuyla, ‘zavallı çocuklar, ailelerinin kurbanı oluyorlar, kavgada en öne atılarak kullanılıyorlar’ deyip de kendi duyarlılıklarını ve olayın kendilerine göre ‘iç yüzünü’ yansıtmaya çalışıyorlar. Bu çocuklar yakınlarını kaybetti. Bu çocuklar kavganın zaten hep içindeydiler. Onları bu kavgaya iten zaten bu devletin ta kendisi…
 
120 çocuk kurtuluş savaşında silah taşımak için uzun ve karlı bir yola çıkmıştı hatırlarsınız. Birçoğu da donarak ölmüştü maalesef. Şimdi onları rahmetle anan insanlar anlamalı ki bir gün Güneydoğu’da özgürlükleri için ölen bu çocukları da kendi halkı elbet hatırlayacak ve hatırlatacaktır. Ve tankların, silah dipçiklerinin, çizmelerin ezdiği çocukların acıları elbet anlaşılacaktır…
 

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret