29/03/2016 | Yazar: Irmak Keskin

En son ne zaman kendinizi sevdiniz? Kendiniz için güzel bir şey yaptınız ya da gelecek için umutlu bir hayal kurdunuz?

Lütfen sakince kendinize bir yeşil çay demleyin ve başlayalım.

Evet, dünyanın her yerinde bombalar patlıyor, hepimiz tedirginiz, ancak bunda kendi payımızı hiç sorguluyor muyuz?

Ulaşabildiğimiz her platformdan karşımızdaki insanlara kan, vahşet, dünyanın en kötü zamanları belki de, askerler, gerillalar, savaş… şeklinde sürekli bir negatiflik yayıyoruz.

Bu dünyada dünya savaşları, veba, atom bombası, düşmanının kafasını ne kadar iyi olduğunu göstermek için eteklerine takan savaşçılar, toplar, tüfekler, yeni keşfedilen Amerika’da Avrupa’lılar tarafından gerçekleştirilmiş soykırımlar, soykırımlar, Tanrılara adanmış bakireler ve daha neler neler geldi geçti. Kaç kez “kıyametin” geldiğine inanıldı. Yani dünyanın insan elinde tekelleşmesinin klasik bir sonucunu yaşıyoruz her zaman olduğu gibi. O yüzden paniği sakince yere bırakmanın vakti sanırım bu.

Kiminle konuşsam hasta bugünlerde. Louise L. Hay, Hastalıkların Zihinsel Nedenleri kitabında boğazı ifadenin yolu, yaratıcılık kanalı, ateşi ise yakıcı öfke olarak tanımlıyor. Tıkadığımız yanlarımız ve biriktirdiğimiz negatifliklerimizle her gün kendimizi biraz daha hasta ediyoruz aslında.

Naz Aksu’nun Eeren Şamanlarıyla yaptığı konuşmadan: “İyi şamanlar çabuk yaşlanıp genç ölürler” diyor Igor, “Bütün gece ayakta dans edip şarkılarını söyler, dualar ederler. Söyledikleri sözler güçlüdür, bu onları yorar. Hastalıkla, kötülükle gelmiş kişilerden bunları kendilerine alırlar. Kötü ruhlarla iletişime geçmek zorunda kalırlar. Bu onları yaşlandırır.”

Oysaki bizler, gece ayakta dans edip şarkılar söylemek yerine, bütün gün ve gece felaketler yayıyoruz.

Interstate 60 filminde “dileğini söylersen gerçekleşmez” diyenlerin aksine sözün enerjisiyle dileğini söylersen gerçekleşeceğini söyleyen karaktere kulak vermek lazım. Sesimiz, sözümüz evrene yayılan enerjilerdir. Bu yüzden mühimdir neler söylediğimiz ve ifadelerimizi ne ile kurduğumuz. “Savaş son bulsun” demek aslında savaş enerjisi yollayan bir mesaj. Onun yerine olumlamak kendimize de daha iyi gelecektir.

Naz demiş ki: "ancak yine de çevremdeki en güçlü mizaçların bile bu olaylardan sonra öğrenilmiş bir çaresizliğe boyun eğdiğini görüyorum. inanın "iyiler mi" diye merak edip aradığınız yakınlarınızın sizin isyan, öfke ve umutsuzluk dolu "ne olacak böyle", "güvende değiliz hiçbirimiz", "allah hepsinin belasını versin!"lerinizi duymaya hiç de ihtiyaçları yok. (bir önceki patlamada ankara'da olan biri olarak söylüyorum.) onların (ve sizin de) "ben buradayım", "yalnız değilsin", "iyi olmana sevindim", "bir şeye ihtiyacın olursa mutlaka ara"lara ihtiyacı var! Kalbinizin derinliklerine bir göz atın, orada bu sözlerin en güzel, en içten tezahürlerini bulacaksınız.”

Osho "Her barış protestosu polis ile asker ile kavga şeklinde biter. Otobüsler, postaneler, polis karakolları, arabalar yakılarak biter. Ne tür bir sevgidir bu ve ne tür bir direniştir bu? Etkisizdir! Ama onlar büyük bir şey yaptıklarını hissediyor. Bu bir ego tribinden başka bir şey değildir.” der, işte bu noktada bunun üzerinde de durmakta fayda var. Bir araya geldiğimizde ne söylüyoruz, nasıl söylüyoruz, aslında ne ifade ediyoruz?

İstediğimiz kadar Tanrı’ya inanmayalım, bu bir şey değiştirmeyecektir. Aşk ile karşımıza çıkacaktır mesela. Karşımızdaki insanı kusursuz görmek istememiz ve zamanla kusursuzluğunu kaybetmesiyle ondan uzaklaşmayla, aslında hepimizin aradığı o “kusursuzluğun” kelime olarak ifadesidir “Tanrı”.

En son ne zaman kendinizi sevdiniz? Kendiniz için güzel bir şey yaptınız ya da gelecek için umutlu bir hayal kurdunuz?

Hepimizin negatif yanları var, hırslar, öfke, nefret, iktidarlık arzusu, güç tutkusu … ve bunlar bizlere “hayatta kalma yolları” olarak öğretiliyor. Oysa hiç birimizi toplumsal bir yapıya dönüştüklerinde hayatta tutmuyorlar, değil mi? Hatta toplumsal bir yapıya bile dönüşmeden bireysel deneyimlerimizde de mutluluğa götürmüyorlar.

Büyük söylemlerden önce kendimizi kabullenerek ve severek, negatiflerimizi pozitifleyerek başlamalı yola, çevremizdekilere sarılarak, affederek, evet, bu çok zor, ancak imkansız değil, umut ve barış diyerek… Her zaman bütün değişimlerin kendimizden başladığını unutmamak önemli.

Belki de “hiç bir şey yaşamamış beyaz konuşuyor” olarak görülecek bu yazdıklarım, mühim değil. Bu dünya hepimizin, sınırlar, uluslar, devletler, sınıflar ise toplumsal egoların. Bir ağacın altında oturup, gün batımını izleyemediğimiz, rahat soluk alamadığımız bir hayatı ne yapacağız ki?

Aşk, sevgi, huzur, ışık ve barış bizlerle olsun… 

Görseller: zeynothings


Etiketler:
nefret