28/03/2018 | Yazar: Cihan Dağ

Toplumun mutlaka bir yol haritası vardır ve o yolun dışında yürüyenler ilk önce yadırganır.

Her ne kadar uzak durmaya çalışsak da içinde bulunduğumuz toplum gibi düşünüp onun gibi hareket ettiğimiz alanlar çok fazla. Hayatlarımız toplumun faydasına olduğu iddia edilen ama toplumu oluşturan bireylerin tek tek hayatlarını zorlaştıran davranışlarla şekilleniyor çoğu sefer.  Bireysel olduğu kadar toplumsal psikolojik sorunlarla da boğuşuyoruz.  Zamandan, enerjiden çalan feodal ve hatır gönül ilişkileri içinden kendimizi koruyarak geçtiğimizi düşünsek de aslında yavaş yavaş değişebiliyoruz.

Cenazelerimiz, düğünlerimiz, özel günlerimiz, toplum adabıyla bir kompozisyon şekilde başlıyor, gelişiyor ve sonlanıyor. Kendimize özgü şeyler katmaya çalışsak da hayatımızın omurgası yine geleneklerden ve toplumsal değerlerden oluşuyor. Mesela kendini Ateist olarak tanımlayan kaç kişi ailesi tarafından dini törenler olmadan defnediliyor. Bunu ailesine ne kadar iyi anlatabiliyor, aile tarafından ne kadar iyi anlaşılabiliyor.

Sen, ben, o yok. Toplum var

Herkes kendini hem toplum olarak görür hem de topluma tam ait hissetmez aslında. Toplum dediğin oldukça sanal bir kavramdır. Adeta bir distopyanın duvarını kendi elleriyle mahallerinde, evlerinde, sokaklarında, kahvehanelerine tuğla tuğla örerler. 

Ben, sen, o, biz, siz, onlar… Hepimiz bu toplumdan çekinerek hareket ediyorsak aslında aynı şeyi yaşayan bizler yine birbirimizden çekinerek istemediğimiz şeyleri yapıyor ve yaşıyoruz.  Aslında hepimiz bu andan itibaren yaşamak istediğimiz gibi yaşamaya başlasak bize bizden olmayan şeyleri dayatan o ufak cemiyetler komik bir duruma düşecek, taraftarsız tarikatlar gibi dağılacaktır. Böyle baktığında toplum bu yönüyle dağıtılması gereken bir olgudur.

Bir baltaya sap olmak…

Eğer kendilerine maddesel bir fayda sağlamıyorsa mülkü olan ya çekiştirilir ya da mülkün çekim gücüne doğru hareket etmeye başlarlar. Üstelik burada salt çıkarlar toplumsal değerleri de belirler. Güçlü olanın yaptığı doğrular parlatılır, yanlışlarının üstü örtülür. İlişkiler mevki, makam odaklı gelişir ve bunun dışında kalanlara çöp gözüyle bakılır. 

İkamet ettiğimiz mahallelerde, sosyalleştiğimiz gerçek ya da sanal alanlarda her şey idealleştiriliyor. İdeal anneler, babalar, evlatlar, ideal erkek ve kadın, ideal sosyal medya kullanımı, ideal beslenme biçimi, ideal seyahatler, ideal kıyafetler ve saçlar yaratılarak toplumsal baskı bir de buradan kendini yeniden yaratıyor. Bir etiket alman yetmiyor; baba, anne, erkek, kadın, üniversite öğrencisi, işçi, eşcinsel, heteroseksüel... Bir de bunların hepsinin ölçütleri var ve yerine getirilemeyen her ölçüt toplum içinde ‘eksiklik’ olarak görülüyor ve senin özgüvenine saldırıyor. (Öğrenci dediğin oturacak dersine çalışacak! / Adamın sakallarına bak hayatta eşcinsel olamaz! / Anne dediğin çalışmayacak evde çocuğuna bakacak.) Ve bu kalıpların hepsi de politik çıkışlar içeriyor. Böylece toplum hem seni aşağı bir konuma koyarak sana şiddet uyguluyor hem de seni sürekli yanına çağırıyor.

Toplumun mutlaka bir yol haritası vardır ve o yolun dışında yürüyenler ilk önce yadırganır, yola tekrar geri dönmez de kendi yolunda devam ederse dışlanır. Zaman içinde kendi yolunu seçtiği için kazanan kişi o çılgın/aykırı/deli diyerek onunki sıra dışı bir deneyimdiherkesin öyle olmaz vurgusu yapılır. Ya da ‘aslında en iyisini o yapıyor’ der ama nedense kendinde o cesareti bir türlü bulamaz. Ama olur da kendi yoluna gidip de başarısız olduysa kişi işte o zaman en sevdikleri örnek halini alır ve her mecliste onun hikâyesi örnek gösterilir. Toplumun dışında bir yolun tehlikeli ve amaçsız olduğu bu deneyim ile bir ders niteliği taşır. Genelde yanlışlarına ortak arar ve bunlar üzerinden güzel örgütlenirler. Bu ikiyüzlü toplumu güçlü kılan ağız birliğidir. Çünkü manifesto genel hatlarıyla aynıdır. Pratik ne kadar farklı olursa olsun herkesin bu manifestoda birleşmesi lazımdır. Birbirini hiç sevmeyen, anlaşmayan insanlar yine bu toplum sözleşmesi altında bir arada yaşamayı sürdürür ve birbirlerine toz kondurmazlar.

İnsanların hayatlarını mahveden, mutsuz eden, onlara sürekli hak etmedikleri yükler yükleyen, sömüren ve kendi hayatlarını yaşamalarına engel olan topluluklar, küçük faşist devletler gibiler. O kadar tehlikeli, mücadele edilmesi ve yıkılması gereken kötülükleri vardır ki, kendileri bunu size doğal gibi hissettirirler ama sizin buna asla alışmadan bu kötülüğü yenmeniz gerekir. Faşizm bazen devlettir, bazen ufak bir topluluk (iki kişi bile olsa)!

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
nefret