26/03/2016 | Yazar: Tunca Özlen

Biseksüellik, kadınlara ve erkeklere ‘eşit ölçüde’ ilgi duyma durumu değildir; böylesi bir tanım biseksüelliğin sınırlarını dramatik bir biçimde daraltır. Biseksüel bir kişi ‘ağırlıklı olarak’ karşı cinsinden veya hemcinsinden hoşlanabilir; üstelik bu durum hayatının belli dönemlerinde tersine dönebilir.

Cinsel yönelim, bize hangi cinsiyet karşısında duygusal ve cinsel çekim hissettiğimizi anlatır. İnsanların büyük çoğunluğunun karşı cinsten hoşlandığını, yani heteroseksüel olduğunu varsayarız. Hemcinsinden hoşlanan eşcinseller ve her iki cinsten de hoşlanan biseksüeller, toplumda azınlığı oluştururlar. Heteroseksüeller çoğunluk, diğerleri ise ‘cinsel azınlık’tır.

Gerçekten öyle midir?

Elimizde, heteroseksüel olmayan kesimin, nüfustaki oranları sabit bir cinsel azınlık olduklarını gösteren hiçbir bilimsel ve toplumsal veri bulunmuyor. Eşcinsellerin, toplumun %7 ila %10 arasında değişen sabit bir oranını oluşturdukları yönündeki safsatalar hiçbir bir bilimsel değer taşımıyor. Bir kere bu sabit oranlara inanırsanız, daha yüksek oranların insan türünün geleceğini tehlikeye sokabileceği yönündeki feryatlar karşısında akıl tutulması yaşayabilirsiniz.

Varsayalım ki, herhangi bir ülkede cinsel yönelimlerin nüfusa dağılımını konu alan ve tüm yetişkin yurttaşları kapsayan bir araştırma yapılsın. Cinsel kimliklere yönelik bu denli köklü önyargıların ve ağır baskıların olduğu bir dünyada, gerçek verilere ulaşmak mümkün olmazdı. Pek çok eşcinsel ve biseksüel, heteroseksüel olduklarını beyan ederdi. Beyan esassa, elden ne gelir?

Cinsel çeşitlilik konusunda önyargıların yıkıldığı ve baskıların ortadan kalktığı bir toplumda yapılacak bir araştırma ise, bize ancak ‘geçici’ bir veri sunardı. Bu koşulda bile, heteroseksüel olmayanların nüfusun sanılandan çok daha geniş bir kesimini oluşturduğunu görürdük. Peki, neden cinsel yönelimlerin belirli bir insan topluluğundaki dağılımını tespit etmeye yönelik girişimler bize kalıcı veriler sunmaz?

Bu sorunun yanıtı, cinsel kimliğin doğasında yatıyor.

Başlarken üç cinsel yönelimden söz etmiştim: Heteroseksüellik, biseksüellik ve eşcinsellik. Dünyadaki herkesin kendisini bu üç cinsel yönelimden birine göre tanımladığını söyleyebiliriz. (1) Şimdi kafanızın içinde bir ‘cinsel yönelim skalası’ canlandırın. Skalanın en solu tamamen heteroseksüel olanları, ortası tamamen biseksüel olanları, en sağı ise tamamen eşcinsel olanları temsil etsin. Yeryüzünde yaşayan milyarlarca yetişkin insan, skalanın en sağında, ortasında ve solundadır dersek, cinsel yönelimler arası geçişkenliği ve cinselliğin dinamik yapısını göz önüne almamış oluruz.

Dünyadaki milyarlarca insan, cinsel yönelim skalasının en solu ile en sağı arasında yer alan çizgide herhangi bir yerdedir. İnsanlar skalanın en soluna, ortasına ve sağına toplanmış değildir. Yani skalanın en solu, ortası ve sağı arasında yer alan ve skalanın büyük bölümünü meydana getiren noktalar hiç de sahipsiz değildir. Ayrıca insanların skala üzerindeki her bir noktaya ‘eşit oranda’ dağıldığını düşünmemiz için de hiçbir neden bulunmuyor. Gördüğünüz gibi basit bir skala örneği bile, cinsel yönelimin karmaşık, zengin ve dinamik doğasını anlamamız için bize fikir sunuyor.

Dinamik bir yapısı olduğunu söylerken, cinsel yönelimin değiştirilebilir olduğunu ima etmiş olmuyorum; çünkü bu mümkün değil. Aile ve toplum baskısıyla cinsel yönelimini değiştirmeye zorlanan tek bir eşcinsel bile bunu başaramamıştır. Büyük ölçüde ergenlik çağının sonlarında taşlar yerine oturur ve cinsel yönelimimiz belirginleşir. Bastırılmış eşcinselliğin ileriki yaşlarda ortaya çıkması, bu durumu değiştirmez. Cinsel yönelimler arası geçişkenlikten kast edilen, cinsel yönelim skalasının birbirine yakın noktaları arasındaki kısa mesafede, insanın bedeninde ve cinselliğinde bilmediği yönlerini keşfetmesidir.

Cinsellik üzerine yaptığı kapsamlı araştırmalarla tarihe geçen Alfred Charles Kinsey, kendi adıyla anılan Kinsey Skalası’nda cinsel yönelimler arası geçişkenliği yıllar önce bize göstermiştir. Kinsey Skalası’nda cinsel yönelimler katı ve sabit değildir; bazı heteroseksüeller nadiren de olsa eşcinsel davranışlar sergileyebilir, bu durum eşcinseller için de geçerlidir. (2)

Tüm bu anlatılanlardan sonra, “Ne yani, herkes biseksüel midir?” sorusu tuhaf kaçmayacaktır. İşin gerçeği, insan türünün mutlak bir azınlığı cinsel yönelim skalasının en solunda ve en sağında yer alır; büyük bir çoğunluk iki nokta arasında bir yerde durmaktadır. Bununla birlikte tamamen heteroseksüel veya tamamen eşcinsel olmayan herkesin biseksüel olduğu söylenemez. Bazı insanlar ‘ağırlıklı olarak’ heteroseksüel veya eşcinseldir; nadiren de olsa baskın yönelimlerinin dışına çıkabilirler. Bu durum o kişilerin biseksüel olduğunu değil, tamamen heteroseksüel veya eşcinsel olmadıklarını gösterir. 

Cinsel yönelim skalasının solundan ve sağından ortaya doğru hareket ettikçe, biseksüelliğin de alanına girmiş oluruz. Bu alan sanıldığından daha geniştir; buna dayanarak insanlar arasında görülen en yaygın cinsel yönelimin biseksüellik olduğu rahatlıkla söylenebilir. Biseksüellik, kadınlara ve erkeklere ‘eşit ölçüde’ ilgi duyma durumu değildir; böylesi bir tanım biseksüelliğin sınırlarını dramatik bir biçimde daraltır. Biseksüel bir kişi ‘ağırlıklı olarak’ karşı cinsinden veya hemcinsinden hoşlanabilir; üstelik bu durum hayatının belli dönemlerinde tersine dönebilir. (3) Biseksüellere ‘maymun iştahlı, aklı karışık’ vs. gibi yaftalar takılması ise, konuya dair bilgisizlikten ileri gelmektedir.

Görüldüğü gibi cinsel yönelim, insan doğasının son derece dinamik bir parçasıdır. İnsanların cinsel çeşitliliğin zengin ve karmaşık yapısıyla yüzleşme cesareti göstermeleri, ancak cinselliğe dair tabuları ve önyargıları yıkmaları ile mümkün olabilir. Bu elbette sadece bireysel bir cesaret meselesi değildir. İçinde yaşadığımız düzenin sınıfsal, kültürel ve tarihsel özellikleri, toplumun cinselliğe bakışını doğrudan etkiler. Bugünkü görünümüyle cinsellik son derece politik bir meseledir, cinsel yasaklar sürdüğü müddetçe bu durum değişmeyecektir.

Sosyalistler cinsellik üzerindeki tüm baskıların, kısıtlamaların ve yasakların ortadan kaldırılmasını, cinselliğin toplum sağlığı gibi meseleler dışında tamamen bireysel bir konu haline gelmesini savunurlar. Cinsellik üzerindeki yasaklar tasfiye edildiği ölçüde, kimin heteroseksüel, biseksüel veya eşcinsel olduğu meselesi siyasetin dışına çıkacak, baskılar karşısında bayraklaştırdığımız ezilen kimlikler, cinsel çeşitliliğin olağan unsurlarına dönüşecektir. Benliğimizin bir parçası olan cinsel kimlikler özgürleştikçe, yabancılaşmadan sıyrılan insanların üretici ve yaratıcı potansiyeli gelişecek, emekçi kimliği toplumun biricik katalizörü olacaktır. Sosyalizmin bağrında gelişecek yeni toplum, bu yönüyle ‘cinsiyetsiz’ (4) bir toplum olacaktır.

(1) Yazının bağlamı gereği, aseksüelleri bu kapsama katmıyorum. Aseksüeller hiçbir cinse cinsel çekim beslemeseler de duygusal çekim besleyebildiklerinden, saydığım cinsel yönelimler içerisinde düşünülebilirler.

(2) Evrim Ağacı, “Kinsey Skalası: Düzcinsellikten Eşcinselliğe Yelpaze”

(3) Öyle ki, Fritz Klein’ın Kinsey Skalası’na dayanarak geliştirdiği Klein Tablosu cinsel yönelimi, cinselliğin farklı boyutlarını (cinsel çekim, cinsel davranış, cinsel fanteziler, duygular tercih, sosyal tercih, yaşam tarzı tercihi ve kendini tanımlama) yaşamımızın farklı süreçlerine (geçmiş, şimdi, ideal gelecek) göre değerlendirerek ele alır.

(4) Bu sözcükle biyolojik cinsiyetlere değil, toplumsal cinsiyet normlarının ve cinsel kimliklere yönelik baskıların ortadan kalktığı duruma gönderme yapıyorum.


Etiketler:
İstihdam