17/08/2012 | Yazar: Osman Bulugil

Bordo-mavililere sadece getirisi üzerinden değerlendirilen HES (Hidroelektrik Santral) projesi için Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu Trabzonspor’a üretim lisansı verdi.

“Çevre sorunu, sınıf sorunudur”
 
Bordo-mavililere sadece getirisi üzerinden değerlendirilen HES (Hidroelektrik Santral) projesi için Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu Trabzonspor’a üretim lisansı verdi. Kulübe 50 yılda 400 milyon avro gelir getirmesi beklenen proje sayesinde Trabzonspor yüksek maliyetli yıldızları transfer edebilecek. Trabzonspor taraftar grubu KemenCHE tepkisini dile şu sözlerle getirmişti:
 
"Trabzonspor A.Ş Uzungöl’deki HES projesinden vazgeçmediği sürece biz  de yaşam alanlarımızı savunacağız ve maçlara gitmeyeceğiz. Uzungöl’deki HES’i başınıza yıkacağız"
 
İki yılı aşkın süredir devam eden sürecin sonunda, Uzungöl-I Regülâtörü ve HES için Trabzonspor’a Üretim Lisansı verdi. Tabi sadece Trabzonspor’un lisansı gündeme gelirken, aynı dönemde 34 HES’e daha izin çıktığını belirtelim. Trabzonspor, HES kurma girişimini meşrulaştırmak adına ÇED (çevresel etki değerlendirmesi) raporlarına dayandırıyor. Türkiye’de ve buna paralel birçok ülkede ÇED’lerin nasıl verildiğini biliyoruz. Sadece İzmir-Bergama-Ovacık Altın Madeni’nin ÇED sürecini hatırlamak yeterli olur sanırım.
 
Karadeniz’de HES’lere karşı direniş ortada. Bu noktada HES’leri meşrulaştırma araçlarında biri de futbol kulüpleri. Trabzonspor’dan sonra Giresunspor’da HES girişimini gündemine aldı. Kulüplerin başındaki sermayedarlar aracılığıyla – futboldaki getiri yalanlarıyla- yaşamı yok edecek projelerini yumuşatmaya çalışıyorlar. 
 
 HES ile suların kontrolü sağlanıyor, enerji üretiliyor ve derelere sadece ‘can suyu’ olarak niteledikleri doğal yaşamın yol edilişinin göstergesi bırakılıyor. Ekosistemi tehdit eden HES’ler,  sadece kuruldukları derelerdeki yaşamı olumsuz etkilemiyor. Ekosistem, birçok parçadan meydana geliyor ve küçük görünen bir parçadaki değişim, bütüne yansıyabiliyor. Çünkü canlı yaşamı sadece derenin etrafında yaşayan hayvanlar, bitkilerden ibaret değil. Bu canlı yaşamı aynı zamanda HES’in kurulduğu habitat kadar buradaki canlılarla ilişkili bütün ekosistemi etkiliyor.
 
Bugün karşımızda olan doğal afet ve çevre krizleri. Birçok kurum vb örgütlenmeler ortak çalışıyor. Yenilenebilir enerjinin sürdürülebilir kalkınma kavramlarıyla tarifi, tamamen ‘yeşil’ –doğaya saygılı- çevreci vb. (şirketlerin reklamlarını hatırlayabiliriz) algıların üretilmesine ve böylece şirketleri çevre krizlerini ticarileştirmesine olanak tanıyor. Doğayı katleden HES gibi projeleri yenilenebilir enerji kavramsal düzeneği içine alıyorlar ve doğal kaynakları ticarileştiriyorlar.
 
Doğayla ilgili devletin projeleri de yatırımcıların karı, doğanın-yaşamın maksimum sömürüsüne dayanıyor. Bugün Karadeniz’deki derler üzerinde bine yakın HES projesi mevcut. HES’ler hayata geçmeye başladıkça hayat yok oluyor. Suyun ve diğer doğal kaynakların ticarileşmesi bir finansal birikim modeline karşılık geliyor. Şirketler karbon piyasasından faydalanmak için sıraya girmiş durumda. HES projeleri sayesinde iklim değişikliğiyle ilişkili kredileri alabiliyorlar. Böylece küresel iklim değişikliğinin karşıtı pozisyona HES’leri koyabiliyorlar. Öncelikle bu algıyı bozmamız gerekiyor. Hiçbir şekilde HES’ler küresel ikilim değişikliğine karşı olumlu etki yaratamaz. Doğal yaşamı, can suyu görüngüsüne indirgeyen, birçok derede farklı habitatları yok eden ve böylece ekosistemi bozan bir süreçten bahsediyoruz. Bu algıya temel olarak sunulan da, 2005 yılında yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimi için kullanımına ilişkin kanun. Burada su yenilenebilir enerji olarak niteleniyor. Öncelikle su yenilenebilir enerji kaynağı değildir. Atmosferde dolaşım halinde suyun dünyadaki bütçesi yıl içinde denk kapanıyor. Fakat kullanım hızının birikim hızından çok fazla olması suyun tükenmesine yol açıyor. Bu yönüyle de bugün çevre sorunlarına karşı mücadelede ilk olarak sürdürülebilir kalkınma (bu aslında sömürünün yumuşatılmış hali) kavramsal düzeneğini bozmamız gerekiyor. Bu algı içinde kalmak da doğal kaynakları ticarileştiren kapitalizme hizmet etmekten başka bir şey değil.
 
Yazımızı bitirirken sözü Zizek’e bırakalım:
“Global ısınmadan çıkan ders şu ki, insanoğlunun özgürlüğü, dünya üzerindeki hayatın istikrarlı doğal parametrelerle (sıcaklık, havanın bileşimi, yeterli su ve enerji kaynağı) oluşturduğu bir arka plan sayesinde mümkün olmuştur: İnsanlar, ancak, dünya üzerindeki hayatın parametrelerini ciddi biçimde bozmamak için yeterince marjinal kaldıkları sürece “istediklerini yapabilirler”. Özgürlüğümüzün global ısınma ile somutlaşan sınırları, bizzat özgürlük ve erkimizin katlanarak büyümesinin paradoksal bir sonucudur – yani, bizi çevreleyen tabiatı dönüştürme yetimizi durmadan büyüterek, yerküre üzerindeki hayata inşa edildiği temel jeolojik parametrelerin dengesini bozma noktasına ulaşmış olmamızın[1]”.
 

 

[1]Slovaj Zizek . Antroposen’e hoş geldiniz , Encore Yayınları – arka kapaktan
 

Etiketler: yaşam, ekoloji
İstihdam