29/09/2015 | Yazar: M A

Heteroseksüel ‘sözde’ aşkın olması gereken olarak sunulduğu, biyolojik bir olgu olan ‘çocuk doğumunun’ kadın bedenine dair özgün etkilerini görmeyen ve o bağnaz, sıkıcı ‘aşkın meyvesi’ metaforu...

All that I ask of you in return is that you will be a true lover, for Love is wiser than Philosophy, though she is wise, and mightier than Power, though he is mighty.”   Oscar Wilde

Tanıştığım entelektüel olma iddiasındaki toplumsal erkeklerin birçoğunun Arthur Shopenhauer’a dair fikirlerini genellikle sağlam bir ilişkilenme kriteri olarak alırım. Bu yönüyle Shopenhauer’ın felsefe disiplini içinde eşi bulunmaz bir etki bıraktığını söyleyebiliriz. Gerçekten de bugüne kadar cinsiyetçiliği felsefe içinde eğer Aristo’yu ve Gazali’yi saymazsak onun kadar iyi teorize edip kadın düşmanlığını üretebilmiş bir filozof yok denilebilir.

Toplumsal erkekliği yaşayan ve entelektüel olma iddiasında olan bir kişiden “Aşk’ın Metafiziği muhteşem bir kitap!” diye bir cümle duyuyorsam o kişi ile iletişimimi mümkün mertebe düşürmeye çalışırım. Öncelikle konuya dair bilgisi olmayanlar için “Aşık metafiğizi” kitabından bazı alıntılar yaparak ne kadar korkunç bir metinden bahsettiğimizi göstermeye çalışacağım.

“Kadınlar otuz otuz beş yaş arasındaki erkekleri, aslında en muhteşem insan güzelliğini temsil eden gençlere bile özellikle tercih ederler. Bunun nedeni, onların zevkleri doğrultusunda değil de, söz konusu yaşlarda (erkeklerin) doğurtucu gücünün doruğunu fark eden içgüdülerin yönlendiriciliğinde
davranmalarıdır.
”(Sayfa 44)

Bu nedenle kadınlar, çoğunlukla çirkin erkekleri sevmekle birlikte bu erkeksi özellikleri taşımayan bir erkeğe hiç âşık olmazlar; çünkü kadınlar böyle bir erkeğin kusurlarını karşılayıp etkisizleştiremezler.” (Sayfa 45) [i]

Kitabın hemen hemen tamamı kadınlara ve (heteroseksüel) erkeklere dair ne felsefi ne de bilimsel olarak desteklenmesi mümkün olmayan cinsiyetçi, heteroseksist genellemelerle dolu.

Yakın zamanda Kartal Belediyesi’nin düzenlediği  “Filozoflarla İstanbul’da: Aşkın Metafiziği’’ etkinliğini görünce ister istemez gelişi güzel eleştirilmek dışında daha fazla enerji harcanmaması gereken Shopenhauer’un felsefesini hatırlatmak istedim.

İstanbul’da olmadığım için etkinliğe katılma olanağım yoktu ancak İstanbul’da bulunuyor olsaydım da etkinliğe katılacağımı pek sanmıyorum. Etkinlik sonrasında internet üzerinde dolaşan notlara baktığımda bu fikrimde yanılmadığımı ve gerçekten ‘’aşkın metafiziği’’ ismi ile Shopenhauer’ı hatırlamamın tesadüf olmadığını gördüm.

Örneğin etkinlikte Badiou:

“Aşk her zaman dünyanın doğuşuna tanık olma olasılığıdır. Kaldı ki; bir çocuğun doğuşu da, aşkla gerçekleştiyse, bu olasılığın örneklerinden birdir’’ demiş.

Heteroseksüel “sözde” aşkın olması gereken olarak  sunulduğu,  biyolojik bir olgu olan “çocuk doğumunun” kadın bedenine dair özgün etkilerini görmeyen ve o bağnaz, sıkıcı “aşkın meyvesi” metaforunu yeniden üreten  bu cümleye dair  burada sorabileceğimiz yüzlerce soru var ancak bunları sorabilmemiz için Badiou’nun felsefesinin cinsiyetçilikten, heteroseksizmden arınmış olup olmadığını bilmemiz gerekir.

Etkinlik boyunca aşık olan öznenin kadın, eşcinsel, queer olarak ele alınıp alınmadığını bilmiyorum ancak etkinliğin isminin yarattığı kuşku ve üreme fetişizmini/heteroseksüel birleşmeyi yeniden tekrarlayan bir söylem gördükten sonra böyle bir perspektifin geliştirilmediğini düşünüyorum. Bu bağlamda Badiou’nun felsefesini derinlemesine bilmeyen bir kişi bile etkinliğin atmosferinden ve ortaya koyulan heteroseksist alt yapılı cümlelerden Badiou’nun felsefesinin cinsiyetçilikten, heteroseksizmden pek uzak bir yere düşmeyeceğini kolaylıkla düşünebilir.

Birçok yönleriyle toplumsal erkek dominasyonlu bu etkinliğe “kadın kotası” mantığıyla çağrıldığı hissi uyandıran Judith Balso’un da internette okuduğum notlarda herhangi bir queer deneyime göz kırpan bir ifadesini maalesef göremedim.

Sonuç olarak böylesi bir etkinliğe kısa bir göz attığımızda bile felsefe tarihinin hetaira düşmanlığı bir Aristo geleneği olarak farklı formlar altında kendini tekrar tekrar göstermeye devam ediyor denilebilir.

“I will have no thoughts: But infinite love will mount in my soul;

And I will go far, far off, like a gypsy,  through the countryside - as happy as if I were a woman.” Arthur Rimbaud

Not: Konferansın bir diğer katılımcısı olan Slavoj Zizek’in internete aktarılan söylemlerine baktığımda herhangi bir anlam çıkaramadığım için bu yazıda fikirlerine yer vermemeyi tercih ettim.


[i]  Kitaptan yapılan alıntılar kitabın rastgele açılmasıyla elde edilmiştir.


Etiketler:
nefret