02/09/2013 | Yazar: Umut Güner

İnsan hakları bir bütündür, parçalanamaz. AKP’in paranoya olarak sunduğu, eşcinsel evliliği, evlat edinme, miras vs. gibi hakları da talep eden LGBT’ler var ve mücadelelerine devam ediyorlar.

90’lı yılların ilk yarısından bu yana örgütlenen eşcinsel, biseksüel ve translar 2000’li yılların başında “10.cu maddeye ek: cinsel yönelim” eklensin sloganıyla 2001 yılında 1 Mayıs meydanlarının heteronormatif algısını yerle bir ettiler. İlk 1 Mayıs meydanında eşcinselleri görünce şok olan sendikalar bile ilerleyen süreçte anayasa önerilerine lezbiyen, gey, biseksüel ve trans (LGBT) hareketin taleplerine yer verdiler. DİSK ve KESK’in anayasa önerilerinde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığın anayasanın eşitliği düzenleyen maddesinde yasaklanmasını talep ettiler. 2003 yılında ilk kez bir siyasi parti DEHAP, parti tüzüğüne cinsel yönelim ayrımcılığını yasaklayan düzenlemeler alacağını kayıt altına aldı. DEHAP’ı sol partilerin takip etmesi beklenirken merkez sağ partilerden biri olan Demokrat Parti, programında cinsel yönelim ayrımcılığını yasaklayacağı tahahütüne yer verdi.
 
Sivil anayasa tartışmaları malum, olacak mı olmayacak mı, nasıl olacak, kim yazacak, kim yazmalı, kim yazmamalı, içinde ne olmalı tartışmaları son dört senedir hızlı bir şekilde devam ediyor. LGBT hareket de bu süreç içerisinde taleplerini sürekli bir biçimce dile getiriyor. BDP ve CHP, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığının anayasanın eşitlik maddesinde geçmesi gerektiği konusunda ısrarlarını samimiyetle devam ettirdiler. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda ise, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığının gerekçelerde geçmesine karar verildi. Genel kurulda ne olur kimse bilemez. Maddede olmaması; ama gerekçede olması bize şunu söylüyor: Bu ülkede eşcinsel, biseksüel ve translar var; ama heteroseksüellerin sahip olduğu haklara ve özgürlüklere sahip değiller!  Anayasanın bir toplum sözleşmesi olduğu tezinden hareket edersek aslında mevcut haliyle anayasa milletvekilleri tarafından orta sınıf, Müslüman/Hanefi, Türk, erkek ve heteroseksüeller arasında bir sözleşme olarak tarifleniyor.
 
Geçen dönemin bakanlarından Selma Aliye Kavaf’ın eşcinsellik hastalıktır açıklamasını pekiştirir tarzda CHP’nin soru önergesi aleyhine söz alan AK Partili Türkan Dağoğlu sözlerine, “Ben, bir tıp doktoru olarak şahsen bunun ne olduğunu bilmek isterim. Sizlerin de bilmek istediğinizi düşünürüm. Bu, biyolojik bir kusur mudur, sosyolojik bir olay mıdır, yoksa psikolojik bir durum mudur, hangisidir?” diyerek başladı. 1974’te Amerika’da, 1992’de Avrupa’da psikiyatri derneklerinin bunu araştırdığını söyleyen Dağoğlu, “Bu, normal bir davranış değildir” dedi. AK Parti’nin “yaradılanı Yaratan’dan ötürü sevdiğini” ifade eden Dağoğlu, halkın onaylamayacağı yaşam biçimlerine kapı aralayarak, özendirerek, toplumsal bozulmayı tetikleyecek uygulamaların “bir demokrasi kriteri” olamayacağını söyledi. Dağoğlu, “Kadının kadınla, erkeğin erkekle evlenmesi bir hak değil, bilakis cinsel kalıpların ters yüz edilmesini marifetmiş gibi ortaya koyan toplumsal bir bozulmanın önünü açan bir uygulamadır” dedi. Dağoğlu, yapılması gerekenin sivil toplumla ortak bir çalışma yürüterek, translara yönelik nefret saldırıları ve cinayetlerinde önleyici tedbirler getirilmesi gerektiğini, bunun aksi yönünde davranan görevlilerin ve yargı mensuplarının keyfî veya ayrımcı gerekçelerle kararlar almasının etkin şekilde önlenmesi gerektiğini söyledi.
 
Kavaf sonrasında Dağoğlu’nun açıklaması AKP’nin LGBT’lere bakışına açıklık getiriyor ve anayasanın eşitlik ve ayrımcılık yasağını düzenleyen maddesinin gerekçesinde yer alan “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibarelerinin akıbeti konusunda bilgi veriyor. Bu arada Dağoğlu’nun açıklamasın sonunda yer alan nefret cinayetlerine ilişkin düzenlemelerin yapılması gerektiğinin altını çizmesiyle birlikte okuduğumuz da, “ayrımcılık yapabilirsiniz, eşit muameleyi hak etmiyorlar; ama öldürülmelerine de gerek yok” diyor. İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP), ayrımcılık kanun taslağına ilişkin önerilerini sunarken ayrımcılığın yasaklanmamasının nefret suçlarının önünü açacağının altını çiziyordu. Kaos GL Danışma Kurulu üyesi Prof Dr. Melek Göregenli ise Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 20. yılı dolayısıyla Türkiye’de işkencenin 20 yılı raporunda, Türkiye’de işkencenin iki gruba nefret saikiyle uygulandığının altını çiziyor: Kürtler ve LGBT’ler.
 
İnsan hakları bir bütündür parçalanamaz, AKP’in paranoya olarak sunduğu, eşcinsel evliliği, evlat edinme, miras vs. gibi hakları da talep eden LGBT’ler var ve mücadelelerine devam ediyorlar. Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun söylediği gibi LGBT’lerin insan hakları taleplerinin “bir sonraki yüz yılın meselesi” olmadığını ve meselenin sadece LGBT’lerin taleplerini karşılayıp karşılamama meselesi olmadığını, aslında heteroseksüeller ve LGBT’lerin aynı eşit haklara sahip özgür yaşama çabası olduğunu görmemiz lazım.
 
Heteroseksüeller kadar eşit olmayan LGBT’lerin 2013 gündeminde nefret cinayetleri, insan hakları ihlalleri, işkence, kötü muamele, ayrımcılık devam ediyor. 2013 yılında 6 nefret cinayeti gerçekleşti. 6 kişi sırf cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle öldürüldü. 2008 yılında babası tarafından öldürülen Ahmet Yıldız davası halen devam ediyor. Ahmet Yıldız sadece bir örnek, diğer birçok LGBT nefret cinayetinin akıbeti de malum… 2009 yılında eşcinsel olduğu için hakemlik yapmasına izin verilmeyen hakem Halil İbrahim Dinçdağ’ın davası da adalet beklentisi ile devam ediyor. Medyaya ilk eşcinsel evliliği olarak geçen Aras Güngör ve Barış Sulu’nun evlenme süreçleri de halen beklemeye devam ederken, bir dizi insan hakları ihlalleri bu dava sürecinde yaşanmaya devam ediyor ve LGBT’ler bu koşullarda örgütlenmeye, dayanışmaya ve direnmeye devam ediyor.
 
AKP’nin iktidarda olduğu, muhalefetin de LGBT hakları konusunda ısrarcı olmadığı bir durumda anayasanın eşitlik maddesinde cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin eklenmesi talebimizin karşılığını bulmayacağını biliyoruz. Ancak bu sürecin kendisi bizim için önemli, LGBT hakları insan hakları meselesinde bir turnosol kâğıdı görevi görüyor.
 
LGBT’ler açısından insan hakları ve yasalar anlamında bir şeyler iyiye gitmese de özellikle Gezi Direniş’iyle birlikte LGBT hareketin toplumsal muhalefetin vazgeçilmez bir parçası olduğu herkes tarafından kabul edildi. Gezi direnişi sonrasında gerçekleşen İstanbul Onur yürüyüşüne 50 bine yakın insanın katılması da LGBT’lerin taleplerinin artık sadece bir avuç LGBT’nin talebi olmaktan çıktığını gözler önüne serdi.  
 
Güncel Hukuk Dergisi Eylül 2013 sayısında yayınlanmıştır.

Etiketler:
nefret