11/07/2012 | Yazar: Esmeray

Daha önceki yazılarımda da yazmıştım; Heybeliada’ya taşındım diye... İlk başlarda çok tedirgindim, ne de olsa bir kasabaya taşınıyorum. Daha önceki deneyimlerim çok da iç açıcı değildi. Malumunuz önyargılar, komşuların yeni gelen birine garip bakışları, üstüne bir de trans geldi acaba geleni gideni çok olur mu? (potansiyel seks objeleriyiz ya)...

Daha önceki yazılarımda da yazmıştım; Heybeliada’ya taşındım diye... İlk başlarda çok tedirgindim, ne de olsa bir kasabaya taşınıyorum. Daha önceki deneyimlerim çok da iç açıcı değildi. Malumunuz önyargılar, komşuların yeni gelen birine garip bakışları, üstüne bir de trans geldi acaba geleni gideni çok olur mu? (potansiyel seks objeleriyiz ya)... Bütün gözler üzerinizde olur.

Ada küçük bir yer, bu daha da ürküttü beni. İlk evi tuttuğum gün sahildeki kafelerden birine gittim. (Bahar Cafe) Servise bakmaya güler yüzlü sevimli bir kız geldi. Tebessüm ederek kahvemi getirdi. Genel davranışları çok iyiydi. Biraz ilerideki masada bana bakarak tebessüm eden bir beyefendi vardı. Masama geldi. “Mangal yapmıştık, buyurmaz mısınız?” dedi. Teşekkür ettim. Sonra baktım ekmeğin arasına bir parça et koyarak ikram etti bana. Açıkçası çok hoşuma gitmişti.

Birkaç gün sonra tekrar aynı kafeye gittim. Daha önce Taksim’de tanıştığım arkadaşlarımla karşılaştım. Yanlarında biri, “ben sizi tanıyorum; yazılarınızı takip ediyorum” dedi. Bana mangal yaptık diye buyur eden bey de geldi: “Söylemek istemedim dün ben de Taraf’ta sizin yazılarınızı okuyordum” dedi. Hoş sohbetler oldu. (Bu arada Ada’da hatırı sayılır bir Taraf okuyucusu varmış) Kendi kendime dedim ki, “Bunlar beni genel olarak gazeteden tanıyorlar”. Tabii ki Ada’da oturan dostlarım, arkadaşlarım çok ilgililer benimle ve sürekli yanımdalar. Beni her anlamda yalnız bırakmıyorlar. Ama ben halen tedirginim. Bakkala, manava, kasaba gidiyorum. Ne bir garip bakış ne de ötekileştirerek davranmadan eser yok. Sanki 40 yıldır Ada’dayım. Tanıyan, tanımayan herkesin genel davranışları çok güzel. Hemen hemen herkes aynı hoşgörü ile yaklaşıyor. Belki bunları neden yazıyorum diye bir soru içinizden geçebilir.

Efendim ben çok yerde oturdum. Hani Taksim ve Cihangir, özellikle sözüm ona güya daha demokrat insanların oturdukları yerler ya, onların demokratlığını genel olarak oralarda oturan LGBT bireylere sorarsanız anlatırlar size ne kadar demokrat olduklarını! Hele komşuluk ilişkileri Ada’da harika hâl hatır sormalar, sürekli selamlaşmalar. Kapı komşularım, kadınların davranışları çok dostane. Ama burası aynı zamanda bir kasaba! Daha duymadım ama burada mutlaka dedikodular da oluyordur. Küçük yer sonuçta, e kasaba işte ya... Bu hoşlukları yaşarken şunu da düşünmüyor değilim, “Acaba 10 trans taşınsa buraya aynı hoşgörü olur mu?” Onu da kestiremiyorum doğrusu.

Allah’ın Gazabı...

Gelelim gündeme... İki çift lafım olsun! Son olarak Samsun’da derede boğulan sekiz kişi! Tabii ki ihmal ile gelen ölümler bunlar! Tıpkı hemen hemen her gün çeşitli şekilde ölen işçilere ya da yanlışlıkla! Öldürülen Uludere’deki çocuklara yandığı gibi yandı canımız bu son olayda da! Devlet ya da hükümet yetkilileri gene aynı pervasızlıkla açıklamalar yaptı. Neymiş, “Allah’ın gazabı”ymış! Ya bunu nasıl söylersiniz! Allahın gazabı neden sizi hiç vurmuyor da hep fakir fukarayı vuruyor? Bu yetmezmiş gibi başka bir yetkilide “az insan ölmüş” gibi şuursuca açıklamalar yapıyor. Bu ne pişkinliktir? Neymiş efendim onlar o evleri yapmasalarmış insanlar sokaklarda yaşayacaklarmış! Efendiler yapmayın bize ev falan! Sokakta olsalardı o çocukların annelerinin ciğerleri yanmazdı. Bırakın sokakta yaşayalım... Yeter ki gazabınıza uğramayalım. Söylediğiniz gibi Allah’ın gazabı ile değil tam da sizin gazabınız ile öldü o çocuklar. Sizler öldürdünüz o çocukları!


Etiketler:
İstihdam