20/11/2012 | Yazar: Rahmi Öğdül

Önce Bedrettin Dalan seksenlerde Tarlabaşı’nın tarihi dokusunu yıkacak ve ardından geniş bir otoyol açarak meydanı çevresindeki organik dokudan koparacaktır...

Önce Bedrettin Dalan seksenlerde Tarlabaşı’nın tarihi dokusunu yıkacak ve ardından geniş bir otoyol açarak meydanı çevresindeki organik dokudan koparacaktır.
 
Şimdi ise bir başka projeyle bir avm gibi örgütlenecek boşluk, nesnelerin etrafında toplaştırarak atomların birbirleriyle çarpışmasının önüne geçmeye çalışıyor iktidar.

Demokritos gerçekte sadece iki şeyin mevcut olduğunu söylüyordu: Varlık ve hiçlik ya da atomlar ve boşluk. Varlık zorunlu olarak çoktur ve varlığın sonsuzca bölünerek çoğalmasını sağlayan boşluktur. Boşluk sayesinde varlık artık bölünemeyen sonsuz parçaya ayrılır. Demokritos bunlara atom adını verir. Bireyin Batı dillerindeki karşılığına baktığımızda yine bir bölünmeyenle, bir olanla (individual=bölünmemiş) karşılaşıyoruz. Devinebilmemiz, çoğalmamız, çeşitlenebilmemiz için boşluğa ihtiyacımız var. Atomlar olarak boşlukta hareket eden, birbiriyle çarpışarak anaforlar meydana getiren bireyleriz. Hiçliğin, varlığın devinebilmesi için bir ilke olarak ortaya çıktığını görüyoruz Demokritos’da. Ve iktidarlar hiçliğin, boşluğun kendi başına bırakılmayacak kadar değerli bir ilke olduğunun farkındalar. Durmadan boşluğu ya da hiçliği örgütleyerek, atomların birbiriyle karşılaşmalarını, anaforlar meydana getirmelerini engellemeye çalışıyorlar. 

19. yüzyılda sürekli ayaklanmalara sahne olan Paris’in labirenti andıran ortaçağ kent dokusunu parçalayarak düzenli yollardan oluşan merkezi bir kent imgesi yaratan Haussmann da atomların bu beklenmedik zamanlarda toplaşmalarının ve ayaklanmalarının önüne geçmek istemişti. Otomobiller için geniş caddeler, bulvarlar açan Hausmann atomların çarpışmasını değil, birbirine dokunmadan, değmeden paralel olarak hep ileriye doğru akmasını planlıyordu. Hep ileriye akan atomlardan yeni bir dünya yaratmaları beklenemezdi tabii. “Bu atomlardan biri yolundan saparsa, komşu atomla bir karşılaşma olmasını, karşılaşmalar çarpışmayı ve bu da bir dünyanın doğuşunu tetikler” diye yazıyordu İ.Ö 1.yy.da yaşamış Romalı şair ve filozof Lucretius. Modernite, belleğinde bir yara olarak taşıdığı bu atomların çarpışmasını hep önlemeye çalışsa da başaramıyor yine de. Otoyollarda tıkanıklık otoyolun bir mahalleye ya da mahalle arasındaki bir arsaya dönüşmesine neden oluyor kimi zaman. Son çevre yolu tıkanıklığında otoyolu futbol oynadıkları bir arsaya dönüştürdüklerini görmüştük atomların. 

Emekli olduktan sonra 1873 yılında Haussmann İstanbul’a gelir. Kentin yangın sonucu yok olan bir mahallesini yeniden inşa edilmesine katkıda bulunacaktır ama kentin planlanmasına doğrudan müdahale etme imkânı bulamaz. Çalıştığı finans kuruluşu adına Osmanlı yetkililerine kredi sözleşmesi imzalatmakla yetinir. Haussmann kente müdahale edemese de modern Türkiye’nin Haussmannları kentin bir palimpsest gibi katmanlardan oluşan labirentimsi dokusunu acımasız müdahalelerle parçalarlar; bu dönüşümün odağında Taksim vardır hep, atomların toplaşarak anaforlar meydana getirdiği meydan. Önce Bedrettin Dalan seksenlerde Tarlabaşı’nın tarihi dokusunu yıkacak ve ardından geniş bir otoyol açarak meydanı çevresindeki organik dokudan koparacaktır. Atomların labirenti andıran kent sokaklarından bir heyula gibi ortaya çıkıp meydanda anaforlarla yeni bir dünyanın umutlarını estirebilme imkânı önlenmeye çalışılır. Şimdi ise bir başka projeyle bir avm gibi örgütlenecek boşluk, nesnelerin etrafında toplaştırarak atomların birbirleriyle çarpışmasının önüne geçmeye çalışıyor iktidar.

Boşluk içinde çarpışarak, kesişerek ördüğümüz görünmez ağları, daha doğrusu bir hiçlik olarak hep göz ardı ettiğimiz mekânı görünür hale getiren ilk modern sanatçılardan biri Marcel Duchamp’tır herhalde. 1942’de New York’ta açılan Sürrealizmin İlk Belgeleri sergisine Duchamp’ın katkısı, sergi mekânını içeriden bir örümcek ağı gibi iplerle örmek olmuştu. İplerden dolayı serginin içine giremeyen izleyiciler duvarlarda, panolarda çevreler içinde asılı duran tablolarla kendi aralarındaki mesafeyi, boşluğun mevcudiyetini duyumsadılar. Duchamp’ın ‘Bir Millik İp’ işinden tam otuz yıl sonra 1972’de Italo Calvino Görünmez Kentler kitabını yayınladığında, anlattığı kentlerden biri olan Ersilia’nın sakinlerini andırıyordu Duchamp’ın izleyicileri. Kentin yaşamını ayakta tutan bağları belirlemek için evler arasına ilişkiselliğe göre ipler germişlerdi Ersilia’nın sakinleri. Kendilerini var eden hiçliği ilişkileriyle bir örümcek gibi dokumuşlardı. Kenti terk edip konakladıkları bir tepeden tıpkı Duchamp’ın izleyicileri gibi kentin ip kargaşasına bakarlar: “Ersilia kenti hâlâ odur, kendileri ise bir hiç.” Birbirimize uç veren görünmez iplerle örerek kendimizi var ettiğimiz hiçliği/boşluğu iktidar yeniden örgütleyerek bu görünmez ağları parçalıyor. Bir çarpışma, kaza örgütlemediğimiz takdirde, birbirine paralel hareket eden atomlar gibi boşluğun içinde hiçleşeceğiz. 


Etiketler: yaşam, gezi/mekan
nefret