15/07/2010 | Yazar: Burika Tutu

Artık giderek oturduğumuz klozetlerden farkımız kalmamıştı.

Artık giderek oturduğumuz klozetlerden farkımız kalmamıştı. Her gün düzenli gelen ''alkol'' baskınları bizi içimize çökertmişti, sokakta el ele tutuşmayı geç bir Harvey Milk'i yaratmak bile sanırsam “Jack'le John'un çocuğu oldu” demek kadar sıradışıydı.
 
Bir kabile gibiydik özünde kaybedilmiş ruhsal direniş. Evsizler ya da sisteme karşı saplantılı çocukların bir bira uğruna düzüştüğü ve dışarıda gayet kaba olan kadınsıların yaşadığı bir tarikat belki de.
 
Artık o kadar sıkılmıştım ki kendimden nefret etmeye başladım, “Neden böyleyim?” diye sistem o kadar zorluyordu ki, bazen kafamdaki peruğu çıkartıp sözde kimliğime göre ''male'' olarak yaşamak ister hale gelmiştim.
 
Gece artık tüm siyahlığıyla çöküyordu. Burada bir çok etnik mahalle vardı. Japonlar, Hintliler, Türkler bunlardan birkaçıydı ve hepsi özünde bastırılmış bir ruhun dışa vurumuydu. Vatansız olduğumuz kesindi. Kendi özgürlüklerini yaratan bir ülke düşünün ki kendi özgürlüklerini yaratan bir kimse özgür değildir sadece düşüncelerinin esaretindedir.
 
Amerika'da sadece g.tüne koyduran bir avuç salaktık, onlara faydamız yoktu, askere gitmiyorduk, adam öldürmüyorduk. Düşmansız bir savaşta yer alan bir kabileydik. Komünist ülkeler de bize sırt çevirir oldular. Her gün dayak, her gün hakaret, her gün bir arkadaşımızın ölmesi… Giderek gözlerimdeki rimel akmaya başladı.

Hayat yalan söylenebilecek kadar dürüst oynuyor. Çünkü ne yaparsan yap kaybedeceksin. Önemli olan hükmen kaybetmemek ti!
Ve sadece seks için girdiğimiz bu tuvaletlere bir anda 4-5 kişi sığıştık, insanlar birbirlerini ezercesine kaçtı. Büyük bir haz duygusuydu normalde 4-5 kişi bir tuvalette olmak, fakat şu an hazince kanlar akıyordu heryerimizden. Korkuyorduk.
Peruğumu içerde düşürmüştüm. Onla bile insanlara vuruyorlardı ki benim için en önemli simgeydi, bir mücadele, bir duruş, bir onurun, bir kadının simgesiydi saçlarım.
Herkes tedirgindi, sistem takıntılılar, evsizler, travestiler, orospular… Ama herkes tedirgindi. Artık dayanamadım çıkıp haykırdım. Onurlu bir hayat için haykırdım. Çünkü benim bir umudum var ve o umutla öpeceğim insanları.
Ve bu bayrak bir gün sistemin artığı olarak değil onurun kavganın aşkın bayrağı olacak. Özgürlüklerin bayrağı olacak. Zamansız bir adamın kadınsı öpücükleri olarak görülmekten çıkacaktım artık!

Üstlerine yürüyorduk, geylere özgürlük, eşcinsel hakları diyerek yürüyorduk; onlar gibi hırslıydık ama onlar gibi gayesiz değildik. Her gördüğümüz yere gey onuru yazıyorduk, kalkanlarına bile.
 
Gece sisini çekmeye başlamıştı şehirden. Güneşe yakındın artık. Ve gecenin en karanlık olduğu an, sabaha en yakın olduğu an olduğunu, isyancı o siyah karga sayesinde öğrendik. Bizi önce tıkıp sonra kovmaya çalıştıkları deliğe tıkadılar kendilerini. Aramızda hayatında hiç eline sopa almayanlar da vardı. Onla göre götü kırık iki-üç ibneden öte değildik, ta ki gerçek duruşumuzu gösterene kadar. Artık yanımdaki insanlara bir şey diyemeyecek kadar sloganlar gürdü. Amerikan polisleri bir kez daha anlamıştı ki hazırlıksız düşman kanıyla canıyla savaşırdı.

Bir ibnenin karşı koyduğunu ne zaman gördünüz? Şimdi zaman değişiyor. Salı gecesi saçmalık için son geceydi... Ağırlıklı olarak tema "bu bokun durması lazım!"
Hilkat gaybilesinin onuru buydu gökkuşağının devrimi, kavganın, aşkın devrimi, öfkenin umutlarla çoğalması buydu. Ve tek özelliğimiz vardı, vatansızdık.
 
Bunun için bu haklı direnişin zaferinde hiç bir zaman kahraman bir kimsemiz çıkmadı!


Etiketler: yaşam
nefret