03/01/2013 | Yazar: Melek Göregenli

Bu ülkede ne zaman insanlar mallardan, hele de kutsal ’kamu’nun mallarından daha değerli olacak?

Bu ülkede ne zaman insanlar mallardan, hele de kutsal ’kamu’nun mallarından daha değerli olacak?
 
ODTÜ’de yaşanan olayların ardından bazı üniversite yönetimlerinin aldıkları tavır ve medyadaki tartışmalar giderek, sadece üniversite öğrencilerine değil, toplumun tüm muhalif kesimlerine karşı artan polis şiddetinin meşrulaştırılmasına hizmet eder hale geldi. Sanki polis üniversite öğrencilerine ya da çevre eylemlerinden sendikal hareketlere, Kürt sorunuyla ilgili protesto eylemlerinden kadın hareketlerine, adli suçlarla ilgili şüphelilere kadar, farklı biçimlerde şiddet kullanmıyormuş, hepimiz ikide bir karakollarda dövülen insanların görüntülerini izlemiyormuşuz gibi, ODTÜ’lü öğrencilerin lastik yakıp yakmadıkları, polise taş atıp atmadıkları yani kısaca, kendilerine uygulanan polis şiddetini hak edip etmedikleri tartışılıyor. Kurulan cümleler, “Polisin aşırı güç kullanması eleştirilmeli” diye başlıyor ve “ama” diye devam ederek, öğrencilerin şiddet kullandıkları üzerine derin analizler yapılıyor. Oysa ODTÜ’de olanlar ne ilk ne de -iktidarın tavrı değişmedikçe- son olacak. En son 6 Kasım’da Ege Üniversitesi’nde YÖK’ün kuruluş yıldönümünü en ufak bir şiddet eyleminde bulunmadan protesto eden öğrencilere, polis müdahalesinin görüntüleri sadece bir örnek olarak izlenebilir. Öğrencilerin gazın etkisiyle gözlerini saatlerce açamadıklarını, açık yerlerinde ağır yanıklar oluştuğunu ve şiddetin başka izlerini gözlerimle gördüm. O gün, olaylara yakından tanık olan çok sayıda öğretim üyesi, basın açıklaması yaptı ve polis müdahalesini kınadı. Bu örnek, pek çok başka üniversitede, sokakta, polis araçlarında, her yerde yaşanıyor ve bunu da bu ülkede yaşayan herkes biliyor. Türkiye’de, sofistike aletli edevatlı işkence, büyük ölçüde ortadan kalktı ama bu, güvenlik güçlerinin, iktidarın baskı aracı olarak farklı toplumsal kesimleri hizaya getirmek için şiddet kullandığı, hatta polisin şiddeti sonucunda hâlâ azımsanmayacak sayıda insanın yaşamını yitirdiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. 
 
Devlet otoritesinin şiddeti, toplumsal muhalefeti hizaya getirme aracı olarak kullanmaktan vazgeçmesi için, başta farklı iktidar güçleri olmak üzere, hepimizin, politik bir eylem dili olarak şiddeti övmekten, olağanlaştırmaktan, meşrulaştırmaktan vazgeçmek konusunda siyasal bir kararlılık göstermemiz gerekiyor. Oysa olan, tam tersi. ODTÜ örneğinden hareketle kısaca güvenlik güçlerinin şiddetinin nasıl meşrulaştırıldığına ve bazı üniversitelerin yaklaşımlarına bakalım. 

Protesto eylemlerine katılan öğrencilerin şiddet kullandıkları ve ODTÜ yönetiminin şiddeti desteklediği yönünde bir kanaat yaratarak ve protestonun amacını çarpıtarak, mağdurları gayrimeşrulaştırma yoluyla değersizleştirmek ve onlara yönelen şiddeti meşrulaştırmak: Bu stratejiye Atatürk Üniversitesi Senatosu’nun açıklamasını örnek vermeyi tercih ediyorum: “Bu davranışları illegal örgütlerin eskiden beri devam ettirdikleri maksatlı tavırları olarak görüyoruz.” ODTÜ yönetiminin ilk günden bu yana, sadece şiddet içermeyen protesto gösterilerini meşru gördüklerini açıklamalarına ve güvenlik güçlerinin molotof kokteyl vb. şiddet araçları konusunda hiçbir kanıt gösterememelerine, gözaltına alınan öğrencilerin tümünün serbest bırakılmasına, medyada yayınlanan görüntülerde öğrencilerin hiçbir şiddet eyleminde bulunmadan önce polisin gaz sıktığı açıkça görülmesine rağmen ısrarla bu söylem sürdürülüyor. Eylemin amacı, görüntülerde ve açıklamalarda açıkça belirgin olduğu halde, Göktürk 2 Uydusu’nu gölgelemek amacıyla eylem yapıldığını iddia etmek. 

Sahte çoğunluk ve sahte sözbirliği yaratarak, mağdurları azınlık durumuna düşürmek yoluyla makbul üniversite camiasının dışında bırakmak: YÖK’ün sayfasından edindiğim bilgiye göre Türkiye’de toplam 188 üniversite ve yüksek öğretim kurumu var. ODTÜ’deki olaylarla ilgili, polisin şiddetini görmezden gelerek ODTÜ yönetiminin tavrını kınayan üniversite yönetimi sayısı ise “çoğunluk” olabilmekten çok uzak. Kesin bir bilgiye ulaşmak için, bir arşiv araştırmasına ihtiyaç olsa da, 12 Eylül’de, 28 Şubat döneminde ve bu memleketin farklı iktidarlarının ihtiyacı oldukça, hizaya geçmek için sıraya giren üniversite senatosu oranı, sanırım yaklaşık bugünküne yakındır. Ne manidar ki, bugün ODTÜ’de yaşanan olayları soğukkanlılıkla, üniversitelerin ifade özgürlüğünü savunarak ve toplumun hiçbir kesimine yararı olmadığı defalarca kanıtlanmış şiddete dikkat çekerek değerlendiren öğretim üyeleri de, geçmişte yaşanan bütün bu dönemlerde aynı biçimde “azgın azınlıklar” olarak değerlendirildi, hiçbir iktidara yaranamadı, “lazım olmayan”lar olarak etiketlendiler. 

Toplumun acı tecrübelerine ilişkin kolektif belleğe gönderme yoluyla, öğrenci eylemlerini bir komplonun parçası haline getirmek: Tartışmalarda sık sık dile getirilen, “12 Eylül öncesinin acı tecrübeleri” göndermesi, protestonun asıl içeriğinden uzaklaştırılarak bir komplonun parçası olduğu izlenimine yol açıyor. Örneğin, Necmettin Erbakan Üniversitesi Rektörlüğü’nün açıklaması şöyle: “Türkiye’nin darbeci geçmişiyle yüzleşme cesaretini gösterdiği bir dönemde bu tür olayların yeniden yaşanması manidardır.” 

Değinmeden geçemeyeceğim ve hiçbir kategoriye koyamadığım, içimi acıtan bir başka örnek de Uşak Üniversitesi Senatosu’nun, “ODTÜ yerleşkesinde yaşanan şiddet olayları ve kamu malına zarar verilmesi kabul edilemez” yönündeki açıklaması. İçimden sadece, başına gaz mermisi gelen ve ağır yaralanan çocuk, o gün orada bulunan ve eminim gözleri günlerce yanan gençler, öğretim üyeleri, çalışanlar ve orada o günden beri incitilen, korkutulan, gerilen ve örtük bir biçimde aşağılanan bütün bir hayat, birinin “mal”ı olmadığı için mi bu denli değersiz? Bu ülkede ne zaman insanlar mallardan, hele de kutsal “kamu”nun mallarından daha değerli olacak? 

Bu yazıda bazı örneklerini verdiğim yaklaşım örnekleri çoğaltılabilir. ODTÜ’de yaşanan olayların, bugüne kadar yaşananlardan önemli bir farkı var: ODTÜ yönetiminin tavrı. Bu ülkede rektörlerin ya da üst düzey kamu görevlilerinin, iktidarlarla ters düşmeyi göze alması adetten değil. Bu örnek bir azınlık davranışı, hatta istisna sayılabilir. Ama unutulmamalı ki, insanlık tarihi ne zaman insanlığın iyiliği yönünde bir gelişmeye sahne olmuşsa, bunun nedeni azınlıkların ısrarlı ve kararlı tutumlarıdır. Çok şükür ki, bu ülkede hâlâ azınlıklar var.(Radikal İki) 

Etiketler:
İstihdam