10/08/2013 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

İlk askeri darbenin üzerinden 53 sene geçmesine rağmen, Türk Hukukçuları hâlâ politik mülahazalarla hareket ediyorlar.

Bu gazetenin (BirGün) bugüne kadar attığı en popüler ve en çok ses getirmiş başlığı “Yiyin Birbirinizi”dir! Türkiye’ye ilk döndüğüm yıllardaydı; KAOS GL’nin organize ettiği bir milletlerarası toplantıda bir grup İskandinav parlamentere, Türkiye’deki politik atmosferi ve geçmişi anlatmam istenmişti. Çoğu solda bu parlamenterlere durumu şöyle izah etmiştim: “Türkiye’de iktidar mücadelesi hep dincilerle, sırtını orduya dayamış yarı demokratlar arasında olmuştur”...ve devam etmiştim “Türk demokrasisi denilen şeyde siz yabancıların anlamakta en zorlanacağınız şey; Türkçede batı dillerinden aldığımız demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi sizlerin çok iyi bildiği konseptlerin adı vardır, lakin içleri boştur”. “Bunun da iki ana nedeni vardır: İyi organize olamamış çalışanların örgütsel zayıflığı ve bilinçlenememiş sivil topluluğun tepkisizliği.” Bu toplantıyı ve yaptığım konuşmayı unutmuşum bile. Ta ki iki gün önce Belçika’nın gey Başbakanı’nın 3. Out Games açılış konuşmasını dinlerken, yanımda duran o İskandinav milletvekillerinden biri hatırlatana kadar!

Silivri’de alınan kararlar bu hesaplaşmanın son perdesi. İnsan olarak burada cezalar yağdırılmış bireylere; özellikle bu insanların aile ve yakınlarının çektiği ve çekeceği zorluk ve ızdıraplara üzülmemek mümkün değil. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra çok yakını yıllarca Yassıada ve Kayseri Hapishanesi’nde yatmış biri olarak, bir gün iktidarda olan bir insanın ve ailesinin ertesi gün hapishaneye konularak çektiği zorluklara tanıklık ettim. Allah yardımcıları olsun. Bu zor günlerinde kendilerine sadece sabır ve uzun ömür dileyebilirim. Zira bu ülkede de devran dönüyor, sıra bugünün zalimlerinin de hesap vereceği günler gelecektir. Bu işin bireysel ve insani boyutu.

İşin politik ve hukuksal yönüne gelirsek: Hukuk açısından bakılırsa Yassıada Mahkemelerindeki iddianameleri hazırlayan savcılar, kararları veren yargıçlarla, Silivri Savcı ve hâkimleri arasında en büyük benzerlik her ikisinin de iddianameler ve kararların hukuktan çok, arkadan kumandalı politik iştiyaklarla hazırlanmış ve verilmiş olmaları. Demokrasi ve hukukun üstünlüğünü hakikaten arzulayan bir toplum içinde bu işin en üzücü olan yönü. Demek ki ilk askeri darbenin üzerinden 53 sene geçmesine rağmen, Türk Hukukçuları hâlâ politik mülahazalarla hareket ediyorlar. Bunu zaten savcı ve hâkimlerin memleketteki yazarlara, gazetecilere ve son Gezi protestocularına karşı aldıkları tutumlardan da görmüyor muyuz? Savcılar, hâkimler yapmayın! Sizler hükümetin maşası olursanız, hatta olmasanız bile öyle görünürseniz, bu ülke için hiçbir umut yok demektir. Onlar birbirlerini yerken bizler “...evet ama savcı ve hâkimlerimiz var” diyebilmeliyiz. İşte o zaman hukukun üstünlüğünden bahsedebiliriz.

Gelelim bizim kökleri devrimciliğe dayalı gazetemiz BirGün’e. Biraz popüler mi olduk ne? Duydum ki 30 000’in üzerinde basıyormuşuz. Aman ne güzel umarım 300 000 satarız. Yaşasın Gezi!

Kapılarımız başka yerlerde artık yazdırılmayan herkese açık. Sekiz senelik Köşedaşım Doğan, son günlerde Can Dündar Can Dündar diyor da, başka bir şey demiyor. Can Dündar hoş çocuk, ilk gördüğümde Richard Gere’ye benzetmiştim! Doğan üçüncü sayfadaki yerini bile vermeye hazır. Ama yetmiyor; belki her gün Ece ve Nuray’a yaptıkları gibi birinci sayfadan çerçeve içinde resmini koyarlarsa gelir! Belki de yeterince sistemin gazetesi olamadık? Kuponla tencere, tava versek. Hükümet tencere, tava çalmayı yasakladı, devrimci harekettir diye gururlanırız!

Etiketler:
nefret