13/03/2009 | Yazar: Deniz Deniz

"Fikirlerinizden nefret ediyorum, ama onları savunabilmeniz için hayatımı feda etmeye hazırım." Voltaire

"Fikirlerinizden nefret ediyorum, ama onları savunabilmeniz için hayatımı feda etmeye hazırım." Voltaire

Yazıya Fransız düşünür Voltaire'in sözüyle başlayarak, hem eşcinsellik konusunda olumsuz düşüncelere sahip kişi ve kurumlara, hem de bunlara hormonlu domateslerle karşılık vermeye çalışan bazı arkadaşlara iyi bir mesaj vermek istedim. Biliyorsunuz Saadet Partisi'nin çiçeği burnunda yeni genel başkanı Numan Kurtulmuş partisinin toplumun her kesimine açık olduğunu, ancak bu açıklığın gey-lezbiyenlere kadar ulaşamayacağını belirtince, bizim camiada deyim yerindeyse kıyamet koptu. Kıyamete yol açan haberi tekrar tekrar okumaya çalışırken, fazla bir ayrıntı olmadığını Kurtulmuş'un, büyük olasılıkla sorulan bir soru üzerine bu cevabı vermek zorunda kaldığı sonucuna vardım. Sorulan soru üzerine bu cevabın verilmesi bir şeyi değiştirmiyor, çünkü zaten SP'nin bu konudaki görüşleri herkesin malumu. Hem SP hem de onun gayri resmi yayın organı Milli Gazete'de özellikle AKP iktidarından beri bu tür söylem ve sıkıştırmalar gırla devam ediyor zaten. Ancak açıkçası kişiliğinden ötürü ben Kurtulmuş'tan bu konuda kabullenme, onaylama olmasa bile, en azından demokratik birliktelik adına daha klâs bir söylem beklerdim. Şık bir açıklama olmasa da yine de Kurtulmuş'un verdiği cevap, hem beslendiği siyasi ve kültürel iklim açısından anlaşılır ve haklı bir tepki, dahası bence bu tepki faydalı bir tartışmanın da kapısını aralamış oldu.

Tartışmanın konusu şu: Demokratik bir ülkede LGBTT denilen kitle ve hayat tarzını o demokratik toplumun tüm bileşenleri onaylamak zorunda mı? İlk başta inanın "evet elbette onaylamalı" gibi bir cevap yetiştirilse de bu soruya, biraz derinlemesine düşünüldüğünde bence "elbette onaylamak zorunda değil" cevabı daha doğru. Çünkü zaten demokrasi dediğimiz şey, farklı ve bir araya gelmesi imkânsız gibi görülen bileşenlerin bir arada yaşaması değil mi? Fakat bir arada yaşama derken farklı kümelerin bir arada yaşamasından bahsediyoruz. Toplumun bir tür güneş sistemine dönüştüğü hali yani. Güneş demokrasiyse, etrafında dönen farklı toplumsal bileşenler de gezegen. Tabii bu kaba bir benzetme.
 
AB ve ABD'de de durum bu
 
Bakın bu kural yere göğe sığdıramadığımız Batı demokrasilerinde de böyledir. Bursa'da yaşanan tahammülsüzlüklerin aynısı bu ülkelerde de yaşandı.   

Katolik dininin yönetim merkezi Roma'daki Vatikan devleti ve ruhani lider Papa II. Jean Paul 2003 yılında, eşcinsel evlilikleri ve devlet yardımına dayalı yaşam birlikteliklerine karşı 'evrensel savaş açtığını' resmen ilan ederken, BM'nin eşcinselliği suç sayan ülkeleri kara listeye alma girişimine de aynı Vatikan şiddetle karşı çıkıyordu. Yine AB'ye üye pekçok ülkede eşcinselliğe karşı çıkan pek çok sağcı ırkçı siyasi parti var. Dünyaya demokrasi dağıtmayı vaat eden ABD eşcinsel evlilikleri konusunda bir ileri bir geri giderken, aynı ABD BM'de oylamaya sunulan ve eşcinselliği suç sayan ülkelerin kınanmasını öngeren bildiriyi ısrarla imzalamadı. Türkiye de imzalamadı, İslam Konferansı da. Ve tabii İran da. Ve tabii enteresan bir şekilde ABD, İran akla gelmeyecek bir konuda hemfikir oldu. Sadece siyaset alanında değil, toplumun çeşitli sosyal gruplarında da benzer bir zıtlaşma mevcut. Eminem eşcinselliğe karşı söylemleriyle tanınan müzik gruplarından sadece biri. 
 
Kurtulmuş'u eşcinsel faşist bir lidere tercih ederim

Bu alanda gerçekten son derece düşündürücü örnekler var Avrupa'da. Örneğin bir bakıyorsunuz ki, en azılı ırkçı faşist söylemlere sahip partilerin liderleri eşcinsel olabiliyor. Örneğin, geçtiğimiz yıl bir trafik kazasında ölen Avusturyalı ırkçı lider Jorg Haider’in aslında gey olduğu ve kazadan önce bir gey barda eğlendiği ortaya çıkmıştı. Cenazesinde hüngür hüngür ağlayan erkek mesai arkadaşının da aslında sevgilisi olduğu öne sürülmüştü. Huffington Post Gazetesi yazarı Johann Hari, ırkçı Jorg Haider’in eşcinsel olduğunun ortaya çıkmasında, "şaşırtıcı bir şey olmadığını" belirttikten sonra, "Gay faşistlerin ilginç öyküsü" başlıklı makalesinde, Fransız siyasetçi Jean-Marie Le Pen dışında son 30 yılda Avrupa siyaset sahnesine çıkan tüm aşırı sağcı liderlerin "gizli veya açık eşcinsel" olduğunu öne sürüyordu. Hari, iddiasına kanıt olarak, Haider’in Avusturyalı partidaşları Gerald Mischka ile Walter Kohler’in yanı sıra, bir saldırı sonucu ölen Hollandalı faşist lider Pim Fortuyn, 80’lerin Alman neo-Nazi lideri Michael Kühnen, İngiltere’deki Faşist Ulusal Cephe (NF) lideri Martin Webster ve Nazizm’in kurucularından Ernst Rohm başta olmak üzere tarihteki birçok Nazi’yi örnek gösterdi.
 
Numan Kurtulmuş bir akademisyen. İşletme iktisat üzerine doktoralarını vermiş bir kişilik. Geçmiş liderlerinin aksine Kurtulmuş SP'nin etkinliklerine eşiyle gitmeyi tercih eden bir genel başkan. Eşi elbette başörtülü ve bu aile milli görüş geleneğinden gelen aileler içinde "modern" denilebilecek bir aile portresi çiziyor. Erdoğan gibi sağa sola bağıran azarlayan bir kişiliği hiç yok. Bu açıdan bakıldığında Erdoğan'a tercih edilebilecek bir kişilik görüntüsü veriyor. Ancak dediğim gibi hem kendisi hem partisi, AKP ile çözülme yaşayan milli görüşün çekirdeği adına hareket ediyor ki, bu çekirdeğin ve geleneğin içine "gey-lezbiyen" evliliğini de içeren bir söylem ve politika yerleştirilmesini beklememiz kanımca safdillik olur. Dahası bu geleneğin gey lezbiyen evliliklerine mesafeli duran veya reddeden söylemlerine de yönetim merkezlerine "hormonlu domateslerle saldırarak" karşılık vermek provokasyona imza atmaktan öteye gitmez. Artık şunu LGBTT kitle ve örgütlerinin de kabullenmesinde fayda var: Demokratik bir toplumda LGBTT hayat tarzını bütün toplum dinamiklerinin onaylamasını bekleyemeyiz. Ama aynı toplum dinamiklerinden bu tür hayat tarzlarına demokrasinin gereği olarak, başta yaşama hakkı olmak üzere insan hakları temelinde sahip olmaları gereken haklara saygı duymayı bekleriz elbette. Nitekim Kurtulmuş, gey ve lezbiyenleri öldürülmeli falan dememiş, evimin içine alamam demiş ki buna da ancak saygı duyulur. Ama nereye kadar? Kurtulmuş ve partisi muhalefette olduğu sürece. Ola ki yarın öbür gün iktidara geldiler işte o zaman, aynı söylemi icraat haline getirdikleri takdirde, demokratik toplum da gereken tepkiyi gösterecektir, göstermelidir de.
 
Bu olay bana 28 Şubat sürecinde yaşanan Merve Kavakçı olayını anımsattı. Fazilet Partisi'nden vekil seçilen Merve Kavakçı başörtülü yemin etmeye teşebbüs etmiş, merhum Ecevit tarafından haddi bildirilmişti. Tabii ki demokrasi adına değil, 28 Şubat cuntası adına haddi verilmişti. O dönem hem Kavakçı hem de başörtülü diğer mağdurlar için var gücüyle kalem oynatan Gülay Göktürk, tezlerini güçlendirmek için "Ne yani bir eşcinseli seçmen o meclise gönderse, seçilen eşcinsel vekil kulağındaki küpeyi çıkartacak mı?" diye soruyordu haklı olarak. Kaderin cilvesine bakın ki dün eşcinsellerden örnek verilerek kendilerine destek yazıları yazılanlar, bugün partilerine bile o eşcinseli kabul edemeyeceklerini belirtiyorlar. Doğrusu hazin bir durum, ama dedik ya demokratik değerler adına varsın almasınlar, yeter ki muhalefette ve de iyi Saadet'te olsunlar.    
 
Miko'daki yobazlar
 
Ben tam yazıyı toparladım derken dün Kaos GL'ye İzmir mahreçli ve de son derece sinir bozucu bir haber düşmesin mi? Efendim İzmir'de "yüksek sosyete"nin müdavimi olduğu sokalardan birinde yer alan Miko isimli kafe meğersem transseksüelleri almıyormuş. Önce olsun olabilir zira transseksüel almayan gl mekânlar da var zaten dedim içimden. Fakat o da ne? Bu miko'yu işleten yobazlar, büyük ihtimalle sözüm ona "yüksek kültürlü, entelektüel ve sanatsever" kendileri gibi yobaz olan müşterilerinin yönlendirmesiyle sadece transseksüel değil, aynı zamanda başörtülü de almıyormuş. İşte buna hiç mi hiç şaşırmadım. Oysa şaşırmak lazım öyle değil mi? Arkadaşların "yüksek sosyete" dedikleri kişilerin uğrak yeri olan o mekana gelenlerin en beğendikleri yazarın Bekir Coşkun olduğuna mührümü basarım. O Bekir Coşkun ki, Bülent Ersoy'un düğün haberi için "Gelinin adı Bülent. Ben ömrümde Bülent adında gelin görmedim" diyerek transfobisini kusmuş olan ve aynı zamanda protoplazmalarına kadar kemalizmle dolu olan yazar. Dün 28 Şubat sürecinde darbecilere çanak tutarak, o zamanki arkadaşlarını köşeye sıkıştırmış olanlarla Saadet Partisi'nin bugün aynı görüntüyü vermesi sağduyulu her insanın üzerinde hayretle düşünmesi gereken bir durum gerçekten. Peki deminden beri büyük kesimi başörtülü olan, başörtüsü için mücadele veren bir partinin hangi yönünü tartışıyorduk? Tabii ki gey ve lezbiyenleri dışlayan yönünü. Bir tarafta hem başörtülü hem de tt dışlayan birileri, öbür tarafta gey ve lezbiyenleri dışlayan ama başörtülüler için mücadele edenler. Öyle bir yerde buluşmuşlar ki, kafayı yememek elde değil. Ama sakin olmakta fayda var. Görünen Kemalist yobazlıkla dini yobazlığın dansından başka bir şey değil. Aslında buna son tango da denebilir. Nasıl ama? Kurtulmuş olayını Merve Kavakçı hatırlatmasıyla bağlamış olmakla sizce de isabetli davranmamış mıyım?
 
"Transseksüel dediğiniz tırtılın kelebeğe dönüşmüş halidir ve kelebeklerin ömrü çok kısa olur". Bu sözü geçtiğimiz gün aramızdan ayrılan son kelebeğe, Dilan'a göndermek istiyorum.


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam