06/05/2016 | Yazar: Tunca Özlen

Homofobiyle mücadele etmek niyetiyle girilen çıkmaz sokaklar...

Homofobi sözcüğü, dar anlamıyla eşcinsellere, geniş anlamıyla ise tüm LGBT’lere (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) yönelik önyargılara ve düşmanlığa işaret eder. Kişiler homofobik davranışları daha ziyade gündelik tutumlar üzerinden sergiler. Onlara son derece doğal gelen bu tutumun altında, niyetten bağımsız olarak ideolojik bir arka plan vardır. Dolayısıyla homofobiyle mücadele, öncelikle pratik değil ideolojik bir mücadeledir.  

“Homofobiyle mücadele” ise, tam da ideolojik bir boyut taşıdığı için siyasi bir çerçeveye yerleştirilmeli, diğer ayrımcılık türlerine de kaynaklık eden düzenin eleştirisine bağlanmalı, düzen eleştirisi ise alternatifinin ortaya konulması ile tamamlanmalıdır. Diğer taraftan, “Homofobiden girip, kapitalizmden çıkmak” herkese çekici görünmeyebilir. Homofobiyle mücadele etmek niyetiyle girilen çıkmaz sokaklar ise, başka bir seçeneğimiz olmadığını gösteriyor. O çıkmaz sokaklara gelin birlikte girelim…

“Eşcinsellik doğuştan gelir, tanrı vergisidir”

Cinsel yönelim, kişinin hangi cinse karşı duygusal ve cinsel çekim hissettiğini ifade eder. Konu heteroseksüellik olunca akıllara düşmeyen bir soru, iş eşcinsellere gelince kafaları kurcalar: “İnsanlar neden eşcinsel olur, eşcinselliğin kökeni nedir?”

Bu soru karşısında pek çok eşcinsel ve eşcinsel dostu, eşcinselliğin bir seçim olmadığını, doğuştan geldiğini söyler. Bu savunmacı argümanların ortak noktası, “eşcinsel olmak kişinin elinde değil” vurgusudur. Böyle formüle edildiğinde, eşcinselliğin bizzat eşcinseller tarafından istenmeyen bir durum olduğu düşünülebilir.

“Tanrı bizi eşcinsel yarattı” savunusu ise, homofobiyi geriletmeye değil bu başlıkta inisiyatifin gericilere geçmesine hizmet eder. Kutsal kitaplardaki eşcinsel düşmanı ifadeler nasıl yorumlanırsa yorumlansın, din kaynaklı homofobiden yine dine sığınarak korunmaya çalışmak, çıkmaz sokaktır. 

İşin gerçeği, cinsel yönelim doğuştan gelen bir durum değildir. Cinsel yönelimin bir tercih konusu olmaması, doğuştan geldiği anlamına gelmez. Cinsel kimliğimizin şekillenmesinde biyolojik faktörlerin yanı sıra kültürel, toplumsal ve sınıfsal faktörler, her bir kişi özelinde farklı ağırlıklarda rol oynar. Dolayısıyla, cinsel kimlik toplumsal bir karakter taşır.

Bu bağlamda cinsel yönelimin kökenine dair genel geçer bir açıklama yapmak mümkün görünmüyor. “İnsanlar neden eşcinsel oluyor” diye kurcalamak yerine, asıl “İnsanlar neden sırf eşcinsel oldukları için eziliyor?” diye sormak gerek.    

“Eşcinsellik değil homofobi hastalıktır”

LGBT haklarını savunmak, homofiyle mücadele etmek adına yapılan bir diğer hata, eşcinselliğin değil homofobinin tedavi edilebilen bir hastalık olduğunu söylemektir.

“Hastalık” metaforu üzerine inşa edilen hiçbir söylem, toplumsal bilinçaltında derinlere kök salmış olan “eşcinsellik hastalıktır” tabusunu yıkmaya hizmet etmez. Konuyu “hastalık” ekseninden çıkarmalı, “sensin o!” sığlığından kurtarmalıyız. Homofobi bir hastalık değil, gündelik tezahürlerinin çok ötesinde, eşcinsellere yönelik tarihsel düşmanlığın egemen sınıfın ihtiyaçları ile örtüştüğü, tarihsel bir olgudur.

Homofobiyle değil homofobiklerle mücadele

Yukarıda tanımlandığı haliyle homofobi, sömürü ve ayrımcılık üreten bir sistemin parçasıdır. Kapitalizm ayakta kalabilmek için din, ulus, cinsiyet ve cinsel kimlik kaynaklı ayrımcılık türleri üreterek emekçileri böler. Sözü edilen ayrımcılık türleri, milyonlarca emekçi tarafından benimsenir; emekçilerin ortak noktası olan sınıf kimliği geri planda kalır, unutturulur.

Homofobi, din ve ulus kökenli ayrımcılık türlerinden kritik bir noktada ayrılır: Homofobi, çoğu zaman politik ve örgütlü bir tutuma denk düşmez. Dolayısıyla şeriatçılara ve faşistlere karşı takınılan sert tutumu homofobiklere karşı sergilemek, bizleri yalnızlaştırır. Homofobik emekçileri kazanmak, dönüştürmek zorundayız. Şeriatçıların ve faşistlerin sergilediği homofobi ise, gündelik bir tutumun ötesine geçen saldırganlığı ile kendisini hemen belli eder. Burada homofobi ile şeriatçılık ve faşizm iç içe geçmiştir, siyasi ve gerekirse fiziksel yanıt hepsine birden verilmelidir.    

“Benim de eşcinsel arkadaşlarım var”

Kendileri eşcinsel olmasalar da homofobik olmadıklarını, eşcinsel haklarını savunduklarını göstermek isteyen pek çok kişiden duymuşsunuzdur bunu. İşin aslı, iyi niyetli görünen bu yaklaşımın arka planında, kişinin homofobik olmadığını değil eşcinsel olmadığını kanıtlama çabası yatar. Bu sözün aslı şudur: “Ben eşcinsel değilim ama eşcinsel arkadaşlarım var.” Homofobinin bir yönü de “eşcinsel olmak korkusu” ise, yukarıdaki tutumun homofobiden nasibini aldığı söylenebilir.

“Herkesin içinde bir eşcinsel yatar”

Bir toplumda herkesin heteroseksüel olduğu varsayımı, heteroseksizm olarak ifade edilir. Buna göre herkes dünyaya heteroseksüel olarak gelir, “doğal ve normal” olan budur. Günümüzde bu önermenin bir safsatadan ibaret olduğunu biliyoruz. Diğer taraftan “herkes heteroseksüeldir” dayatmasına karşı üretilen “herkes biraz eşcinseldir” argümanının da hiçbir geçerliliği yok.

Tamamen veya baskın heteroseksüel olmayan büyük bir toplumsal kesimin varlığı, herkesin biraz eşcinsel olduğunu değil, heteroseksizmin hiç de “doğal” olmayan kurgusal, yani ideolojik karakterini açığa vurur. Cinsel çeşitliliği inkâr eden, herkesi tek bir kimliğe hapsetmeye çalışan, hayatın her alanında homofobi üreten sisteme karşı tüm cinsel kimlikler üzerindeki yasak ve baskıların kalkmasını, cinsel çeşitliliğin toplumun olağan bir unsuru haline gelmesini savunmalıyız. “Herkesin içinde yatan” yeni insanı ancak böyle açığa çıkarabiliriz. 


Etiketler:
nefret