26/07/2016 | Yazar: Özge Göztürk

‘Homoseksüellik_ler’ adı verilen sergi 2015 yılında Berlin’de hem Alman Tarih Müzesi hem de Gey Müzesi’nde sergilendikten sonra bu sene de Almanya’nın en tutucu şehirlerinden Münster’e geldi.

“Homoseksüellik_ler” (“Homosexualität_en”) adı verilen sergi 2015 yılında Berlin’de hem Alman Tarih Müzesi hem de Gey Müzesi'nde sergilendikten sonra bu sene de Münster’e geldi.

Münster, Almanya’nın en tutucu şehirlerinden biridir. Tıpkı geçen sene Berlin’de olduğu gibi Münster’de sergi öncesinde tüm şehre ve civar kasabalara serginin dikkat çekici-bir o kadar da kışkırtıcı- afişi dağıtıldı. Bölgede çeşitli kasabalarda etkinlikle bağlantılı film gösterimleri, LBGTQ sinema geceleri düzenlendi. Serginin en belirgin hedefi LBGTQ bireylerin pozitif imajlarını sergileyip, genç LBGTQ bireylere özgüven sağlamak. Giriş salonunun teması “Coming Out”,  ancak 10 yaşlarında olabilecek bir oğlan çocuğunun heykeli ortada duruyor.

 Ayağında annesinin topuklu ayakkabıları, dudağında kırmızı ruju ve üzerindeki erkek iç çamaşırıyla aynadaki aksine bakıyor. Biz izleyicilerse çocuğa görünmeden onun bu çok özel anını izliyor, içindeki heyecan ve endişeyi yüzünde görüyoruz. Son derece etkili bu yerleştirme sergi salonundaki diğer parçaların temel duygusunu yansıtıyor.

Duvarların içine yerleştirilmiş ekranlardan, onlarca insanın röportajları yayınlanıyor. Videolarda, LBGTQ bireyler kendileri için en değerli eşyaları getirip bu nesneye dair duygularını ve anılarını anlatmışlar. Bu kayıtlarda bahsedilen, siyah bale pabuçlarından, müzik cd’lerine, kasetlere, hormon jellerine, defterlere, günlüklere, gökkuşağı t-shirtlerine kadar geniş bir yelpazedeki nesneler de hemen ilgili ekranların yanlarında sergilenmiş.

“Bir Queer filmine gittim ve çıktığımda artık kararımı vermiştim. Sürecin zorluğunun farkındaydım. Haplara karaciğerim tepki verdiğinde işte bu hormon jeline başladım. Vazgeçemeyeceğimi anlamıştım.”

“Üzerinde, geysen gülümse yazan bir t-shirt almıştım,  gökkuşağı resmi de vardı ve gerçekten çok komikti! On üç yaşımdaydım. Bu benim zırhım gibiydi, artık hep bununla sokağa çıkıyordum. Çünkü artık insanlar bana değil bu t-shirt’e gülüyorlardı.”

“Kız kardeşimi aradım ve ona benim de erkeklerden hoşlandığımı söyledim. Çığlık çığlığa bağırdı: Yaşasın artık benim de bir kız kardeşim var! Çok rahatlamıştım.”

“Annem lezbiyen olduğumu duyduğunda sarsıldı. Çok yakındık, arkadaş gibiydik, bu şekilde bir tepki beklemiyordum. Tam iki hafta benimle konuşmadı. İki hafta… Fakat sonra aradı. ‘Ne iş yapıyor bu kız?’ diye sordu, sonra zamanla alıştı. Babamla çok daha kolaydı. Zaten erkek arkadaşlarımı hep kıskanırdı, bundan sonra erkek arkadaşlarım olmayacağını duyunca rahatladı!”

“Kamyon şoförüyüm. Etrafımdakilerin anladığını biliyordum ama açıklamak başka bir şeydi… Fakat hiç beklediğim gibi olmadı, kimse önemsemedi açıkçası! Bir gün lezbiyen gey dergileri karıştırıp çay içiyordum, bir iş arkadaşım geldi ve birini eline alıp okumaya başladı. ‘elindekinin ne tür bir dergi olduğunun farkında mısın?’ dedim. O da bana ‘evet, bu dergiye göre ben lezbiyenim çünkü kadınlardan hoşlanıyorum’ dedi, güldük. Çok rahatlamıştım.”

1933 yılında Nazi yönetimi tarafından yok edilen Cinsiyet Araştırmaları Enstitüsü’nün büyük arşivinin yeniden oluşturulmasını hedefleyen Andreas Sternweiler’ın, şahsi çabalarla topladığı 6000’den fazla eser ve dokümanı da içeriyor bu sergi. Çok sayıda fotoğraf ve tablo arasında Andy Warhol gibi tanınan sanatçıların eserleri de var.

İkinci salonda ise geniş bir tarihi arşivin özetine göz atıyoruz. Hazırlanan panolarda alfabetik sıra ile dernekler, topluluklar, çalışmalar, çatışmalar, protestolar, seminerler, yayınlar ve olaylar anlatılmış. Özellikle Almanya’ya odaklanan sergi ülkeyi etkileyen bazı uluslararası çalışmalara da yer vermiş. Hemen her LBGTQ sergisinde olduğu gibi burada da sadece LBGTQ bireylere yönelik değil her türlü ayrımcılığa karşı yürütülen politik çalışmalar dikkate alınmış. Özellikle yetmişli yıllardaki lezbiyen ve kadın kollarının birlikte yaptıkları derneklere dair bolca bilgi verilmiş. Aynı salonda pek çok Türk isimle de karşılaşıyoruz. 2010 yılında Berlin’de GLADT (Türkye’den Gey ve Lezbiyenler) topluluğunun çalışmalarından Gayhane’ye kadar Türk topluluklarının çalışmalarına yer verilmiş.

Tüm bu ‘özet tarih bilgileri’, serginin genelinde olduğu gibi objelerle desteklenmiş. Afişler, kitaplar, kıyafetler, Alman Kadın Futbol Milli Takımına 1989 yılında Avrupa şampiyonu olduklarında hediye edilen Villeroy&Boch yemek takımına kadar pek çok nesne hikâyeleri ile yan yana sergileniyor. Bu ikinci salonda çok sayıda bilgi bulunmakla beraber çok da az detay mevcut. Bir tarih dersi vermekten çok dernekleşmenin önemini vurgular nitelikte.

Nazi Üçüncü Yükseliş döneminde 100 bin kadar erkek eşcinsel oldukları gerekçesi ile tutuklanmış ve bunların 10-15 bin kadarına ‘pembe üçgen’ etiketi verilmişti. Bu kişilerin neredeyse tümü sonrasında yok oldu. 1984 yılında kayıtlarda, haklarında “Ölene değin dövüldü- Ölümle sessizleştirildi” bilgileri bulunduğu açıklandı. Serginin üçüncü salonunda o döneme ait bilgiler yer alıyor. Gazete, dergi, yakın röportajları ile son derece sarsıcı bir sunum yapılmış.

Diğer iki salonda ise pek çok uluslararası sanatçının eserleri var. En ilgi çekici olanı, sergi afişine de yerleşen Cassils’in performans fotoğrafları ve ses kaydıydı. Tabi ki bir Alman yerine Heather Cassils gibi Kanadalı bir sanatçının afişe yerleşmesi bazı çevrelerde hoş karşılanmadı. Karanlık salonda ise Monica Bonvicini’nin ‘Tears’ isimli cam penis heykeli çarpıcı bir güzellikte sergileniyor, aynı odada iki film gösterimi de var. Duvarlara yerleştirilmiş fotoğraflar arasında çok sayıda sanatsal, bolca erotik ve az sayıda pornografik çalışma mevcut. Erotik arşiv oldukça dikkatli yerleştirilmiş, serginin genelinde olduğu gibi rahatsızlık oluşturmadan, tutucu ziyaretçilerin de olumlu fikirlerle ayrılması hedeflenmiş izlenimi yaratıyor.

Son salon ise bir çemberi tamamlar nitelikte. Rahat koltuklarda oturup karşımızdaki televizyonlarda yayınlanan röportajları izleyebiliyoruz. Bu sefer röportajlar daha uzun daha detaylı. Queer ne anlama geliyor, trans nedir, lezbiyen nedir ve bunların çeşitli coğrafyalardaki anlam farklılıkları nelerdir tek tek bahsediliyor. Girişteki olumlu hikâyelerin biraz daha acılarını, en son salonda dinliyoruz. Gene doz katlanabilme sınırlarını aşmamış. Bildiğimiz, duyduğumuz insanlık dışı muamelelere değinilmemiş.

Sergi çok sayıda bilgi içeriyor, adım başı okuyabileceğiniz, dinleyebileceğiniz hikayelerle dolu. Bir yandan tüm bunları yüzeysel geçerek müze sever insanları mutsuz ediyorsa da genel amacına hizmet ettiği de görülüyor. Tutucu çevrelerin LBGTQ ile tanışmasını –hatta belki empati duyabilmesini- sağlayabilecek derece kısıtlı, bu kişiler rahatsızlık duymadan sergiyi gezebiliyorlar. Diğer yandan genç bir LBGTQ bireyin de genel bir tarihsel bakış edinebileceği, tek başına olmadığını fark edebileceği ölçüde de detaylı ve sıralı. 


Etiketler: kültür sanat
İstihdam