13/07/2010 | Yazar: KAOS GL

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu eski eşbaşkanı yazar Joost Lagendijk, Hra

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu eski eşbaşkanı yazar Joost Lagendijk, Hrant Dink cinayeti davasını izlemeye gelenler arasındaydı. ‘Duruşmayı izleyecek misin?’ diye sordu. Durakladım. İzlemek istemediğimi hissettim. İçimden gelmiyordu. Ama Rakel Dink’i ve avukatları orada yalnız bırakmak da istemiyordum. Duruşmayı izlemek konusundaki isteksizlik hissimin nedeni, adalet çıkabileceği izlenimini veren bir manzara göremiyor olmamdı...
Daracık ve basık bir salonda üst üste oturan insanlar... Cinayet sanıklarıyla ailenin neredeyse iç içe girdiği bir tablo... Yalnızca tetikçiler üzerinden yürüyen bir dava...
***
Şu noktanın altını yeniden çizmekte yarar görüyorum: Hrant Dink cinayeti, örgütlü ve toplu bir cinayettir... Bu cinayete doğru giden süreci biraz gözlemlemiş olan herkesin bunu görebilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Önce bazı gazeteler ve köşe yazarları Hrant’ı hedef gösterdiler. Arkasından Kerinçsizler şikâyet dilekçeleri yazdılar. Savcılar davalar açtılar. Duruşma salonlarında Hrant Dink linç edilmek istendi. Agos gazetesinin önüne gelen ülkücüler ölüm tehditlerini sakınmadan dile getirdiler.
Mahkemeler onu mahkûm ettiler. İstanbul Vali Yardımcısı, onu vilayete çağırarak ‘ayağını denk alması’nı istedi. Ona ne koruma verdi, ne de onu tehditler konusunda uyardı. Daha sonra, Hrant’ın öldürüleceğine ilişkin polis raporlarının İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ulaşmış olduğundan haberdar olduk. Trabzon’da örgütlenen cinayet şebekesinden devletin bütün kurumlarının haberdar olduğu ortaya çıktı.
Biraz daha eşeleyince şunu öğrendik: Trabzon’daki Jandarma, Trabzon’daki Emniyet İstihbaratı her şeyi biliyormuş. İstanbul da biliyormuş. Cinayet girişimi raporları önlerinde duruyormuş. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü, günümüzün Osmaniye Valisi Celallettin Cerrah cinayetin hemen ardından, cinayetin herhangi bir siyasi boyutunun ve örgüt bağlantısının bulunmadığını, suikastın milliyetçi duygularla işlendiğini açıklarken, ‘acaba önündeki istihbarat raporlarına mı dayanıyordu?’ sorusu akıllara geldi. Sonradan öğrendik ki, Cerrah, katillerin ‘örgütlü’ hazırlıklarına ilişkin çok sayıda rapordan haberdar edilmişti.
***
Bütün dünyanın gözü önünde, bu ülkenin bir gazetecisi olan Hrant Dink düşüncelerini söylediği için, Türklerle Ermeniler arasında yeni bir kardeşlik projesini Türkiye’nin önüne koyacak yürekliliği gösterdiği için öldürüldü... Ve gene bütün dünyanın gözü önünde, 
Hrant Dink davası tıkanmış durumda. Bir kaç tetikçinin cezalandırılması dışında bir sonuç 
çıkmayacağı artık iyice belli oldu. Dava dosyası bu şekilde kapanacak gibi görünüyor... 
Onun nasıl ölüme gittiğine ilişkin çok sayıda kitap yazıldı. Bu kitaplarda, devlet kurumlarının belgeleri, bilgileri nasıl hasır altı ettikleri, cinayetle dolaylı, ya da dolaysız ilgisi olan devlet görevlilerinin nasıl korunup kollandıkları bütün ayrıntılarıyla anlatılıyor.
Gerçeği herkes biliyor. Mahkeme de biliyor, Başbakan da. Herkesin bildiği gerçeğin asıl mahkemesi görülemiyor. Asıl sorumlular hesap vermiyor. Hrant’ın duruşma için toplanan arkadaşları, doğal olarak, ‘Asıl dava ne zaman başlayacak?’ sorusunu soruyorlardı.
***
Bu davanın bu şekilde sürüp gitmesi (ve muhtemelen bu şekilde sonuçlanacak olması) ülkemiz açısından, adalet açısından bir utançtır, bir yüzkarasıdır.
Mahkeme salonundaki manzara vicdanları kanatıyor. Salonda sırıtan tetikçilere bakıyor, 
ruhumuzun daraldığını hissediyor ve bunların dışında da pek bir şeye ulaşamıyoruz... Adalet, vicdan, erdem gibi soyut kavramlarla açıklanması pek kolay olmayan, ancak yaşayanın algılayabileceği bir çaresizlikle karşı karşıyayız...
Katili de biliyoruz, azmettirenleri de, onların arkasındaki örgütlü devlet çetelerini de... Sorun, herkesin farkında olduğu gerçekleri adalete dönüştürecek bir mahkeme kararının oluşmuyor olması. 
***
Sabah gazetesinin Genel Yayın Müdürü Erdal Şafak, 2 Temmuz 2007 tarihinde köşesinde 
şunları yazdı: “Geçen yılın sonbahar aylarıydı. Hrant Dink davalarına bakan yargıçlardan biriyle tesadüfen bir araya geldik. Sohbet sırasında Dink’in ‘Mahkûm olursam Türkiye’yi terk ederim’ sözünü hatırlattık. Yargıç bıyık altından güldü ve başımızı döndüren bir yanıt verdi: ‘Ya sevecek ya terk edecek. Başka seçeneği yok!’ Yargıcın fikriyatı buydu.”
Bu cinayetin oluşum sürecine egemen olan fikriyat tam olarak budur. Devletin, idarenin birçok kurumuna egemen olan bir fikriyattır bu...
Duruşmanın görüldüğü salona baktım...
‘Buradan nasıl adalet çıkabilir’ diye düşündüm kendi kendime...
Soruyu yeniden soruyorum: Asıl dava ne zaman başlayacak?


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam