21/08/2014 | Yazar: Gözde Demirbilek

zara mağazalarının önünden geçerken eklemedir koca konak çalmamasını ısrarla kabullenemiyorum. tıpkı gastronominin uzayla şu kadarcık bile ilgisi olmamasını kabullenemediğim gibi. "ya en azından uzay yemekleri olsaydı" derken falan kendimi yakalıyorum.

merhabalar, öyleydi böyleydi derken uzun zaman ettik selamlaşmayalı. bir yazı daha böyle uzanmış geride bırakıyoruz, önümüz eylül, soğukla gelsin. içimizin ateşi oldukça kararsızken havaların bu denli kararlı olmasına gerek yok. kararsız ateşler kararlılara baka baka kararlanabilir. bi sözlükte okumuştuk, öyle miydi?

oldurulamamış girişi yaptığıma göre başlayalım, 1 aydır olağanüstü hâl ilanı çektim. alnımda 14’lük puntoyla "patron çıldırdı" yazıyor gibi, yazmadığı halde surat ifadem bunu zaten gösteriyor olabilir, sonuçta gözler kalbin akbabasıdır. sanırım bu da böyle değildi. şimdi biraz klişe bi şekilde size dönüp (nerden olduğu belli olmayarak) diyeceğim ki biraz derinde yaşarım. sonra da diyeceğim ki gördüğünüz derinlik sığlığımdan ibarettir oysa. bir düzlükte bir sağa bir sola yürüdükçe, inmeli çıkmalı merdivenli zamanlarımı anıyorum. ki, 16 temmuz’da bir not almışım: "senin için kurduğum merdivenden ine çıka ine çıka ine çıka. üçer üçer çıkıp beşer beşer inerek. şaşar beşer kızarak. ama seni severek." merdiveni katladım koydum bi kenara, en tepede varılacak bir şey yok.

zara mağazalarının önünden geçerken eklemedir koca konak çalmamasını ısrarla kabullenemiyorum. tıpkı gastronominin uzayla şu kadarcık bile ilgisi olmamasını kabullenemediğim gibi. "ya en azından uzay yemekleri olsaydı" derken falan kendimi yakalıyorum.

bu aralar aklımı sık sık "ibrahim gönlümü put sanıp da kıran kim?" dizesi yokluyor. bir çeşit dışvuru mu deriz yoksa haklı bir cover mı, ibrahim gönlümü kırılmaz sanıp 8. kattan aşağı atan yetmeyen aşağı inip çekiçle ezen yetmeyen bi de üstünde tepinip konteynıra sallayan kim? demek istiyorum ben de. sonra dönüp ilk ve sonsuz hataya bakıyorum: gönlü put sanıp kırana değil ibrahim’e atarlanmak. böyle edebi üslupla giderken atarlanmak sözcüğünü kullanmak varoşluğun doğasıyla alakadar. her neyse, soruyu daha da daraltınca ibrahim kim? neden gönlü put sanıp kırana seslenmiyoruz? ibrahim sana söylüyorum, kadın sen anla, çünkü zaten iletişim kurmamız bu kadar zorken üstelik ben sana sesimi duyurmak için onca sanat şiiri seçmişim, bi de şiir içinde sana dolaylı yoldan gelecek bi şey kullanıyorum. anla nasıl çekinik kalıyorum baskın fluluk karşısında. ibrahim, benim gönlüm bardak olsaydı da bulaşıklar yıkanırken kırılırdı muhakkak. yaz bunu da yaz. problem sende değil, bendedir ibrahim. benim gönlüm şeffaflıktan ötürü, kırılmaya bu denli hazır ve nazır olduğu kadar çekinik olmasa seni de bu kadar darlamazdım, gider açık açık "kırılıyorum la" derdim. seni de arada laf taşımak zorunda bırakmazdık. ya da böyle şeyler. 

aşiret dizisine dönen paragrafımı ve ibrahim’i geride bırakacak olursak, evimi özledim. insanın eşyayla olan diyalektiği ne ilginç, anlatacağım sebebini. ama önce, geçen gece bi arkadaşım ağlama anılarından birini anlattı. onun cıngar kıyamet anısı bana evka-4’ün orta yerinde kapı pencere açıkken sesimi bastırsın diye son ses balıkesir çiftetelli açıp ağlayışımı hatırlattı. "ağlamayan kalmasın, gülmeye mi geldik der" gibi çekyat tepesinde roman ağladım. o evin duvarları olsa da, balıkesir çiftetellisinde neden oynanmaz anlatsa. yine kaç paragraftır gülücüksüz tablolar çiziyorum da, birazdan güzel şeylerden de bahsedeceğim. eşya dedim çok kısa olacak söyleyeceğim, eşya diyalektiği, hatırlamak istenmeyenle ilgili ne varsa temizlendiğinde yenileri geldiğinde zorunlu yitiriliş yerini sürpriz kazanımlara bıraktığında, bir yerden bakıp: bugün harika uyandım da denebiliyormuş.

okul alışverişi yapmak istiyorum ama öyle böyle değil. pokemonlu çanta suluk falan ne varsa toplasam olmayacak kap falan alıp evdeki eski tergileri kaplayacak gibiyim. YA SULUK ALMAK İSTİYORUM, ŞEFFAF FLÜT ALMAK İSTİYORUM. not: üniversite okuyorum.

ha bir de çerçeveleri değil fotoğrafları öpmenin mevsimi geldi, ibrahim hoşgör senin de kafanı ütüledim ama seviyorum. tabiri caizse, sevgimin duru içimin coşkun halleri geldi. çiçekleri suladım evde yokken, elim çenemde camdan sokağı gözleyerek işten gelişini bekledim. bu bekleyişte bi’ süperlik vardı. gönlümü put sanıp kırsın, ben de döner döner boynuna sarılırım, putlara değil boynuna inanırım. zora sokacak ya da küçük hesaplar yapacak değilimdir, bilinsin.  güzel şeyler duyumsayınca -duymak değil duyumsamak- "amaan olur böyle şeyler ayol"a bağlayamıyorum olmayacağından değil ha. olur neden olmasın. ama dönüp nadas topraktım ben, ilk meyvenin böyle coşkuyla fışkırmasına dal kırma da demeli. olağan dışı şeyler var ibrahim, farkına varacaksın ibrahim, o taşı atacaksan ibrahim, beni anlayacaksın. gayrısı güç.

size haftaya KÜVET’in ne denli önemli bir şey olduğundan bahsedeceğim. ibrahim’e laf anlatacağım diye çok uzattım bu hafta. güzel kalın, hoş kalın.

-ilk meyvenin coşkusu durulacak, korkma.- 


Etiketler:
İstihdam