01/12/2010 | Yazar: Sema Semih

Bu yazı trans bireylerin toplumsal hayatta a'dan z'ye hemen hemen tüm sorunlarının tartışılma fırsatının yakalandığı haftada Medyada Transfobik Nefret ve “Nefret”e Karşı Sanat&cc

Bu yazı trans bireylerin toplumsal hayatta a'dan z'ye hemen hemen tüm sorunlarının tartışılma fırsatının yakalandığı haftada Medyada Transfobik Nefret ve “Nefret”e Karşı Sanatçılar isimli panellerdeki iki konuşmacının tavırlarını kınama amacıyla yazılmış bir "köşe yazısı" girişimidir.

22 Kasım- 28 Kasım arası Pembe Hayat LGBTT Derneği'nin organizasyonuyla "Nefret Suçları Mağduru Trans Bireyleri Anma Buluşması" gerçekleştirildi. Öncelikle haftayı düzenleyen arkadaşlarıma trans hareketine dair birçok konuda konuşma ve tartışma fırsatı yarattıkları için teşekkür ederim.
 
Konumuza gelecek olursam ilk olay şu şekilde gelişti: "Medya'da Transfobik Nefret" isimli panelde konuşmacı olan Kürşat Kahramanoğlu, sunumuna aslında akademisyen olduğunu ancak Türkiye'de açık gey köşe yazarı olmamasının bir eks.klik olduğunu ve bu yüzden BirGün'de yazmaya başladığını söyleyerek başladı. Konuşmasının devamında siyasal İslamın iktidara gelmesiyle her kültür seviyesi farketmeksizin başörtülü kadınların yazar olmaya başladığını belirtti. Üstüne 'başörtülü kadın yazar sayısında büyük bir artış varken neden hiç travesti yazar yok' deyip sitem etti. Bunun üzerine söz alıp, transların istihdam edilmesinden ziyade medyada nasıl daha iyi temsil edilebiliriz ya da nefret söylemini nasıl dönüştürebiliriz konuşmayı beklediğimi, konuşmasının çok farklı noktalara kaydığını, siyasal İslamın iktidara gelmesiyle aslında iktidar olanın başörtülü kadınlar olmadığını, kurduğu söylemin, travestiler ve başörtülü kadınlar arasında yaptığı karşılaştırmanın nefreti tetikleyen bir söylem oluşturabileceğini belirttim.

Görüşlerim üzerine transların istihdam sorununu önemsememekle suçlanıp manipule edildim ve salondan ayrıldım. Bu olay üzerine düşündüğümde Kürşat Kahramanoğlu'nun konuşmasından sonra köşe yazarı olmak için kendimde bir cesaret buldum ve bu yazıyla bu konuda bir çabam olsun istedim. Evet, hiç travesti köşe yazarımız yoktu, eks.klikti. Ancak, eğer o kişi K. Kahramanoğlu gibi “ben Türkiye'nin ilk ve tek açık travesti köşe yazarıyım” deyip medyada cinsiyetçiliğe, homo/transfobiye, heteroseksizme karşı politika üreten birçok LGBT olan/olmayan ama bu konuda politika üreten insanı es geçip, herhangi bir şekilde bu toplumda mağdur edilen bir kesim üzerinde nefret söylemi üretmeye devam edecekse olmasındı zaten. K. Kahramanoğlu yaptığı konuşmada gey olmayı özcü bir yerden tanımlayıp, LGBT politikası üzerine yazan Yıldırım Türker, Perihan Mağden, Bawer Çakır ve daha nice ismi, ya da yaptıkları işlerle bir sürü televizyon programında derdini anlatmaya çalışan bir sürü insanı yok saymıştır. Bu isimlerin yanında onun kendisini ayrıcalıklı hissetmesini sağlayan şey kendisinin de gey olduğunu vurgulaması mıdır?

Tüm bunların yanında kendisinin travestilerin köşe yazarı olabilmesi için ne gibi eylemlilikler içinde olduğunu merak ediyorum. Üniversite mezuniyet aşamasında istihdam sorunu yaşayan, halihazırda birçok işe girip çıkan bir trans olarak kendisinden bana köşe yazarı olabilmem konusunda yardımcı olmasını bekliyorum(!) Belki bu yazım kendisine bana iş bulması için güzel bir referans olabilir(!)

Ertesi gün “Nefrete Karşı Sanatçılar” isimli panelde Barbaros Şansal hariç tüm konuşmacıları gözlerim dolarak dinledim. B. Şansal sözü aldığında, nefret suçları mağduru trans bireylerin anıldığı bir etkinliğe sözlerine, kendisinin iki bayrağı olduğunu birinin Türk bayrağı diğerinin ise gökkuşağı bayrağı olduğunu söyleyerek başladı. Ardından birkaç arkadaşımla birlikte salondan ayrıldık, ancak dayanamayıp geri döndük ve Şansal'ın konuşmasını alkışlarla protesto ettik. Milliyetçi bir yerden başlayan konuşma cinsiyetçilikle devam ediyordu. Şansal 23 derece 27 dakika eğimli olan bir s.kten yola çıkarak dünyanın s.k etrafında döndüğünü anlatıyordu. Bunun üzerine salondaki insanlardan bazıları söz alıp protestomuzun antidemokratik olduğunu, Şansal'ın ifade özgürlüğüne saygı göstermediğimiz, hoşgörüsüz olduğumuz türünden şeyler söyledi. Panel protestolarla birlikte sonuna kadar devam ettirilmeye çalışıldı. Şansal ise 'çocuklar, gençler siz daha bir şey yaşamadınız benim cinsel organıma elektrotlar bağladılar, gençsiniz, heyecanlısınız...' gibi cümlelerle yaptığımızın "çocukça" olduğunu vurgulamaya çalıştı ve eleştiri dilimizi değiştirmemiz konusunda 'Bakın, bu ülkenin başbakanı savunma yerine self-defense deyince onu kimse anlamıyor, ortak bir dil tutturmalıyız' gibi bir benzetme yaparak bizi uyardı. Buna bu ülkede başbakan savunma deyince de bir sürü Kürt anlamıyor zaten deyip karşılık verdim.

Panel boyunca, protesto eden insanlar olarak ortamda marjinalize olduk. Şimdi soruyorum, ne zamandır nefrete homofobiye, transfobiye, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe ses çıkarmak antidemokratiklik oldu? Hem protestocuları yaş hiyerarşisi kurarak manipule eden, hem de yaptığı cinsiyetçi konuşmaya insanları taciz eden B. Şansal'ı kınıyorum ve herhangi bir özür dilemeden herhangi bir LGBT içerikli toplantıya davet edilmesinin sorunlu olacağını düşünüyorum.

Sonuç olarak, iki ayrı oturumda karşılaştığım iki önemli olaya değinmeye çalıştım. Bu iki örnekteki iki ortak nokta konuşmacı olan insanların açık gey olmaları ve bununla popülerleşmeleriydi.
 
Ana akım medyada yer alan ancak "açık gey" olmak dışında aslında pek de söz söylemeyen ve LGBT dernekleri tarafından çağrıldıkları toplantılarda, popülerliklerinden, deneyimlerinden yola çıkarak iktidar olmaya çalışan bu insanları ne kadar pohpohlamaya devam edeceğiz doğrusu çok merak ediyorum.
 
İktidar her yerde, mühim olan farkına varabilmek.


Etiketler: yaşam
İstihdam