04/02/2011 | Yazar: Kaos GL

“İletişim Gerillâsı” kavramı belirli türde siyasal eyl

“İletişim Gerillâsı” kavramı belirli türde siyasal eylem biçimlerini tanımlamak için birkaç yıldır kullanılıyor. Bu yeni eylem biçimleri, politik eylem-gündelik yaşam, bireysel cesaret-rasyonel siyasal davranış, sanat-siyaset, arzu-emek, teori-pratik gibi bağlamlar arasına konulan geleneksel sınırları aşmaya çalışıyor. Kavram bu anlamda, “direnişi küreselleştir” gibi bir örgütü, Attac gibi politik bir ağı veya Peoples’s Global Action gibi karmaşık, rizomatik ve küresel protest hareketinin sürekli yan yana getirilen biçimleri ya da Avrupa NoBorder ağını tanımlamaz. İletişim Gerillâsının hayali çalışma grupları çoğu zaman kendi aralarında ilişki ağı (network) kurmuş değiller. Bu grupları birbiriyle ilişkili kılan özel bir tarzda yaptıkları politik eylemlerdir. Bu eylemler, iktidarın saçmalıklarına ve paradokslarına zekice yaklaşımlarla dikkat çekerek bu saçmalık ve paradoksları temsil-kabul, abartılı sahiplenme-yabancılık oyunlarıyla politik müdahale için çıkış noktası yapıyor.
 
90’larda ortaya çıkan “İletişim Gerillâsı” konsepti, öncelikli olarak Berlin duvarının yıkılması sonrası süreçte geleneksel sol aktivizmin tükenmişliğine bir cevaptı. Yeni eylem biçimleri arayışı sonucunda, “eski” aktivizmin ötesinde yeni, transversal eylem biçimleri ortaya çıkar –bu her ne kadar solun ağır yenilgisinin deneyimlerine dayansa da- Yeni küresel bir hareketin ortaya çıkışı veya belki de artık düşmeye başladığı günümüzdeki durum daha farklı olduğundan 90’lı yılların konseptinin bugün hâlâ kullanışlı olup olmayacağı sorusu sorulmaktadır. Yeni aktivizm daha küresel, daha birbirine bağlanmış hale geldi ve özellikle ulusal ve siyasal sınırların ötesinde yeni bir dinamiği geliştirdi. Ama bu aktivizm aynı zamanda, geleneksel aktivizmin çoğu özelliğini taşıyor ve bu sadece Sosyalist İşçi Partilerin “Yeni Komünist Parti” versiyonunda ve “direnişi küreselleştir” versiyonunda değil. Tüm söylemlere karşın aktivizm ve de aktörler, destekçiler garip bir şekilde insanların gündelik yaşamından uzak duruyor. Bu küresel aktivizmin geleceği, yerel düzeyde, gündelik yaşam düzeyinde eyleme becerisini başarıp başaramayacağına ve de bunun eş zamanlı transversal, sınırları aşındıran/yıkan karakterinin gelişmeye devam etmesine bağlıdır. Aşılması gerekli görülen en önemli sınır, aktivistlerin kendileriyle toplumun geri kalanı arasındaki mesafeyi inşa eden sınırdır. İletişim Gerillâsı pratiğinin böyle bir sınır aşındırmaya katkı sunabileceğini düşünüyoruz.
 
Sanat ve Siyaset
WTO’nun (Dünya Ticaret Örgütü) kendi web sayfasını (www.gatt.org) başka bir internet sayfası ters yüz eder; dalgın bir konferans asistanı WTO kelimesini bir internet arama motoruna yazdığında artık WTO temsilcisi olarak Yes Men’lerden biri bir kongrede uluslar arası hukuka ilişkin konuşmacı sıfatıyla sahnededir (www.theyesmen.org) ve konferans bir komediye dönüşmektedir. Aynı Yes Men ile baskı ve tutuklamalara karşı Prag’da yapılan eylemlerde “Captain Euro” kostümüyle veya Barselona’daki Linzer Ars Electronica sanat gecesinde, Viyana’da ya da Londra’da karşılaşabiliriz. Şimdi tüm bunlar sanatsal bir amaç için mi ya da politik eylem midir? Mültecilerin sınır dışı edilmelerinde kullanılan Lufthansa hava yolu şirketine karşı kampanyalara (www.deportation-alliance.com) afiş sergisiyle başlandı (Deportation Class), bu afiş, şirketin kendi tanıtımına bir müdahaleyle şirketi mültecilerin sınır dışı edilmesiyle ilişkilendirdi. Şirket afişlerde kullanılan resimlerin internet versiyonlarına kızgın ve hukukî tehditlerle saldırırken sergi Alman sanat galerilerini dolaştı. Burada da sanat ve siyaset arasındaki sınıra ilişkin yaklaşım elbette tarafsız değil. Bunun sanata mı yoksa siyasete mi dâhil edileceği sorusu değil, işleyip işlemediği aslında daha önemli. Görünüşte oldukça güçlü bir kurum ya da kişiyle alay etme ve kısa süreli de olsa bunların savunma konumuna çekilmesi nasıl başarılıyor?
 
İletişim Gerillâsı, kendini geleneksel politik eylem biçimlerinden bilinçli olarak görüntü ve hikâyelerin anlamlarını ters yüz etmeyle ayırır. Özel güvenlikçiler, tüketim çılgınlığı, kredi kartı satıcıları, reklâmlar ve insanların plâzalara sıkıştırılmasına sinir oluyoruz. Şehir içi alanların özelleştirildiğini, kamusal mekânların kaybolduğunu görüyor, biliyoruz. Ancak bu süreçlerin otomatizmine karşı nasıl müdahale edilebilir –bilgi toplantılarıyla mı? Bir eylemle mi? Kaldırımların kuşatılmasıyla mı? Ya da yaya bölgelerinin cumartesi hareketliğini anîden bölen bir engellemeyle mi –renkli bir sokak tiyatrosu ya da özelleştirilen şehir içi mekânların daralması ve kısıtlanması hakkında bilgilendiren bir sergi yerine, bu daralmayı görünür ve algılanabilir kılacak türde bir dikkat çekme veya bir alışveriş sokağından geçenlere gerçek rollerinin abartılı bir biçimde yaptırıldığı bir oyun olamaz mı? Örneğin şöyle bir oyun:
Görüntüler: bir yaya bölgesi –lifestyle dükkânlar, kafeler, sokak müzisyenleri, sessizce yerlerinden kovulan aylaklar, reklâm panoları, siyah giyimli güvenlik görevlileri… inşaatlar… Boş dolaşan kalabalığı çevreleyen kırmızı-beyaz güvenlik şeridi. Şehrin ortasında büyük, kare bir alan kırmızı-beyaz güvenlik şeridiyle çevrilir ve siyah kot ve beyaz tshirt giyimli güvenlik görevlileri ortalarda dolanır; firma logolarını taşıyan sevimli kişiler oradan geçenlerle konuşur, aynı logo bir tanıtım masasında tekrar kullanılır. Yaya bölgesi kullanıcılarına bir açıklama notuyla birlikte anket verilir: ne sıklıkla merkeze iniyorsunuz? Bugün ne kadar harcamayı plânlıyorsunuz? Hangi ödeme şeklini tercih ediyorsunuz? Anket yoluyla çevrili alanı satın almanın uygunluğuna karar verilecek. Kişiye şu hikâye anlatılır: “bu araştırmayı Bienle firması adına yapıyoruz, firmamız tüm alanı satın almayı düşünüyor. Bu testte satın alınacak alanın kullanıcı profili hakkında karlılık bakımından veri topluyoruz”… Önemli olan aktarılan görüntünün doğru olmasıdır. Alanın kapatılması özenli, güvenlik güçlerinin uzlaşmacı olmayan beden dili, firma çalışanları sevecen ve temiz, iş birliği yapacak kişiler önceden belirlenmiş. Aktivistler bu oyunu, iktidarın diliyle inandırıcı, aşırı sahiplenmeci (überidentifikation), iyi gözlem ve estetik detaylara dikkat ederek ve materyalleri profesyonelce kullanarak uygulamaya sokar.
 
Bu oyun/eylem politik sanatçı grup 01 tarafından yapıldı, ancak bir sanatsal aksiyon olarak sunulmadı –karşıda şaşkınlıkla izleyen bazı polislerin dışında, ki bu polislerin Bienle şirketi tarafından önceden bilgilendirilmediği açık. Buradaki sanat etiketi sadece bir araç olarak, gizlenme ve korunma aracı olarak kullanılıyor. Orada bulunanlar için aksiyon, kendi şehirlerindeki özelleştirme sürecini öznel deneyimlenebilen bir olguya dönüştüren ve bir bilgilendirme toplantısından ya da kişinin nerede durduğunu gösteren bir organizasyondan daha fazla şaşırtıcı bir realitedir. Böyle bir projeyi örneğin bir sanat haftası programı çerçevesinde göstermek de düşünülebilirdi –ancak buradaki izleyiciler için hâkim olan yorum bağlamı “özelleştirme” ve “hareket özgürlüğüne müdahale” değil, daha çok “sanat” olurdu. Bir sanat mekânı sınırları içinde uygulanan aynı düşünce, yumuşak, sanatsal bir toplum eleştirisi olurdu, “iletişim gerillâsı” değil. Yes Men’ler “Captain Euro” olarak çıkışlarını, video kurgu olarak Viyana’da worldinformation.org’da sergilediler. Aynı organizasyonda, döner giriş kapısı, göz retinasını kontrol eden bir mekanizmayla çalıştırılıyor. Buradaki kontrol toplumunun gözetleme olanaklarının eleştirisi, teknik bir oyunun biçimini kabul ederek gösterinin yapıldığı mekâna ve teknik müzeye uygun olduğunu anlatıyor. Bir eylemin gücü, bağlama bağlıdır, bağlam izleyicinin hangi kodlarla izleyeceğini belirler.
 
İletişim Gerillâsı politik bir amacı izler. İletişim Gerillâsı normallik normunu, şaşırtmalar, belirsizlikler yaratarak ve alışılmış resimler ve imgeler için yeni okuma biçimlerini olanaklı kılarak eleştirmeye çalışır. Doğallaşmış iktidar yapılarının eleştirisi, öncelikli olarak bunların görünür kılınmasını gerektirir –ve bunlar, sembol/simge sistemlerinin ve yorum mekanizmalarının sorunsuz işlevine çomak sokulduğunda görünür olur. Sanat bağlamında ise bu çok mümkün değildir: Genel yorum çerçevesi olarak “sanat” aynı zamanda kayganlaştırıcı bir etkiye de sahip, izleyiciye en açık, kaba provokasyonu ayıklayıp yutturmayı sağlayabiliyor. Resim ve sembollerin ters yüz edilmesinin sadece sanatsal tekniklere bırakılması, sanat faaliyeti genel çerçevesinden çıkınca daha heyecan verici hale geliyor.
 
Roland Barthes, “imgeleri, sembolleri yok etmektense onları ters-yüz etmek daha iyi değil mi?” diye sormuştu. Militan sol gruplar da sembollerle ilgililer, eylemleri de sembolik –ancak bunlar için daha çok geçerli olan radikal müdahale biçimlerinin gösterilmesi, sembollerin tahrip edilmesi: Banka camlarında kaldırım taşları, McDonalds’a fırlatılan çöp kovaları, Robocop polislerle arbede vs... Mücadele, isyan, kargaşa gibi eylemlerin anlamsız olduğu düşünülemez ve küçümsenemez. Seatle isyanı, yeni bir küresel hareketin doğuşunu sembolize eden ve ilerleten bir imge olarak anlamsız değildir. Bu isyanın medyatik işlenişi, kapitalizme karşı alternatifsizliğe karşı radikal bir başkaldırının resmini kamusal alana taşıdı. Bu görüntü –küresel sermayeye karşı koyan bir savaş makinesi olarak- büyük, canlı bir etkinin genişlemesini sağladı. Burjuva medyasında bunlar, demokrasinin temel ilkelerini yok eden görüntülerdir: Sokak çatışmalarında her zaman suçlu olan ve kendi amaçları için bir araya gelmiş “renkli”, barışçıl topluluğu kullanan birkaç fanatikten başkası değildir. “Kara Blok” şiddet içermeyen eylem ilkesine, özel mülkiyet hakkına, demokratik oyunun kurallarına uymayarak polislerin hedefi oluyor. Devlet iktidarının şiddeti, bu argümanlarla meşru kılınıyor ve küreselleşme taraftarlarının, çoğunluğun dışlanarak kararların alınması için meşru zemin bir kez daha bulunmuş oluyor.
 
Sembollerin ters-yüz edilmesinin etkisi küresel eylemlerde kendini gösteriyor. 2010 yılı Eylül ayında Prag’da dünya bankası buluşmasına karşı yapılan eylemlerde, “pembe blok’un” kalça sallayan perileri dünya bankası kongre merkezine, Bestie’nin kalbine girmeyi başardılar. Bunlar ayrıca taş fırlatan sokak savaşçıları görüntülerini pembeler içindeki Aktivistlerle, sambacılarla yer değiştirmeyi başardı. Bir yıl sonra Cenova’da Marslılar, Ufolar, Volx karavan tiyatro grubunun canlandırdığı UN-O askerleri, bikini kızlar, tekerlek adamlar ve daha başkaları, radikal bir eyleme ilişkin bilindik resmi ters yüz etmeyi başarabildiler.
 
Semboller, imgeler ve anlamların teatral işlenişi, melezliğin ve karmaşanın oyuna dâhil edilmesi, sınır çekmenin yavaş yavaş aşılmasına katkı sunabilir. İyimser bir senaryo içinde iki uç sosyal alanın, sanat ve siyasal aktivizm, paradoksal bir araya gelmesi transversal bir sanat-siyaset-aktivizmin doğmasına imkân verebilir. Bu imkân, her iki alanın sınırları ve kısıtlılığını aşmaya yardımcı olabilir.
 
Ekim 2000’de Barselona’daki Contemporary Art müzesi “doğrudan eylem güzel sanatlardan biridir” konulu bir dizi çalıştay düzenledi ve iki hafta boyunca aktivistler bir araya geldi (www.lasagenias.net). Bu ilk önce çoğu aktivist tarafından şüpheyle karşılandı, ancak bu projenin sonunda bugün de hala aktif olan başka politik projeler ortaya çıktı (www.sindominio.net): güney İspanya’da 2001 yılında Afrikalı mültecilerin geldiği bir yerde bir sınır buluşması düzenlendi; Barselona indymedia kuruldu… Bu tür fırsatlarda ortaya çıkan projelerin çoğunlukla iletişim gerillâsı teknik ve biçimlerini sıkça kullanıyor olması tesadüf değil. Bu tür formlarda politik çalışmalardaki sanatsal yöntemlerin kullanılması aynı biçimde sanatsal potansiyelin politik ve etkili bir biçimde kullanılmasına katkı sunabilir.
 
Küresel eylemin çevresi, aktivistlerin ulusal sınırları aşan ve çok yönlü dijital ve maddî ağları üzerinden alt-kültür biçiminde oluşan kendi toplumsal mekânlarını yaratıyor. Peki, kimdir bu insanlar?
 
Medyada bu insanlar sanki sadece bina işgal eden, gösteriler organize eden kişilermiş gibi görünüyor. Hem sanatçılar hem de aktivistler normalde oldukça farklılar. Tarımda, yapı sektöründe mevsimlik işçi, profesyonel bağış toplayıcıları olarak, sosyal alanlarda, büro ve çağrı merkezlerinde partime çalışanlar olarak, dil kurslarında, halk eğitim merkezlerinde, üniversitelerde çalışan kişilerdir. Aktivistlerin çoğu özellikle medya alanında çalışmakta: grafik, web tasarımcısı, bilgisayar uzmanı ve ağ yöneticisi. Hem iş dünyasında hem de eylem dünyasında hareket eden insanlar, kendi takvimleri, kendi zaman ve mekân düzenleri var. Bunda yeni olan bir şey yok (Kafka da büroda çalışmıştı), bizce yeni olan her iki alandan –sanat ve siyaset- gelen bilgi, yaşam tarzı ve kaynakların gittikçe artan uyumudur. Çoğu atölyelerde de alışkanlık olduğu üzere, buradaki âletler yemek ya da çay molasında özel ihtiyaçların yapımı için kullanılır, aynı şekilde bürolardaki fotokopi makineleri el ilânlarının çoğaltılması için kullanılıyor, bilgi materyalleri firmaların posta pulları ile ücretsiz postalanıyor. Pek çok indymedia sitesi işyerlerinde çalışan aktivistler tarafından güncelleniyor. Diğer taraftan pek çok medya çalışanı evde bulunan bilgisayar, video kamera gibi üretim araçlarını hem iş hem de politik eylemler için kullanabiliyorlar. Ve özellikle bilgiler hâkim söylem üzerinden, hâkim estetik bir alandan bir diğerine geçerek mevcut iktidar ilişkilerinin eleştirisi için kullanılır hale gelmektedir.
 
Burada sınırların aşındırılması iki yönlü oluyor: Aktivist desktop yayıncılarının uzun bilgi broşürlerinin ve resmi dilekçelerden edindikleri metin oluşturma bilgisi her zaman kullanışlı olabiliyor. Reklâm dünyasının yaratıcı ve ideolojik yapılarını her gün iş hayatında yeniden üreten, reklâmların estetize edilmiş söylemini başarılı bir feykle tersine döndürebilmekte. Meslek yaşamında kullanılan “dilin iktidarı” bilgisi her zaman direniş ve yıkıcı politika için uygulanabiliyor. İletişim gerillâsı için bu bilgi oldukça merkezidir. Lufthansa’ya karşı yürütülen kampanyanın başarılı olmasının nedenlerinden biri de, aktivistlerin kendilerini ortaya koyma biçimlerinin profesyonelliğinin mükemmel canlandırılmış olması: Lufthansa’nın kullanmakta olduğu reklâm sloganı yaratıcı bir dönüştürmeyle tersine döndürülüyor: “sizi uçuruyoruz” (Wir fliegen Sie hin), “onları çıkarıyoruz-deportation class” (Wir fliegen Sie raus).
 
İletişim gerillâsı için düşmanı, rakibi tanımak yeterli değil. Önemli olan şekillerin ve sembollerin “iktidarın dilini” kullanmak ve ele geçirmek. İletişim gerillâları iş dünyasının ya da burjuva toplumlarındaki casusları ya da gizli ajanları değil. Kendi yaşam pratiklerinde bunun bir parçasıdırlar, öğretmen ya da meslektaş olarak rollerini kabul ediyor, kapitalist sistemde fonksiyonları üstleniyorlar. Tam da bu sayede radikal eleştiri ve kamuflâj arasındaki salınım mümkün oluyor. Deportation-Class reklâm materyalini alan, okuyan, Lufthansa’nın olası müşterileri, bununla karşılaşan herkes, istemeksizin kapitalist sistemin ve bunun batılı hümanist ideolojik çelişkisi içine çekilmiş oluyor: Gerçekten Deportation Class Lufthansa’nın alaycı bir indirim programı mı acaba? Ya da Lufthansa’nın sınır dışı etme politikasındaki rolünün başarılı bir eleştirisi mi? Birinci okumayı tercih eden kişi, insan haklarını ihlâl eden bir para kazancı mı ya da meşru bir pazarlama aracı mı diye bir soruyla karşı karşıya kalır. Deportation Class cümlesinde bir hinlik olduğunu gören ise bunu hemen saçmalık olarak bir kenara atmaz, tersine gerçek Lufthansa ideolojisinin mantığına yaklaştırır. Aslında kişinin hangi okumayı tercih ettiğinin çok bir önemi yok, önemli olan yöneltilen soruların Lufthansa şirketi üzerinde kalıyor olması. “İmaj bozumu” kapitalist sistemin kabul edilmiş doğallıklarını kırarak gerçek ve temsil arasındaki çelişkiye doğrudan bir bakabilmeyi olanaklı kılıyor.
 
İletişim gerillâsı tartışmadan çekinmez: tiksinç tartışmaların genel mantığına onu ters yüz etmek için müdahale etme cesaret göstermeli. Sembollerin etkili olduğuna güvenmeli, denemelerden vazgeçmemeli, açıklayıcı bilgiler sunabilmeli ki maskeler düşsün diye. Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) hükümetinin -yeşillerin de destek verdiği- bir savaş kaçamağı sonunda ölen bir askerin (why?) posteri dağıtıldı. (www.contrast.org/KG). Küçük bir müdahaleyle bu “why”, “why not?”a dönüştürüldü. SPD ve Yeşiller Parti logosu sayesinde posterin partiye ait olduğu belliydi– deneyimli bir tasarımcı, her iki partinin de kendi siyasetlerinin sinizmini hiçbir zaman bu kadar açık ifade etmeyeceklerini görebilir. Resmin seçimi ve montajı açıkça şunu ifade ediyordu: ister itiraf etsinler ya da etmesinler “why not” aslında bu partilerin gerçek tutumudur. Bu posteri eleştiren bir metin yoluyla müdahale yöntemi, iletişim gerillâsının kendi alanını terk etmesi ve propagandaya dönüşmesi anlamına gelirdi. Böyle bir yöntem düşünmeyi zorlayan şaşırtma yerine sadece bıyık altından güldüren bir şey olurdu.
 
Bu özet çeviriyi Kaos GL Dergisi için Çetin Gürer Türkçeleştirmiştir. Orijinal metne şu linkten ulaşılabilir: http://www.republicart.net/disc/artsabotage/afrikagruppe01_de.htm


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret