24/06/2010 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Bir süredir okumuyordum İlhan Selçuk'un yazılarını. Yabancısı değildim satırlarının; ama aynı yerlerden bakmıyorduk hayata, üstelik fazla siyah beyazdı Cumhuriyet'i.

Bir süredir okumuyordum İlhan Selçuk'un yazılarını. Yabancısı değildim satırlarının; ama aynı yerlerden bakmıyorduk hayata, üstelik fazla siyah beyazdı Cumhuriyet'i. İlhan Selçuk'un değerleri kadar netti. Şimdi elimde olan birçok İlhan Selçuk yazısına bakıyorum da Türkiye'nin tarihinin belki de en etkili yazan gazetecilerinden, fikirleriyle toplumu en çok etkileyen simalarından biri gitti. İnanmasam da başka bir dünya diye bir yer olduğuna, muhtemelen onu sevenler gibi teselli bulacağım bir yer var. Orası bu dünya. Bir adam düşünün ki herkes onun için "çok yaşadı" desin; ama o hayat bile O'na az kalsın. Selçuk ardında iki yarım dava bıraktı. Biri Ergenekon davası, biri ise aydınlanmanın  açtığı ve onlarca cephesi olan tarihsel savaş.

Tarih sizce Selçuk'u hangisinin tanığı ya da sanığı olarak hatırlayacak?

Ölüm insanı olduğu yerden, birlikte olduklarından alan bir duygunun ötesinde nedir ki? Bir başka hayatın müjdecisi olduğuna inanmayanlar için ölüm sadece görkemli bir biçimde yaşanmış hayatın finali olabiliyor. Peki Selçuk'un hayat filminin finali nasıldı? Siz beğendiniz mi? Bu konuda muhtelif görüşler ortaya çıkacağını biliyorum. Çünkü Selçuk'a veda edenler arasında çoktan "Ergenekoncu" olarak yaftaladığımız kocaman bir halk kitlesi vardı. Gözlerinden yaşlar süzülen o insanlara çeteci dedi çoğu, hatta bir kısmı İlhan Selçuk'la normalde kanlı bıçaklı olduğu tahmin edilen Ahmet Altan'ın olgunluğuna bile erişemedi. Düşmanına demek çok ağır olacak; ama en az bir düşman kadar farklı yerlerde gördüğü İlhan Selçuk'a dair güzel bir yazı yazdı. Belki yılların getirdiği muhabbetin sonucuydu bu belki de insana sadece ölümün hatırlatabileceği bir gerçeğin, hayatın geçiciliği ve değeri.

Politika ve tartışmalar gazeteciliğimizin esas çocukları olduğundan beri dünya gerçeklerini unuttuk. Küresel ısınmadan sağlık haberlerine, her gün kurulup bir başka akarsu kurutan barajlardan nükleere birçok konu kaybolup gitti. Son söylenmesi gerekeni ilk söylemek şart sanırım bu durumda. Türkiye basını ideolojilerin baskın mücadelesinde artık her şeye tarafken insanlığa ve vicdana taraf olmayı unuttu. NTV ile ilgili yapılan uçak düşürdü haberi de, Cumhuriyet'le ilgili yapılan muhtelif haberler de, Taraf'la ilgili yapılan Soros haberleri de basının bel altı vurmaya ne kadar yatkın olduğunun açık göstergeleriydi. Bel altından en çok vurulanlardan biri İlhan Selçuk'tu bu dönemde.

Selçuk Türkiye'de içinde olmaktan hep çekindiği ve Cumhuriyet'i benzetmemek için elinden geleni yaptığı bir medyanın ağıtlarıyla uğurlandı. Vakti zamanında Uğur Mumcu'nun da çok sert eleştirdiği bu medya tipiyle o da hep mücadele etti. Patronlarla aynı masada oturup, kokteyllerde onları mutlu etmek gelmedi hiç içinden. O kocaman bir dönemdi. Belki de sırf bu yüzden O'na terörist ve darbeci dahil her şey denebildi; ama "satılmış" denemedi.

Gazetelerin patronlar tarafından "hangisini satsak" şeklinde değerlendirildiği bir dönemde İlhan Selçuk Cumhuriyet'in değerlerini satmadı. Hiçbir başbakan yanağını sıkmadı, kimsenin kucağında oturmadı, muhtemelen hiçbir zaman bir milyon dolarlık bir transfer ücreti teklif edilmedi kendisine, birilerinin binmek için yırtındığı uçaklarda görmedik O'nu. Belki de bu yüzden vicdanı olanlar için Ergenekon'un ya da post modern darbelerin kahramanından çok daha fazlasını ifade ediyordu. Davası fark etmeksizin övünebileceğiniz bir dava adamıydı İlhan Selçuk.

Onurlu bir gazeteci yazar olarak öldü.

Her iki davası da sürüyor.

Sanık kendisi, savcılar muhtelif, hakim ise yalnızca zaman.


Etiketler: yaşam
İstihdam