05/09/2011 | Yazar: Süreyyya Evren

Günümüzde bazen öyle bir antiemperyalizm geliştiriliyor ki bu anti-emperyalizmin emperyalistlere bir zararı yok ancak üçüncü dünyanın ezilenlerine var! Garip ama gerçek.

Günümüzde bazen öyle bir antiemperyalizm geliştiriliyor ki bu anti-emperyalizmin emperyalistlere bir zararı yok ancak üçüncü dünyanın ezilenlerine var! Garip ama gerçek.

Birşeyler fena halde ters gidiyor. Katliam yapan devletin doğrudan katliamlarını aklamaya çalışan iliştirilmiş gazetecilik yapılmasına kadar gitti iş. Tabii sorunun büyük kısmının karmaşık seçeneklerin geçersiz olduğunun düşünülmesine dayandığı da öne sürülebilir. Ya Kaddafi ya Sarkozy, ya Esad ya Suudiler gibisinden basit ikilikler olarak meselelerin dayatılmasına izin vermek hızla teraziyi kopartmakla sonuçlanıyor. Referandumdaki ’Boykot’ seçeneğinin siyasi diriliğini birkez daha anımsıyorum. Şimdi burada yeni ’ya Evet ya Hayır’lara sıkıştırılışımız bir de bakıyorsunuz sol perspektifin kaçınılmaz biçimde deforme edilmesinin sonucu olarak Esad rejimi yanlısı tutum almak, kolluk kuvvetlerinin cinayetlerini örtbas etmeye kalkışmak ile noktalanabiliyor. Devlet öldürülen askerlerden, polislerden bahsediyor ve sadece onlardan bahsedilsin istiyor olabilir. Bu bizim için çok tanıdık. İşte en son Hopa’da bırakınız ölümü yaralı kolluk kuvveti olduğunda dahi iktidar ’sizin şehidiniz varsa bizim gazimiz var o olayda’ söylemini kullanabildi. İçerde dışarda bir tutarlılık gerekir. Biz devletin öldürdüklerinin çetelesini tutmuyor muyduk? Tersi devletçiliğin dibine vurmak değil midir? Devlet yetkililerin gösterdiği yanmış karakol binalarına bakıp da burada bir sürü polis ve asker öldürülmüş diye haber yapmak nasıl bağdaşıyor sol bir bakışla? Teröristler kolluk kuvvetlerini sebepsiz yere öldürmüşler, kolluk kuvvetleri kimseye bir şey yapmamış, asayiş berkemalmış, devletine bağlı gençlik Esad tşörtleri içinde dolaşıyormuş öyle mi? Şam sokakları aydınlık ve oldukça bakımlıymış, muhalifler gazeteciler geldi diye mahsus yürüyüş düzenliyorlarmış!?! Bu tarz bir haber Hakkari’ye gidilip yazılsa ne derdik acaba...

Benim görebildiğim şu: bir tür anti-emperyalizm adına Libya ve Suriye örneklerinde iki taraftan birini tutması gerektiğini zanneden, hala ’boykot’ seçeneğinin siyasi gücünü farkedemeyen kimi solcular Kaddafi ve Esad yanlılığına kadar işi çekebildiler. Özellikle Suriye karşımıza bir de İslam kartı çıkardı. Düşmanımın düşmanı dostumdur taktiği abartıldı. AKP Suriyeli İslamcı muhaliflerle irtibat halinde diye, sünni muhalifler devrede diye Esad övülüyor. Sanki Esad kaybederse Türkiye’de de İslamcılar güçlenir diye bir korkuyla hareket ediliyor. Şam’da ramazan dindarlığının, mahalle baskısının yokluğundan dem vuruluyor ve aman denilip ’Esad’ıma dokunma!’ bile dllendiriliyor. Anlaşılmayan nokta neden her iki tarafa da mesafeli olma seçeneği yokmuş gibi davranılıyor. Bir de tabii ABD kime karşıysa onu biz destekleyelim tarzı bir anti-emperyalist düşmanımın düşmanı dostumdur motivasyonu var.

Anti-emperyalizm, emperyalizm dışında herkese zarar vermeye devam ediyor galiba. Kurnaz bir sol devletçiliğin doğurucusu ve sol-kalkanı olarak anti-emperyalizm kategorisinin kullanılmasına aşinayız. Hatta nasyonalizmi perdelemekte de çokça kullanıldı, kullanılıyor. Şimdi de Esadcılık olarak karşımıza çıktı.  Suriye’ye tarihi bir sol gönül borcu, Bekaa vadisi anılarının gözleri kapatan ağırlığı gibi gerekçelerse eğer dilleri kamaştıran öğe, bu hesaplaşma da yapılarak günün isyancı tavrı çatılabilir. O da mümkün. 

Aslında bu tip savrulmalar Suriye’deki siyasi hayata fazla yansımıyor. Türk sosyalistlerinin ne yaptığı, ne dediği, Suriye’nin özgürleşmesini pek etkileyecek gibi görünmüyor.  Ama Türkiye siyasetini doğrudan etkiliyor. Buradaki sol bakışın dünya siyasetine bakışı bu mu olacaktır? Herhangi bir yerdeki özgürlük mücadelesi ucu ABD’ye veya AKP’ye yarıyorsa kötü müdür? Anti-emperyalizm de iyice her kilide sokulup zorlanan bir anahtara dönüştü. Hiçbirini de açamıyor.  Daha karmaşık bir şema ile karşılaştığımızı neden kabul edemiyoruz, kendi konumumuzu koruyup eleştirel önerilerimizi neden geliştiremiyoruz? Şunlar ilgili bir yazıdaki en temel referanslar olmalı değil mi: Esad rejimi baskıcı, belki giderek bizim de dönüştüğümüz gibi, özgürlüklerin düşmanı bir polis devleti rejimidir, muhalifleri yabancı ülkelerin desteklemesi gerekçesiyle gayrımeşru kılmaya çalışmak Türkiye’de Kürtlere karşı çok yapılmış ve halen yapılmakta olan bir hiledir, özgürlükçü sol bir bakış bütün uluslararası planları deşifre etmeye, güç odaklarının hareketlerini görünür kılmaya, özgürlükçü girişimleri işaret etmeye, muhaliflerdeki arızalara karşı uyarılarını özenle çatmaya ve ülkedeki solun en yakın öğelerini öne çıkarmaya çalışmalı değil midir? 

Çeşitli bahanelerle polis devletlerini destekleyen bir sol Türkiye içinde polis devleti yeşeriyor diye isyan ettiğinde kafalar karışmayacak mı? Veya şimdi ABD Türkiye iktidarına ters düşerse  anti-emperyalizmin gereği Türkiye iktidarını desteklemek mi olacak?!?

Şam’dan, Ankara’dan, Trablus’tan uzak duralım... Ezilen isyan ettiğinde “senin isyanın geçersiz çünkü senin ütopyan mükemmel değil” denemez. Önce isyan edecektir. “Mükemmel senin anandır” der çıkar işin içinden. Ezilen isyan ettiğinde “senin isyanın geçersiz çünkü efendinin bazı rakipleri bu isyana bakıp kıs kıs gülüyorlar sana da çaktırmadan ekmek su gönderiyorlar” denemez. Ezilen bulduğu ekmeği yer, suyu içer ve indirebiliyorsa Robinson’ı indirir. Cuma’nın öncelikli derdi değildir uluslararası ilişkiler. Süpergüçler haritalarını açtıklarında petrodolardan başka bir şey göremiyor olabilirler, ama bizim insanları görmemiz gerekiyor. Diyarbakır’a, Bengazi’ye, Hama’ya bakan bunu akılda tutmalı...


Etiketler:
nefret