23/05/2018 | Yazar: Yaşar Gülmez

Marsha; ‘Stonewall emektarı, sanatçı, dilenci, fahişe, warhol modeli’ diye tanımlanır.

Hudson Nehri’nin suları cansız bedenini kıyaya vurduğunda henüz kırkaltı yaşındaydı. Hakkı fazlasıyla ödenmiş, bir çok ilklerle, inatla, cüretle, mücadele ile dolu dolu yaşanmış bir ömürdü onunkisi. Rengarenk ve ‘sıradışı’ giyimi, kahkahası, neşeli ve canlılığı ile tanıdığı herkesi etkileyerek hayatında izler bırakarak Marsha geçti bu dünyadan.

24 Ağustos 1945’de Amerika’nın Elizabeth şehrinde Malcom Michaels olarak dünyaya gelir. Kalabalık bir ailede ama yalnız, ‘farklı’, hep göze batan ve tüm bakışları üzerene çekendi. Malcom olarak başladığı hayat hikayesi, New York şehrinde Marsha P. Johnson olarak devam eder. İsmindeki P harfinin bir açılımı yoktur. Yargılandığı davaların birinde hakim P ne demektir diye sorar. O bilindik gülümsemesi ile, "Pay it No Mind", yani ‘kafasına takmayan’ der.

1960’lı yılların sonunda New York sokaklarında gezen ilk drag queendir. Polis, mafya ve çetelerin LGBTİ’lere yönelik şiddeti, tacizi, hakareti had safhada iken, o büyük bir onur ve cesaretle, bir kelebek gibi rengarenk giyinerek sokağa çıkar ve inatla güler, arkadaşlarına umut ve cesaret aşılardı.

Sokaklarda, evlerde, işyerlerinde, okullarda LGBTİ’lere yönelik artan nefret cinayetleri, saldırlar, tutuklamalar bardağı taşırmıştı çoktan. Herşey bir haykırışa, bir dokunuşa, bir kıvılcıma bakar olmuştu. 28 Haziran 1969’da yine rutin polis baskınları yapılıyor, insanlar dövülüyor, hakaret ediliyor, sürüklenerek gözaltına alınıyordu.  Stonewall adlı bar da ise bir kıvılcım alev almıştı bile.  Belki ilk kez baskınlara karşı bu kadar açıktan bir karşı koyuş yaşanmaktadır. Yıllar boyunca maruz kalınan hakaretlere, saldırılara artık katlanıp sineye çekmek istemeyenler direnmeye başlar. İçerdeki cesaret dışarda, barın önünde toplanan insanları da sarar. Artık susup, sineye çekmek yok. Ve Marsha yine sahnededir, rolünü fazlasıyla oynamaya hazırdır. Bir sokak lambasına tırmanır ve elindeki taşı polis aracına atarak meşaleyi yakar. Korku duvarları yıkılmıştır artık, yılların öfkesi patlak verir. Sokaklar işgal edilir, araçlar ateşe verilir.

Stonewall ayaklanması boyunca Marsha hep öndedir. Bazen bir sokak başında barikat kurarken duyulur kahkahası, bazen bir parkta molotof yaparken. Bazen de elinde megafon ile Christopher caddesi boyunca kalabalığa seslenirken.

Stonewall ayaklanmasının ardından hızla gelişen LGBTİ örgütlenmelerine ve kimlik mücadelesine de önderlik eder, emek verir. Marsha’nın attığı o taşın sesi, başta Amerika olmak üzere dünyanın bir çok şehrinden kendine yankı bulur, bir çağrıya, bir çığlığa dönüşür. Artık insanlık tarihi yeni bir hak ve kimlik mücadelesine tanıklık eder. Ayaklanmanın yıldönümlerinde yapılmaya başlanan Pride yürüyüşlerinde Marsha yine en önde büyük bir onurla yürür.

Bir süre Gay Liberation Front - Gey Kurtuluş Cephesi (GLF)nin içinde aktif olarak yer alır. LGBTİ hakları ve nefret cinayatlerine karşı mücadele yürütür. Aynı zamanda savaş karşıtı gösterilerde, ırkçılığa karşı mücadelede Marsha ve GLF yerini alır.  Bir süre sonra GLF içinde transların yeterince temsil edilmediğini düşünür ve en yakın yol arkadaşı Syliva Rivera ile S.T.A.R (Street Transvestite Action Revolutionaries – Devrimci Sokak Travestileri Hareketi)’ni kurarlar. Evlerden, okullardan, işyerlerinde kovulan, sokaklarda yaşam mücadelesi veren o günahkarlara kucak açar. Zor şartlar altında kurdukları ‘STAR House’ (Star Evi)  yüzlerce transa dönem dönem kalacak yer sağlar. Onlara kıyafet bulur, sağlık sorunları ile ilgilenir, yaralarını sarar. Gözaltına alınan, tutuklanan, şiddete marzu kalanların yanıbaşlarında Marsha vardır hep. Sevgi dolu yüreğine onlarca hayatı sığdırır, onlarca hikayeye yön verir. Evin giderlerini karşılamak için seks işçiliği yapar. Artık New York’da başta translar olmak üzere tüm LGBTİ’lerin ‘Mother’ (anne) olarak hitap ettikleri biri haline gelir. Giyindiği bir elbiseyi, taktığı bir aksesuarı biri beğendi mi, ‘al senin olsun bebeğim’ der gülümseyerek yine. Paylaşır, yardım eder, sever, mutlu eder. Sayısız hayatta etkisi, izi vardır Marsha’nın.

Ve 6 Temmuz 1992’de, “Biri daha nalları dikti” demişti bir polis nehirden çıkarılan cansız bedenin etrafında merakla toplananlara. Arsızca, gülerek, yüreğini ele geçermiş bir nefretle. Onların dünyasında Marsha gibilerine yer yoktu. Ötekiydi, günahkardı, onların normlarına sığmayandı. Mafya- Polis işbriliği ile katledilir Marsha. Soruşturma bile yapılmadan, faili belli ama faili meçhul bir ölüm olarak geçer kayıtlara.

Ölümünün ardından queer alanlara asılan afişlerde Marsha ; ‘ Stonewall emektarı, sanatçı, dilenci, fahişe, warhol modeli’ diye tanımlanır.

Binler uğurlar Marsha’yı. Öyle çok çocuğu oldu ki, öyle çok dost edindi ki. Hepsi ordaydı, Hudson Nehri çiçeklerle rengarenk olur. “The Queen is dead, long live the Queen (Kraliçe öldü, kraliçe çok yaşa), Bravo Marsha” haykırışları ona duyulan sevginin, minnetin ifadesi olur.

Bravo Marsha, dolu dolu geçirdiğin ömrün için bravo.

Gökkuşağı çocuklarına, insanlığa, dünyaya, kimlik mücadelemize katkıların için, yaptıkların için, emeklerin için bravo.

*Bu yazı Kaos GL Dergi’nin 159. Sayısında yayınlandı. Dergiye; online aboneler dergi websitesinden ulaşabilir. Basılı halini edinmek isteyenler ise kitapçılardan yeni sayıyı satın alabilirler. Dergiyi internetten satın almak için ise Notabene yayınları ile iletişime geçebilirsiniz. 

**KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler:
İstihdam