09/09/2015 | Yazar: Emrah Aslan

ibadetin merkezi olan kıble mefhumunu insanda sabitleyen bir inanç, eşcinsellik bahsinde nasıl bir pozisyon alır?

"İbadetin merkezi olan kıble mefhumunu insanda sabitleyen bir inanç, eşcinsellik bahsinde nasıl bir pozisyon alır?"

Farklı yorumlar ve yaklaşımlar bulunmakla birlikte Alevilik, İslamiyet`in heterodoks bir yorumu olarak tezahür eden, gerek doğaçlama bir aktarım arka planına sahip olması, gerekse yüzlerce yıldır kırsalda yaygın olması nedeniyle tanım sınırları hakkında net bir uzlaşı bulunmayan bir inançtır. Baştan şunu ifade etmek isterim ki, Aleviliğin bir din mi, mezhep mi, tarikat mı ya da salt kültürel bir form mu olduğu tartışmaları, bu yazının konusu değildir.

 

Sünni İslam`ın beslendiği klasik tefsir metodolojisinde eşcinsellik, Tanrı tarafından lanetlenmiş ve mutlak olarak yasaklanmış bir fiildir ve geçmişteki Lut kıssası da buna temel kanıt olarak gösterilir. Bu karşın yine Sünni İslam içerisindeki pek az sayıdaki kimi reformcu alimler, eşcinselliği olağan kabul etmemekle birlikte, en azından bu olguyu anlamaya çabalamaktadırlar. Yakın gelecekte olmasa dahi, uzak gelecekte Sünni İslam içerisinden eşcinsellikle ilgili bugün için “radikal” sayılabilecek fikirler çıkacaksa, bahsettiğim anlama ve bağlam kurma çabası sayesinde olacaktır, bu nedenle bu çabanın çok değerli olduğunu teslim etmek gerek.

Alevilik ise, eşcinsellik - inanç bağlamında klasik mezhepler metodolojisinden epey farklı bir yere oturmaktadır. İnanç temellerini doğadan ve doğayı var eden araçlardan alan, Tanrı düşüncesinin altını doğa ve insan varlığı ile dolduran ve Tanrı`ya, “İnsan Hak`ta, Hak insanda.” diyerek, “Benim varlığımla değerlisin sen.” diyebilen, doğaçlama bir aktarım kültürüne sahip olduğu için insanı edimlerin ve eğilimlerin inanç içerisinde yoğun olarak kendine yer bulabildiği, ibadetin merkezi olan kıble mefhumunu insanda sabitleyen bir inanç, eşcinsellik bahsinde nasıl bir pozisyon alır?

Alevilik - eşcinsellik ilişkisi, henüz ne sahih Alevi kaynaklarında, ne Cemevi çevrelerinde ne de sivil toplum çevresinde etkinlik gösteren Alevi çevrelerinde üzerine kafa yorulan bir konu değil. Bundaki temel neden, Aleviliğin halihazırda kendin tanımlama sürecinde olması. Alevilik, 20.yy`ın ikinci yarısından itibaren köyden kente göçlerle birlikte kent hayatında görünür hale gelen, 1990`larla birlikte önce sivil toplum örgütleriyle, sonra da Cemevleri ile kurumsallaşmaya başlayan, yazılı ve örgütlü kültüre geçişi oldukça yeni bir inanç. Bugünkü anlamıyla Aleviliği esas aldığımızda, 16.yy`dan beri kırsal bölgelerde dağınık olarak yaşayan, inanç esaslarını ve ritüellerini doğaçlama olarak gelecek kuşaklara aktaran ve yer yer bütünlük sıkıntısı yaşayan bir inanç olan Alevilik, uzunca yıllar süreceği şekilde bir “Neyiz, kimiz?” sorusunu yanıtlama çabası içindedir.

Aleviliğin eşcinselliğe nasıl baktığı hakkında beyanlarını esas alacağımız kimseler, Alevilerin dinsel önderleri, yani pir ve dede denilen, rehber ve öğretici niteliği bulunan insanlar. Bugüne kadar Aleviler içerisinde, Alevilik bağlamında eşcinsellik bahsiyle ilgili canlı bir tartışma yürütülmediği için, bu konuda dinsel otoritelerin eğilimi nedir, bilmiyoruz. Fakat en azından, Aleviliğin temel inanç esasları üzerinden bir fikir yürütmek mümkün olabilir diye düşünüyorum.

Alevi inanç esaslarına göre, insan - doğa - Tanrı arasında bir bütünlük, tamamlayıcılık ve ahenk bulunur, insanlık da esasen Tanrı`nın ruhundan bir parçadır. Doğa ve doğada var olan her şey, bu bütünün bir parçası olduğundan, doğa ile barışık olmayan bir insanın Tanrı fikrini kavraması ve kabullenmesi mümkün değildir. İnsanın dünya hayatındaki başlıca amacı da, bu bütünlüğün farkına vararak geldiği yere, en başa, yani Tanrı`ya ulaşmak ve onunla bütünleşmektir. Bunun yolu da 4 kapı 40 makamdan geçmekte, insnain kendini bilmesi, doğayı sevmesi ve onun bir parçası olduğunu hissetmesi, sevgiyi, erdemi, bilgiyi bir yol olarak benimsemesi gerekmektedir. Alevilikte Kıble`nin insanın olduğu her yer olması, bu bütünlük sistematiği ile yakından ilintilidir. Doğada ve insanlıkta var olan her şey, Tanrısallığın bir uzantısı olduğundan, Tanrı`yı bilmenin ve ona gerçek anlamda inanmanın yolu da doğaya ve insana dair gerçekleri kabul etmekten ve benimsemekten geçer.

Bu bağlamda, geleneksel toplumsal kalıplardan, ataerkiden ve heteronormatif zihniyetten sıyrılarak, Alevilik inancının özünü oluşturan temel esaslara dayanan bir yorum, Alevilik ile eşcinsellik arasında bir çelişki olmadığını teslim etmek zorundadır. Nitekim eşcinsellik, insanlık tarihi kadar eski bir olgu olmanın ötesinde, tüm canlı türlerinde görülen, tarihin her döneminde var olmuş ve olacak bir olgudur, yönelimdir. Doğada ve insanda var olan ve sonradan edinilmeyen bir yönelim olmayan eşcinsellik, yine Alevi sistematiği içerisinde düşünüldüğünde, yukarıda çerçevesini kabaca çizmeye çabaladığım Tanrısallık bütünlüğünün bir parçasıdır. Şayet doğada ve insanlıkta eşcinsel yönelim her zaman var olmuşsa ve bu bir tercih sonucu elde edilmemişse (ki öyle), o halde bu da tıpkı verili diğer gerçeklikler gibi Tanrısal bütünlüğün bir parçasıdır, Tanrı`dan gelen bir olgudur ve diğer gerçeklikler gibi sahiplenilmelidir. Eşcinsel yönelim gerçekliğini tanımayı reddeden bir yaklaşım, Alevi inanç esaslarının temel direklerinden birisi olan “Tanrı`ya ulaşma” fikrini de reddetmiş, kendiyle çelişmiş olacaktır.

Hemen her yıl Alevilerin önemli inanç merkezlerinde düzenlenen toplantılar, artık konuşulması elzem ve klasikleşmiş konularla (Cemevlerinin statüsü, Diyanet Sorunu, zorunlu din dersleri konusu..) gibi sınırlanmamalı, söz gelimi eşcinsellik bahsi de uzun uzadıya tartışılmalı. Bu konuda geçerli bir içtihat oluşmasını istiyorsak, bu konuyu tartışarak işe başlayabiliriz.


Etiketler:
nefret