12/06/2017 | Yazar: Beren Azizi

Gerek sağın gerek solun reel siyasi partilerinde siyaset yapan lgbti+ özneler bugün bu tarihin en yüksek lgbti+ vekili içeren meclisini kuracaklar İngiltere’de.

Gerek sağın gerek solun reel siyasi partilerinde siyaset yapan lgbti+ özneler bugün bu tarihin en yüksek lgbti+ vekili içeren meclisini kuracaklar İngiltere'de.

"...Bana yolladığın ‘Urning’ (LGBTI+’lar için kullanılan bir sözcük) meselesi gerçekten çok acayip. Bunlar feci gayri tabii ifşaatlar. Oğlancılar kendilerini önemli görmeye ve devletin içinde bir güç oluşturduklarını fark etmeye başlıyorlar. Sadece örgütlenmeleri eksikti, ama bana yolladığın bu kaynağa göre anlaşılan zaten gizliden gizliye halihazırda o da varmış. Rosing’den Schweitzer’e bütün eski partilerden ve hatta yenilerinden bile çok önemli adamlara sahip oldukları için zaferleri kaçınılmaz.

...Bizim tek şansımız bundan korkmak için çok yaşlıyız, bu parti zaferi kazandığında, kazananları fiziksel olarak takdir etmek zorunda kalacağız. Ama yeni nesil! Ha bu arada yeri gelmişken söyleyeyim tesadüf bu ya böyle bir herifin ortaya çıkması, oturup bu pisliği teoriye dönüştürmesi, sonra da buyrun buyrun giriniz diye davet takdim etmesi falan filan da ancak Almanya’da mümkün olur. Tabii ne yazık ki, bu herif daha “o biçim” olduğunu alenen itiraf edebilme cesaretini gösteremedi ve hala en azından coram publico (alenen) ‘ön tarafçı’ymış (vajina) gibi faaliyet göstermek zorunda...

...Gerçi yeni Kuzey Almanya Ceza Kanunu götçülerin haklarını tanıyana kadar hele bir bekle de gör, işte o zaman bu herif oldukça farklı faaliyet gösterecek. O günler geldiğinde, bizler gibi kadınlara çocukça tutku duyan, ‘ön tarafçı’ zavallı adamlar için işler kafi derecede kötüye gidecek.”

Neredeyse 150 yıl önce Engels’in Marx’a yazdığı bu mektubundaki komedi tonunu tabii ki lgbti+ fobik bulabileceğimiz/okuyabileceğimiz gibi bunun ötesinde siyasetin geleceğine dair ciddi ihtimallerle siyasetin geleceğinin parodisini yaparak baş ettiği veya bu ciddi ihtimalle yüzleştiği bir ton olarak da okuyabiliriz. Şüphesiz solun veya sağın lgbti+ fobisi sadece birbirlerine karşı zafere giden yolda kırılganlıklarından kaynaklanmıyor, sıklıkla bu kırılganlık "Halden anlayın siz de!" dayatmasına dönüşerek lgbti+ adayların kritik seçimlerde listelerden çıkarılmasını veya seçilmeyecek yerlerde liste sonlarına atılmasını meşrulaştırır, bu kırılganlığın ötesinde reel siyasi partilerin tarihsel fobisi lgbti+ öznenin ciddi siyasi özne olması ihtimaliyle yüzleşme sorunundan da kaynaklanıyor. Bu yüzleşme sorunuyla lgbti+ siyasi öznenin ciddiyetini kırarak baş ediyor, örneğin sağcılardan gelen homofobik ve transfobik saldırıları “ustaca/mertçe” fobi-savar ama fobik-içkinliği olan esprilerle karşılıyor veyahut sağcıları da bazen güya ikiyüzlü ahlaklarını ifşa etmek için “asıl eşcinsel sizsiniz” tonuyla alaya alıyor. (İki örnek için de CHP ve HDP vekillerinden çokça örnek mevcut.) Sağcılar ise ne ilginç ki listelere soktukları vekillerinin özel hayatlarındaki “ahlaklılıkla” neredeyse hiç ilgilenmeyen tabanlarını bir engel göstererek suçu oy potansiyeline atıyor. Türkiye’nin birkaç seçimdir CHP ve HDP özelinde yaşadığı sol trajedi budur ve Özal’ın güya varisi AKP’nin lgbti+ hakları özelinde yaşadığı trajedi de budur. Kısaca lgbti+ mücadelesi siyasi ehemmiyeti açısından kavranamamış, ciddiyeti olmayan özneler uğraşısı olarak reel siyaset meydanında öyle ya da böyle temsil ediliyor ve "Daha önemli meselelerimiz var."  seslerinin yükseldiği kritik anlarda ilk gözden çıkarılan oluyor ve de her daim “risk” olarak görülüyor. (2010 Türkiye anayasa değişikliği referandumu öncesi yeni Anayasa’nın hazırlanma sürecinde CHP ve HDP’nin ilk kriz yaşadığı ve ilk feragatı eşitlik maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin eklenmesi talebi olmuştu.)

Peki, bu “risk” söylemleri ve “henüz” vurguları ne kadar gerçekçi? Seçimlerde neden partilerden yüzde elli yüzde elli olarak hetero-cis ve lgbti+ vekil eşitliğini tavizsiz talep etmiyoruz? 18-30 yaş arası seçmen kitlesi olarak pasif boykot (Zaten "apolitik" olarak o güne kadar pek de sandığa gitmemiş olma hali) gücümüzü hiç kullanmadığımız için “çekiciliğimizi” yitirmiş olabilir miyiz? (İngiltere seçimlerinde, bu yıl 1997 yılından beri ilk defa seçime katılım oranı bu kadar yüksek. Bu yüksekliğin sebebi tahmin edebiliriz ki veya edemeyebiliriz de, tamamı meydanlarda yapılmış yüzü aşkın sokak mitingleriyle Jeremy Corbyn’in ikna ettiği “yeni nesil” oldu. Engels’in mektubunda keskin bir öngörüyle “...Ama yeni nesil!” dediği bir kitle bugün İngiltere’de muhafazakârların iktidardan devrilmesini sağlayan seçimin baş özneleriydiler.)

Yeni meclisin lgbti+ anatomisine bakarsak İngiltere’nin yeni meclisinin, Avam Kamarası, yüzde yedisi lgbti+’lardan oluşuyor ve vekil sayısı olarak bu 45 vekile denk düşüyor. Bu oran ve sayı dünya tarihinde bugüne kadar lgbti+ politika yaparak ve “açık” denilen kimlikle “Ben lgbti+’yım.” diyerek elde edilmiş en yüksek oran ve sayı. Bu oranı partiler nasıl paylaşıyor sorusu önemli ki Muhafazakâr Parti de İşçi Partisi de 19 lgbti+ vekile sahip. SNP ise 7 lgbti+ vekille bu sayıya ekleniyor. Aslında SNP’nin meclise soktuğu toplam vekil sayısı düşünüldüğünde, 34, SNP’li 7 lgbti+ vekilin oranı beşte bir gibi önemli bir oranda parti özelinde.

Bu anatomi ne gibi pratiklerle sonuçlanacak?

Bu soruyu yanıtlamak için sandalye hesabına göre olmasa da etkisi sebebiyle seçimin asıl galibi İşçi Partisi’nin manifestosuna yönelmek gerekiyor. “Daha Eşit Bir Toplum” başlıklı 11. vaadinde parti “LGBT eşitliği” şeklinde bir alt başlığa yer ayırmış. Bu bölümde kamu hizmetlerine eşit ulaşım, nefret suçu oranı, ruhsal ve bedensel sağlık gibi son derece önemli üç konuda yol alınması gerektiği vurgulanıyor.

Partinin yukarıdaki üç başlık özelinde vaatlerinden birincisi Toplumsal Cinsiyet Tanıma Kanunu reformu yapacağı, 2010 Eşitlik Yasası’nı “cinsiyet atama”dan “cinsiyet kimliği”ne, bu alanların karakteristikliğine uygun olarak transları koruyucu şekilde değiştireceği ve son olarak da “transseksüel” gibi sözcüklerle dolu köhne dili bu tip yasalardan ayıklayacağı sözlerinden oluşuyor.

İkinci vaadine baktığımızda lgbti+ bireylere karşı işlenen nefret suçlarını ağırlaştırılmış suçlar olarak tanımlayan bir yasa getireceğini söylüyor parti.

Üçüncü vaat ise genç lgbti+ bireylerin maruz kaldığı zorbalıkla mücadeleyi ele alıyor. Tüm öğretmenlerin öğrencileriyle olan ilişkileri hususunda başlangıç ve meslek içi devam eden eğitimlerle eğitileceklerine dair garanti veriyor parti. Ayrıca yeni ilişki rehberliklerinin ve cinsellik eğitimlerin lgbti+ kapsayıcı olacağını da vurguluyor.

Dördüncü ve oldukça önemli vaat ise tüm ön saf sağlık ve sosyal bakım çalışanlarının, profesyonellerinin lgbti+ bilinçlenmesini içeren meslek içi devamlı eğitimlere eğitilerek lgbti+ hastalarla ve servis kullanıcılarıyla iletişimlerini düzenlemeyi söz veriyor. Ayrıca sağlık bakanlığı bünyesinde PrEP tedavisine en hızlı şekilde ulaşımın sağlanmasını amaçlayan deneme programlarının tamamlanacağını ve HIV-risk gruplarının enfeksiyon riskini düşürücü tedavileri tamamen açacağını garanti ediyor.

Bu taleplerin hepsi Muhafazakâr Parti’nin lgbti+ vekilleriyle ortak çalışarak elde edilmeye son derece açık talepler. Bu sebeple gerçekçi vaatler denilebilir. Bunun ötesinde daha “çetrefilli” propaganda dışı sorunlara bakarsak Kuzey İrlanda’da hala evlilik eşitliğinin olmaması konusunda İşçi Partisi objektif adımlar atabilecek mi? Malum ayrılıkçı Ulstercilik üzerinden devam eden parti ile İrlanda’nın gönül bağları İngiliz menşei bu “homoseksüelcilik” yasasını İrlanda’da meşrulaştırmanın önünde engel mi? İşte solun tarihsel fobisinin turnusolu biraz bu alanlarda yürütülen mücadele olacak İşçi Partisi için.

Bir başka kritik mesele ise Çeçenistan’da devam eden işkence ve zulümler diğer liderlerce doğrudan kınanmışken bir lider olarak Jeremy Corbyn tarafından doğrudan kınanmak yerine parti tarafından "O işlere Emily Thornberry bakıyor." denilerek parti lideri özelinde kınamanın başta geçiştirilmiş olması, sonra basın baskısıyla geç de olsa doğrudan Corbyn tarafından kınama geldi. Bu noktada Jeremy Corbyn’in NATO karşıtlığı ve Putin’in kendisinden açık memnuniyeti düşünüldüğünde bu gecikme politik bir anlam kazanıyor: Gay-friendly liderlik vs Russia-friendly liderlik. Tam bu noktada Muhafazakar Parti’nin lgbti+ vekilleri İşçi Partisi'nin solcu hetero-cis vekillerine karşı politika yaparken İşçi Partisi'nin lgbti+ vekillerince yalnız bırakılacaklar mı sorunu da bir çeşit turnusol işlevi görecek. Gerçi Jeremy Corbyn, Rusya’yı kınamak yerine Çeçenistan’ı kınayarak içinde Rusya’yla olası ittifakını zedelemeyecek çözüm önerisini de sunuyor: Rusya’nın Çeçenistan üzerindeki otoritesinin arttırılmasını desteklemek. (Sanki sınırları çoktan Rusya’nın dışına çıkarak eski Sovyet ülkelerini de içine alan ciddi homofobik yasaları Rusya daha yeni çıkarmamış gibi... Periferisi olarak gördüğü alanlara bu fobik kanunları yaymamış gibi... Yani Rusya'nın şu fobik haliyle Çeçenistan üzerinde otoritesini arttırmak ne kadar gerçekçi bir lgbti+ pozitif sonuç sağlayacak?  Tabii ki bilmediğinden değil bunu önermesi Corbyn'in, kendi Russia-friendly konumuna dair bir önlem sadece arayı sadece Çeçenistan'la bozmak ve bu fobiyi merkezden bağımsız Rusya periferisine sıkıştırmak.)

Bir diğer lgbti+ özelinde önemli konu da Jeremy Cornbyn’in İran ve hatta Humeynicilerle olan ilişkisi... Bu noktada lgbti+ medyasının kendini köşeye sıkıştırdığı anlardan “Kimse lgbt’leri desteklemezken ben destekliyordum. Bana güvenin.” minvalinde sıyrılması partiye karşı İngiltere'de ve dünyada toptan bir lgbti+ desteğini henüz mümkün kılmıyor. Zaten tam da solun bu mümkün kılmayışları ve tabii ki lgbti+ hareketinin en nihayetinde aslında kimlik hareketi oluşu bugün vekillerin eşit sayıda sağcı ve solcu partilere dağılmasını mümkün kıldı İngiltere'de. (Dünyada da böyle olması çok muhtemelen.)

Bir diğer konumuz ise Brexit’ten beri ilginç bir oranda ve hızda lgbti+ bireylere karşı nefret suçlarının İngiltere’de artmış oluşu... Bunu Jeremy Corbyn’nin kendisi de kabul ediyor ki İngiltere’nin nefret suçu temelli istatistik çalışmaları çok güçlü, yani bir bulanıklık alanı tanımıyor liderlere. İşçi Partisi’nin manifestosundaki bu “nefret suçlarını ağırlaştıracağız” vaadi aslında Brexit üzerinden açıkça devam eden Muhafazakâr Parti’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden kopma kampanyasına bir “tavır” da aynı zamanda. Bir yandan da siyasi çıkarını korumak adına, ikinci oylama yapacağız spekülasyonları/vaatleri ya da, o oylamayı hiç yapmadan bu ayrışmadan çıkar sağlamak amacı güdüyor olabilir İşçi Partisi. Dolayısıyla belki de Brexit hiç de tehlikeye girmeyecek ve o ikinci oylama hiç yapılmayacak, daha kötüsü Muhafazakâr Parti'nin AİHM'den ayrılma kampanyasına ortak olması olur. Manifestoda neden ekstra bir ağırlaştırılmış suçlar yasası yerine ya da bu yasaya ek AİHM'den lgbti+ özelinde kopmama sözü yeterince verilmiyor? Yani lgbti+ özelinde herhangi bir Avrupa ülkesi kendi kendini cezalandıracak sürdürebilirlikte yasama ve yargı işletebilir mi? (Hükümet değişimleri fobik yasa değişimlerini lgbti+ gibi kırılgan bir konuda hemen getirebilir, bu noktada lgbti+ özneler için İngiltere de olsa AİHM bir sığınak ve ulusal hükümete bir baskı unsuru.) Dolayısıyla manifestoda ayrı bir yasa teklifi yerine AİHM’de tavizsiz devamlılık vurgusu çok sert ve yoğun yapılabilirdi.

Bu gibi lgbti+ içi şüpheler ve sorgulamalar, ayrıca tabii ki seçim sonucu bize gösteriyor ki kırk küsür lgbti+ vekil meclisin tüm partilerine eşit güçle dağılmış durumda. İngiltere'nin yeni meclisini "eşcinsel" meclis yapan özellik de bu aslında. Kaldı ki değil bu bahsettiğimiz 45 vekil eğer tek bir partiden çıksaydı meclisinin tümünün "eşcinselliğinden" rahatlıkla söz edemezdik. Ayrıca gene bu tarz tek bir partiye yığılma durumu genel lgbti+ politikasında bir makro siyasi hegemonya yaratarak "o parti"yle aynı görüşte olmayan lgbti+ öznelerini bu gene lgbti+ siyasetinde yalnızlaştırabilirdi. Bunun tek istisnası şüphesiz öz-lgbti+ partinin tüm makro siyasetler hetero-cistir reddiyle salt lgbti+ politikayla meclise girerek bir kimlik partisi zaferi olabilir ki gerçekçi mi değil mi ve mümkün mü şu an için çok tartışmalıdır. (Tekrar hatırlatmak gerekirse bu aslında bir kimlik hareketidir.) Dolayısıyla İngiltere'nin bu yeni meclisinin partileri birbirlerince denetleniyor olacaklar. Bu gerçekten son derece klasik solcu yöntemlerle seçim kazanmış İşçi Partisi'nin klasik solculuğun fobisini kırma konusunda bir reforma da evrilebilir. İran ve Rusya destekçisi ulusalcı solculuğun postmodernizm eleştirisi adı altında fobik nefretlerini belki Avrupa özelinde yumuşatabilir.

Sonuç olarak yazının başlığında sorduğum soruya geri dönersem görünen o ki bu derece lgbti+ oranı yüksek bir meclis solun bir başarısı değil, sağın da bir başarısı değil. Tam da yukarıdaki gibi lgbti+ toplumun kendi içinde türlü türlü kaygılarla reel siyasi partilere toptan güvenmeyerek bölünmüş ve çok cepheli siyasetinin bir sonucu. Bu bölünmüşlüğün, manifestolara girebilecek temel değerleri kapsamazken parti ve liderlerin fobileri üzerinden olduğunu vurgulamak önemli. Gerek sağın gerek solun reel siyasi partilerinde siyaset yapan lgbti+ özneler bugün bu tarihin en yüksek lgbti+ vekili içeren meclisini kuracaklar İngiltere'de. Bu noktada tek bir partiye veya tek bir ideolojik kanada yığılmamanın ve hareketin çeşitli dinamiklerini (Onur Haftası, Onur Yürüyüşü, dernekler vb.) tek partilere kanalize etmemenin hem nedenlerini hem sonuçlarını İngiltere’nin 2017 seçimleri üzerinden gözlemleyebiliriz. Bu gözlemler AK LGBTİ gibi oluşumların gerçekçi dönüşümlerde kilit değerini ve hareketin dinamiklerinden dışlanmamaları ya da siyaset yapma yasaklarıyla sansürlenmemeleri gerektiğini bize neden-sonuç bağlamında gösterebilir.

Not: Seçilen vekillerin hepsinin tüm lgbti+ varlığını temsil etmediği, "beyaz ve eşcinsel" olduğu "siyah-renkli-trans" olmadığı eleştirileri getiriliyor. Bu durumu bu yazının konusu etmedim. Bu meselenin; daha farklı, meclis özelini aşan ve uzun bir yazının hatta yazıların konusu olması gerektiğini düşünüyorum.


Etiketler:
nefret